Akademisyenlere yönelik cadı avı sürüyor: Üç akademisyen tutuklandı

“Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriye imza atan ve geçen hafta “Barış İçin Akademisyenler”in “Tüm tehditlere rağmen geri adım atmayacağız” başlıklı açıklamasını okuyan dört akademisyenden üçü (Esra Mungan, Muzaffer Kaya ve Kıvanç Ersoy) tutuklandı. Kolluk güçlerinin ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı illerde sürdürdüğü operasyonların ve PKK ile çatışmaların durdurulmasını talep eden bildiriyi imzalayan akademisyenler bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümeti tarafından “vatan haini” ilan edilmiş ve onlara yönelik bir cadı avı başlatılmıştı.

Bu cadı avında, devlet üniversitelerinde, en az dokuz akademisyen işten çıkarıldı, beş akademisyen istifa etti; toplam 464 soruşturmada 27 uzaklaştırma verildi ve 153 ceza soruşturması açıldı. Akademisyenlerden 33’ü gözaltına alındı. Vakıf üniversitelerinde ise en az 21 akademisyen işten çıkartılırken, biri zorla emekliye ayrıldı, 43 akademisyen hakkında ise idari soruşturma başlatıldı.

İktidarın muhalefete yönelik saldırısına, başta belediyeler olmak üzere, bütün kamu kurumlarındaki muhaliflerin fişlenmesi ve HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması girişimi eşlik ediyor.

Tüm bu saldırıların ardında, AKP’nin savaş ve diktatörlük yönelimine muhalefet eden herkesi sindirme ve susturma amacı yatıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir gün önce yaptığı açıklamada; “Elinde silahı olan, bombası olan terörist ile unvanını, kalemini amacına ulaşabilmesi için teröristin emrine verenin de hiçbir farkı yoktur. Unvanının milletvekili olması, akademisyen olması, yazar, gazeteci olması o kişinin aslında bir terörist olduğu gerçeğini değiştirmez. O eylemin amacına ulaşmasını sağlayan bu destekçilerdir, bu yardakçılardır. Bu bakımdan terör ve terörist tanımını yeniden yaparak ceza kanunumuza derç etmeliyiz diye düşünüyorum.” diyerek savaş karşıtı tüm toplumsal muhalefeti açıkça tehdit etmişti.

16 Ocak tarihli yazımızda şöyle yazmıştık: “Akademisyenlere yönelik cadı avı, tüm ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de, en temel demokratik hakların ortadan kaldırılmasının bir ifadesidir. Bu saldırı, aynı zamanda, savaşa karşı mücadelede olduğu gibi, demokratik hakların savunusu uğruna mücadelede de yalnızca işçi sınıfı merkezli bir sosyalizm mücadelesinin ileriye giden tek yol olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir: Kapitalist egemenlik altında gerçek barış ve demokrasiden söz edilemez.”

Birkaç gün önce gerçekleşen Ankara’daki kanlı saldırıyı özellikle gerekçe gösteren Erdoğan ve AKP hükümeti, yeni bir yasa değişikliği ile “silahsız terör” kavramını ceza kanununa sokarak, köşe yazılarından Twitter ve Facebook paylaşımlarına kadar ifade özgürlüğü kapsamına giren tüm hükümet karşıtı eleştirileri mahkum etmeyi ve birçok muhalif aydını ve devrimciyi tutuklamayı hedefliyor.

Ankara’daki son saldırı üzerine 14 Mart tarihli yazımızda, bu terör saldırısının zamanlaması ve kimlere hizmet ettiği ile ilgili olarak şunları yazmıştık: “Ankara’da gerçekleşen bu son saldırı, tam da iktidarın Kürt illerindeki askeri operasyonları tırmandırma kararının açıklandığı; HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki fezlekelerin TBMM Başkanlığı’na verildiği; muhalif basına ve en temel demokratik haklara yönelik saldırıların tırmandığı ve işçi sınıfının dizginsiz sömürüsünün önünü açacak yasaların Meclis’in gündeminde olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir. Bu terörist saldırı, aynı zamanda, ABD emperyalizminin ve Ankara’daki siyaset seçkinlerinin Suriye’ye yönelik istila planlarına destek sağlamaya da yardımcı olmaktadır.”

Demokrasi ve barış gibi kavramlar adı altında polis devleti inşasını sürekli olarak ilerleten AKP hükümeti, Ortadoğu’ya yönelik emperyalist yağmadan pay kapma yarışı içerisinde, son dönemde bunu en açık ve zorba biçimde uygulamaktadır. Akademisyenlere yönelik bu baskılar, bir bütün olarak küresel ekonomik krizin derinleşmesiyle tüm dünyadaki burjuva devletlerin artan savaş yöneliminin ihtiyacı olarak gelişen ve AKP’nin de bu genel gidişatın bir parçası olarak yürüttüğü diktatörlük rejimi inşasının bir sonucudur. En temel insan haklarının çiğnendiği, ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmak istendiği ve her türlü muhalefeti ezme amacıyla kolluk güçlerine sınırsız yetkilerin verildiği böylesi bir gerici dönemde akademisyenlere dönük bu baskılar, işçi sınıfının da aktif şekilde yer alacağı bir savaş karşıtı muhalefetin önüne geçmek adına, sürekli olarak tırmandırılmaktadır.

Kapitalizmin derinleşen küresel krizine ve Ortadoğu’daki yağmacı paylaşım savaşına paralel olarak tırmanan savaş-diktatörlük yönelimi ve bunları besleyen terörizm, yalnızca, işçi sınıfının enternasyonalist sosyalist bir program temelinde kurulacak devrimci birliği ve mücadelesiyle son bulabilir:

İşçi sınıfı, gençlik ve sosyalistler, akademisyenlere yönelik bu linç kampanyasına kararlılıkla karşı çıkmalıdırlar. Bugün ‘barış isteyen’ akademisyenleri hedefleyen bu savaş yanlısı ve gerici linç kampanyasının, yarın, aynı ‘milli çıkarlar’ adına her türlü grevde, işçi direnişinde ve gençlik hareketinde, demokratik ve toplumsal talepleri ezmek için kullanılacağı unutulmamalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir