Son dönemin ekonomi tarihi yazıldığında, 2012 neredeyse 2008 kadar önemli bir yıl olarak değerlendirilebilir.
Lehman Brothers’ın dört buçuk yıl önce çökmesi, küresel kapitalist sistemin çöküşünü hareketlendiren tetikleyiciydi. Egemen seçkinlerin sözcüleri tarafından, küresel mali krizin başlamasının ardından ısrarlı şekilde canlandırılan bir dizi yanılsamanın çöktüğü görüldü.
Öncelikle, kriz, dünya ekonomisinin iktisadi dalgalanma süreçleri dolayımıyla bir şekilde kendi kendisini toparlayacağı ve “piyasanın büyüsü”nün imdada yetişeceği iddiasını açığa çıkardı. Ama küresel çöküşün beşinci yılına girilirken, mali sistem, yalnızca, büyük bankalara ve mali kuruluşlara çeşitli “parasal gevşeme” (para basma için bir örtmece) biçimleri dolayımıyla yüz milyarlarca dolar sağlayan dünyanın büyük merkez bankalarının operasyonlarıyla ayakta duruyor.
Bununla birlikte, bu operasyonlar, “toparlanma” koşulları yaratmak şöyle dursun, spekülasyon yoluyla kârların birikmesini (2008 krizine yol açan şey tam da buydu) finanse ediyor ve bir diğer çöküş için zemin hazırlıyor.
Tahvil ticareti yapan büyük şirketlerden Pimco’nun baş yöneticisi ve ortak yatırım yetkilisi Muhammed El-Eriyan, Financial Times’ın 7 Ocak Pazartesi günkü sayısındaki yazısında, “çok sayıda varlık sınıfları, şimdi, deneysel banka faaliyetlerinden dolayı, hem fiili hem de atfedilmiş anlamda, büyük ölçüde manipüle edilmiş fiyatlara sahip” diye belirtiyor ve “bu durum 2006-2007’yi andırıyor” diyor.
Geçtiğimiz 12 ay, aynı zamanda, bir mali altüst oluş döneminin ardından “toparlanma”nın yakında olduğuna ilişkin yanılsamayı da ortadan kaldırdı. Dünya ekonomisine ilişkin bütün veriler, bütün büyük ülkelerde devam eden düşük büyüme oranlarına ya da durgunluğa işaret ediyor.
Birleşmiş Milletler (BM), dünya ekonomisi üzerine geçen ay yayımlanan raporunda, devam eden “küresel ekonomik kaygılar”ın altında yatan şeyin, büyük gelişmiş ekonomilerin çoğundaki -özellikle yüksek işsizlik, azalmış tüketim harcamaları, bankacılıkta süren risk, mali disiplin ve daha yavaş büyüme “acımasızca birbirini beslediği” için “sürekli bir gerileme içinde olan” Avrupa’daki- “güçsüzlük” olduğuna işaret etti. Bütün diğer büyük uluslararası mali kuruluşların raporları, aynı süreçleri vurguluyor.
BM’ye göre, Avro Bölgesi’nin, 2012’deki yüzde 0,5’lik daralmanın ardından, 2013’te yalnızca yüzde 0,3, 2014’te ise yüzde 1,4 büyümesi öngörülüyor. ABD’deki büyüme oranının, 2013 yılında, II. Dünya Savaşı sonrası bütün diğer “toparlanma” dönemlerinde yaşananların oldukça altında, yüzde 1,7’ye gerileyeceği tahmin ediliyor. Geçtiğimiz çeyrekte daralma yaşamış olan Japonya’nın, 2012’deki yüzde 1,5’lik büyümenin ardından, 2013’te yalnızca yüzde 0,6 büyüyeceği öngörülüyor.
BM’nin raporu, aynı zamanda, dünya ekonomisinde daralma süreçlerini vurgulayan ticaret rakamlarına da dikkat çekiyor. Dünya ticareti, 2009 yılında yüzde 10 gerilemiş ama ardından, 2010’da çarpıcı biçimde yeniden sıçramıştı. Bununla birlikte, 2011’de, ihracat artışı yavaşlamaya başladı ve ardından, 2012’de, “asıl olarak Avrupa’da ithalata olan talebin azalmasından… ve ABD ile Japonya’da toplam talebin güçsüzlüğünden dolayı” keskin bir şekilde yavaşladı.
Kabaca yüzde 75’ini oluşturan hizmet sektöründeki canlılığın ardından Aralık ayında keskin bir gerileme yaşamış olan Britanya ekonomisi, bu yıl, bir “üçlü dip”e doğru gitmeye başlıyor.
İmalat üzerine kurulu Alman ekonomisi aynı yola yönelmiş durumda. Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü tarafından yayımlanan en son rapora göre, Almanya, 2012 boyunca “yavaşlayan bir büyüme” yaşadıktan sonra, “belirgin bir ekonomik durgunluk” ile karşı karşıya. Toplam üretimin, dördüncü çeyrekte, “durgun ihracat” ve “şirket yatırım harcamalarındaki çarpıcı gerileme” sonucunda, yüzde 1,2 kadar düşmesi bekleniyor.
2012’deki ekonomik gelişmeler, BRIC denilen ekonomilerin [Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin], ileri kapitalist ülkelerdeki durgunluğa rağmen küresel kapitalizmin büyümesi için yeni bir zemin oluşturabileceği biçimindeki kurguyu da ortada bıraktı. “Yükselen” piyasaların büyük ekonomilerden “ayrıştırılabileceği” iddiası, onların büyük pazarlara olan bağımlılığı azalan büyüme oranlarında açığa çıktıkça, paramparça olmaktadır.
Geçtiğimiz yıl, Çin’in büyüme oranı yüzde 10,4’ten yüzde 7,7’ye düştü. 2010’da yüzde 7,5’lik büyüme yakalamış olan Brezilya, geççtiğimiz yıl yalnızca yüzde 1,3’lük bir oran kaydetti; aynı dönemde, Hindistan’ın büyüme oranı ise yüzde 8,9’dan yüzde 5,5’e düştü.
McKinsey Global Institute (MGI) tarafından kısa süre önce yayımlanan bir rapor, dünya kapitalist ekonomisinin konjonktürel bir gerilemeden geçmediğini; 1914’te başlayıp sonraki otuz yıl boyunca sürmüş olan gerileme ile karşılaştırılabilecek bir gerileme içinde olduğunu açığa seriyor. Dünya Sosyalist Web Sayfası tarafından dört yıldan uzun süre önce geliştirilmiş olan çözümleme, çetin olgular ve rakamlar eliyle doğrulanmaktadır.
McKinsey raporu, Avrupa’daki derinleşen durgunluğun altında özel yatırımların çökmesinin yattığını ortaya koydu. 2007 ile 2011 yılları arasında, 27 üyeli Avrupa Birliği içindeki özel yatırımlar, 350 milyar avrodan fazla azaldı ki bu “mutlak verilere göre, bütün önceki gerilemelerden daha büyüktür.” Bu, özel tüketimde 20 kattan fazla düşüş ve gerçek gayrisafi yurtiçi hâsılada dört kat gerileme demektir.
Şimdi, özel yatırımlar 2007’de olduğundan yüzde 15 daha düşüktür ki bu, şirketlerin 2009 ile 2020 yılları arasında -tersi durumda elde edebilecekleri- 543 milyar avro kadar geliri üretemeyecekleri anlamına geliyor. MGI’nin raporu, Avrupalı şirketlerin, kârlı pazarlar bulamadıkları için 750 milyar avroluk fazlalık nakit stoklarına sahip olduğunu belirtiyor. Bu nakit birikmesi, kapitalist üretimin -yatırımların sermaye birikimine yol açtığı ve daha fazla yatırımla ve ekonomik büyüme ile sonuçlanan- temel dinamiğinde bir bozukluğa işaret etmektedir.
Aynı süreç, kârlar giderek daha fazla para piyasalarındaki spekülasyonlar dolayımıyla birikirken, şirketlerin nakit biriktirdiği ABD ekonomisinde de işliyor.
Egemen sınıflar tarafından ABD’de, Avrupa’da ve tüm dünyada uygulanan kemer sıkma programlarının arkasındaki itici güç, kâr sisteminin somut mantığıdır. Onlar, krizi, işçi sınıfının yaşam koşullarını 1930’ların koşullarına, hatta daha kötü bir duruma gerileterek yoksullaştırılması yoluyla aşmaya çabalıyorlar.
Uluslararası işçi sınıfı, buna, iflas etmiş olan kâr sistemini devirme ve sosyalizmi kurma üzerine kurulu kendi bağımsız stratejisiyle karşılık vermelidir. Yarım yamalak önlemlerin yeterli olacağına ya da kapitalist ekonominin kendisini ergeç toparlayacağına inanmak, işçi sınıfının yapabileceği en kötü yanlış olabilir. 2012’deki gelişmeler, bu yanılsamayı paramparça etmiş, aynı zamanda, gelecek yıl içindeki büyük toplumsal mücadelelere zemin hazırlamıştır.