AB’nin Türkiye’nin üyelik görüşmelerini dondurmasının ardından gerilimler tırmanıyor

Avrupa Parlamentosu’nun 24 Kasım’da Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımı üzerine görüşmeleri dondurma kararı almasının ardından, AB ile Türkiye arasındaki gerilimler görülmemiş boyutlara tırmanıyor.

Bu çatışma, Ankara ile onun NATO müttefikleri arasındaki, büyük emperyalist güçleri Erdoğan’a karşı 15 Temmuz başarısız darbesini örtülü olarak desteklemeye götüren gerilimlerin bir devamıdır. 479 evet, 37 hayır ve 107 çekimser oyla kabul edilen görüşmelerin dondurulması önergesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın darbenin ardından uygulamaya koyduğu olağanüstü hali eleştiriyordu.

Türkiye hükümeti, AB’nin eleştirilerine sert tepki göstererek karşılık verdi. Erdoğan, 26 Kasım’da, “Belki bir üç ay daha, belki bir üç ay daha uzatılacak. Size ne ya? Bunun kararını hükümet verir, parlamento verir, size ne? Bu ülkeyi Avrupa Parlamentosu mu yönetiyor, yoksa bu ülkenin hükümeti mi yönetiyor? Size ne? Haddinizi bilin haddinizi, geçti o. Onlar mazide kaldı.” diye konuştu.

Görünüşe göre, destekçilerini darbe tezgahlamakla suçladığı sürgündeki Türk vaiz Fethullah Gülen’e ve terörist olduklarını iddia ettiği Kürt milliyetçilerine AB’nin verdiği desteğe atıfta bulunan Erdoğan, Avrupa Parlamentosu’nu “terörist grupları davet etmek”le suçladı. Erdoğan, “Kim ne derse desin kendi yolumuzda ilerlemeye, kendi hedeflerimiz doğrultusunda yürümeye devam edeceğiz.” diye ekledi.

Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım da, Erdoğan’ın AB’nin teröre suç ortaklığı yönündeki suçlamalarını yineledi: “AB Türkiye ile mi, yoksa Avrupa’da kol gezen terör örgütleri ile mi işbirliği içinde olacak bunun kararını vermelidir.”

AB Parlamentosu oylamasının hemen öncesinde, Erdoğan, Türkiye’nin, AB’nin basıncına, batı sınırlarını açarak ve Suriyeli sığınmacıların Avrupa’ya toplu halde gitmelerine izin vererek karşılık verebileceği tehdidinde bulunmuştu. Erdoğan, “Kapıkule’ye 50 bin mülteci dayandığı zaman feryat ettiniz ‘Acaba Türkiye sınır kapılarını açarsa ne yaparız’ demeye başladınız. Bana bak eğer daha ileri giderseniz bu sınır kapıları da açılır bunu da bilesiniz.” diye konuşmuştu.

Erdoğan, 2015 yılında da, Türkiye ile AB arasında bir anlaşmaya varılmaması halinde, Türkiye’nin Yunanistan ve Bulgaristan sınırlarını açıp Suriyeli sığınmacıları Avrupa’ya gönderebileceği tehdidinde bulunmuştu. Bu kirli anlaşmayla, Ankara, AB’den mali yardım ve TC vatandaşları için Avrupa’da vize serbestliği sözü karşılığında, Yunanistan’dan sığınmacıları geri almayı kabul etmişti. Ancak, vizesiz seyahat anlaşması gerçekleşmedi.

Erdoğan, ayrıca, 20 Kasım’da, Çin’in önderliğinde, Rusya’yı ve çeşitli Orta Asya devletlerini de kapsayan ve köken itibari ile “Şanghay Beşlisi” olarak adlandırılan güvenlik ittifakı Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile ittifak kurabileceği ve AB ve NATO ile köprüleri atabileceği tehdidinde bulundu. Cumhurbaşkanı, “Türkiye bir defa kendini rahat hissetmeli. ‘Benim için varsa, yoksa Avrupa Birliği’ dememeli. Benim kanaatim bu. Yani, bazıları eleştiriyor olabilir ama ben de kendi kanaatimi söylüyorum. Mesela, ‘Şanghay Beşlisi içerisinde Türkiye niye olmasın?’ diyorum.” demişti.

Türkiye’deki olağanüstü hal, son derece gericidir. Erdoğan, onu, on binlerce insanı (sadece devlet aygıtı içindeki darbe destekçilerini değil, ama gazetecileri ve muhalif politikacıları da) tutuklamak için kullanıyor. Bununla birlikte, AB’nin Erdoğan yönetiminin politikalarına yönelik eleştirileri, demokratik ya da insani endişelerle değil, ama Avrupalı büyük emperyalist güçlerin jeopolitik çıkarlarıyla harekete geçirilmektedir.

Ankara’nın tehditlerine ilk yanıtlardan biri, Almanya Savunma Bakanlığı’ndan gelmişti. Savunma Bakanlığı sözcüsü Sawsan Chebli, 25 Kasım’daki bir basın toplantısında, AB’nin Türkiye’nin müzakerelerini dondurmaması gerektiğini açıklamıştı. Chebli, “Bizim, üyelik müzakerelerini dondurmamız önemli çünkü bu Türkiye ile Avrupa arasındaki ilişkilere yalnızca daha fazla zarar verecek ve Türkiye’nin ya da Avrupa’nın çıkarına olmayacak.” demişti.

Almanya Başbakanı Angela Merkel’in sözcüsü Ulrike Demmer de, büyüyen endişeyi dile getirdi: “Biz, AB-Türkiye anlaşmasını … her iki taraf için de bir başarı olarak görüyoruz. Ve bu anlaşmanın devam etmesi tüm tarafların çıkarına.”

Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Erdoğan’ı “gerekli reformlar”ı gerçekleştirmeye çağırırken, Avrupa’nın Türkiye’ye göç sorunu üzerine ders vermeyi bırakması gerektiğini söyledi. 26 Kasım’da Euronews’e konuşan Juncker, Türkiye’yi “çok önemli bir müttefik” olarak tanımladı ve bu, “sadece sığınmacı krizinden kaynaklanmıyor” diye ekledi.

Ankara siyasi kaldıraç olarak Suriyeli sığınmacıları kullanarak kendi gerici ve yayılmacı gündemini izlerken, AB, Suriye savaşının ana yükünü Türkiye’ye yüklemeye çalıştı.

Bununla birlikte, Ankara ile Batılı müttefikleri arasında tırmanan anlaşmazlık, Türkiye’nin AB üyeliğiyle veya Suriye savaşındaki şu ya da bu taktiksel değerlendirmeyle sınırlı değil. Bu durum, asli bir uluslararası sürecin sonucu: dünya kapitalizminin çöküşü ve kendi nesnel ekonomik ve toplumsal yasaları bulunan; şu ya da bu liderin iradesinden bağımsız, emperyalist savaş yönelimi.

Türkiye burjuvazisi ile onun NATO üyesi emperyalist müttefikleri arasındaki derin ilişkiler, Soğuk Savaş sırasında yaratılmıştı. Türkiye, 1949’dan beri Avrupa Konseyi’nin ve 1952’den beri de, ABD önderliğindeki, komünizm ve Sovyetler Birliği karşıtı bir ittifak olan NATO’nun üyesi. Türkiye, aynı zamanda, 1961’de kurulan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün ve 1973’te kurulan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü’nün kurucu üyesiydi. Ankara, AB’nin öncülü olan Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyelik için ilk kez 1987’de başvuru yaptı.

Ancak, SSCB’nin çöküşünden yirmi beş yıl sonra, durmadan derinleşen bir küresel kapitalist krizin ortasında ve Balkanlardan Afrika’ya ve Ortadoğu’ya ABD önderliğindeki çeyrek yüzyıllık savaşların ardından, bu ilişkiler derin bir kriz içinde.

Ankara’nın Suriye’deki ABD önderliğindeki savaşa katılımı, artan işsizlik, yükselen fiyatlar, büyüyen borçluluk ve yoksulluk nedeniyle içeride karşı karşıya olduğu güçlükleri çözmemiş, aksine derinleştirmiştir. Dahası, ABD’nin, Suriyeli Kürt milislerle (YPG) ittifak kurduğu Suriye’deki rejim değişikliği operasyonu, Ankara’nın başlıca endişesini, asırlık Kürt sorununu öne plana çıkarmış durumda.

İşçi sınıfı içinde yıllardır biriken öfkenin patlamasını tetikleyeceğinden endişelendiği bir ekonomik krizin eşiğinde olan Ankara, aynı zamanda, Batı destekli Kürt ayrılıkçılığı tarafından tehdit edildiğini hissetti. Türkiye’nin geçtiğimiz yıl Suriye’deki bir Rus jetini vurarak Rusya ile neredeyse bir savaşı kışkırtmasının ardından, 15 Temmuz’da meydana gelen askeri darbe girişimi, bu derinleşen uluslararası ve toplumsal gerilimler bağlamında gerçekleşti.

Erdoğan’a karşı, başta Washington ve Berlin olmak üzere büyük emperyalist güçler tarafından desteklenen ya da en azından ses çıkarılmayan başarısız darbe girişimi, Türkiye-Batı ilişkilerine yönelik büyük bir darbeydi. Bu, Ortadoğu’nun, Irak’ta ve Suriye’de sürmekte olan savaşlar yoluyla yeniden paylaşımına ilişkin emperyalist yönelime paralel olarak, Ankara’nın ŞİÖ’de yeni ortaklar arayışına girme yönündeki son kararında ve Türkiye’nin AB’ye üyelik girişimlerinin çökmesinde büyük bir rol oynadı.

9 Aralık 2016

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir