2009 1 Mayıs’ı birçok tartışmayla birlikte geride kaldı. Bu tartışmaların taraflarını üç cephede toplayabiliriz. Birincisi, Taksim’in kazanılmasının DİSK-KESK bürokrasisinin sayesinde olduğunu savunan kanat, ikincisi Taksim’in sosyalist işçi ve gençlerin yıllardır ve bu yıl da verdikleri mücadeleyle kazanıldığını, polis gözetiminde 4 bin kişilik kortejin alana girmesini de bunun sağladığını savunan kanat, sonuncusu ise Türk-İş’in kuyruğunda Kadıköy’de kutlamalara katılan kanat.
1 Mayıs bildirimizde ve ardından 1 Mayıs değerlendirmemizde de açıkça ifade ettiğimiz gibi, ‘Taksim’ diyen sendika bürokrasileri ile sosyalistler arasına kalın bir çizgi çekmek gerekmektedir. Aksi takdirde “1 Mayıs Alanı” mücadelesi DİSK-KESK bürokratlarının istediği yöne çekilecek, kısacası onların değirmenine su taşınmış olacaktı. Taksim diyen birçok akımın değerlendirmelerine baktığımızda bu sonucun doğduğunu açıkça görebiliyoruz. İkinci kanatta yer alanların ise azınlıkta olduğu ortadadır. Biz,“Taksim’de ise 1 Mayıs, iki şekilde kutlandı (Türk-İş ve Hak-İş yöneticilerinin ikiyüzlü Taksim ziyaretini saymıyoruz). Bunların biri, DİSK – KESK bürokrasisinin denetiminde ve polisin gözetiminde düzenlenen “makul” yürüyüş; diğeri ise, devletin ve sendika bürokrasilerinin makul karşılamadığı sosyalist işçilerin ve gençliğin devlet terörüne karşı mücadelesi biçiminde gerçekleşti.” değerlendirmesini yaparak 1 Mayıs’a polis terörüyle mücadele eden binlerce sosyalistin damgasını vurduğunu belirtmiştik.
Bu yazının asıl olarak amacı ise Kadıköy’de kutlamalara katılan “sol”un tutumunu ele almak olacak. Öyle ki, onlar, herhangi bir özeleştiri yapma ihtiyacı duymadıkları gibi, 1 Mayıs öncesindeki tutumlarını sürdürerek 1 Mayıs Alanı için mücadele edenlere saldırmayı sürdürüyorlar.
Kadıköy Mitingi ve Küçük Burjuva Solu
Türk-İş ve Hak-İş’in önderliğinde düzenlenen Kadıköy 1 Mayıs mitingine İşçi Partisi ve Türkiye Gençlik Birliği’nin yanı sıra “sol”dan EMEP, İşçi Kardeşliği Partisi (İKP), İşçi Cephesi (İC), KÖZ ve Marksist Tutum dergisi ile yakınlığı bilinen UİD-DER katıldı. Tesadüfe bakın ki, hükümetin icazetiyle 1 Mayıs kutlamasına katılan “sol”un tamamı, Taksim’e gidenleri marjinallikle, işçi sınıfından kopuklukla suçluyordu. Maalesef “işçi sınıfıyla bağı olanlar” Kadıköy’de Taksim’i zorlayanlardan daha az bir kitleyle toplanabildiler. Bundan daha kötüsü ise Kadıköy mitingine, kitlesel olarak katılan Türk-Metal İş’in damgasını vurmasıydı. Türk-Metal bürokratları faşist sendika ağası Özbek için sendikalı işçilerini seferber etmişlerdi.
Sendikalizmden kopamayan solun değerlendirmelerine gelince… Hepsinde ortak olan bir nokta şu: DİSK-KESK bürokrasilerini ve onların kuyruğundaki solu eleştirmeleri ve kitlesellikten dem vurmaları. İlk noktada elbette haklıdırlar, DİSK-KESK bürokratlarıyla Türk-İş – Hak-İŞ bürokrasisi arasında sınıfsal olarak bir farklılık yoktur ve onların kuyruğundakiler de sonuna kadar eleştirilmelidir. Ancak unutulan iki nokta var, birincisi 1 Mayıs Alanı’nı zorlayan tüm akımlar DİSK-KESK bürokrasisinin kuyruğunda değildir, Sosyalizm dergisi yalnızca 1 Mayıs sürecinde değil, ama yıllardır sendikaların ne olduğunu anlatmakta ve her türden sendika bürokrasisini teşhir etmektedir. Bu ameleperver solun unuttuğu diğer noktaysa, DİSK-KESK’i eleştirip Türk-İş’i eleştirmeyi unutmaktır. Bu, aynı DİSK ve KESK’in kuyruğundaki sol gibi Türk-İş’in kuyruğunda olduklarından kaynaklanıyor olmasın?
Değerlendirmelere dönecek olursak, KÖZ Kadıköy’e gitmesini, tamamiyle AKP karşıtlığına dayandırdığı metninde, bunu ‘DTP severliğe’ bağlayarak çağrısını bitiriyor, şaşırtıcı olmayan bu yaklaşımı burada ele almaya gerek görmüyoruz. EMEP ise bilindiği gibi 1 Mayıs öncesinden başlayarak 1 Mayıs Alanı’na çağrı yapan sol gruplara pervasızca saldırarak kendi “ayıbı”nı örtme telaşına düşmüştü. Bu tavrı, değerlendirmesinde de aynı şekilde sürdürdü. Bir diğer ameleperver parti İKP’nin ise Kadıköy’e gelmesi hiç şaşırtıcı olmadı. Ne yazık ki hala bazı sol gruplar tarafından “Troçkist” olarak tanımlanan bu partinin Marksizm ve dünya devrimi ile yakından uzaktan alakası kalmadığını görmek çok zor değildir. Bir sendika gibi çalışan bu parti, vatan millet edebiyatının yanı sıra sendikalizmle uğraşmakta, düzenli olarak “sendikaları savunma” çağrısından başka bir şey yapmamaktadır (Bu, kot taşlama işçileri içindeki çalışmalarını hiçe saydığımız anlamına değil, bunun işçi sınıfının toplumsal devrim mücadelesine hiçbir şey katamayacağı anlamına gelir). Onlar, Sosyalizm dergisinin birinci sayısında ifade edilenlerin tümünü yönelişleri gereği yapmak zorundadırlar.*
Ve elbette yapmaktadırlar. Kitleselliğin ölçüsünü kendi kitlesiyle kıyasladığından olsa gerek, Kadıköy 1 Mayıs’ı için şöyle diyor İKP: “Türk-İş’in işyerlerinde bu gösteriye yoğun hazırlık yaptığı, kitlesel katılımından da anlaşılıyordu.” Ne demezsiniz! Yüzbinlerce Türk-İş işçisi Kadıköy’deydi! Yine aynı metinde, Taksim-Kadıköy ayrışmasındaki “üzüntü” dile getiriliyor: “Almanya’dan Türkiye işçi sınıfını desteğe gelen bir kadın sendikacının ağzından bu burukluk şöyle ifade edildi: ‘Yüreğimiz Taksim’de ama sınıf bilincimiz bizi Kadıköy alanına getirdi.’” Sendikacı kesinlikle haklı, sınıf bilinciniz sizi Kadıköy’e çağırdı, başka bir şey değil.
1 Mayıs’ta Kadıköy’de olan bir diğer grup da İşçi Cephesi. Gazetenin yazarı Muhittin Karkın, ‘1 Mayıs ve Parti İnşası’ başlıklı yazısında Taksim diyen Troçkistleri hedef alıyor. Burada doğrudan yanıt verdiği akım Sosyalizm dergisi değil, ancak tüm Troçkistleri hedef alıyor olması ona yanıt vermemizi gerekli kılıyor. Uvriyerizm eleştirisine yanıt olarak kaleme alınan yazının temel görüşü “1 Mayıs günü Troçkistler arasında beliren Taksim-Kadıköy ayrılığı da, uvriyerizm veya işçi kuyrukçuluğu gibi nedenlerin değil, devrimci partinin inşası stratejisindeki köklü ayrılığın bir ürünü olmuştur.” (İC, Muhittin Karkın) şeklinde ifade ediliyor. 1 Mayıs tartışmasını daha politik bir düzleme çekme çabası oldukça yerindedir. Yazar, “Bu görevin (parti inşası-sss-S.) önündeki engellerin başında ise, proletaryanın ihtiyaçlarından çok kendi toplumsal ve ekonomik ayrıcalıklarını korumak amacıyla “toplumsal barış” şiarına yapışarak işçi hareketini frenleyen ve bölen sendika bürokrasileri gelmektedir. O halde devrimci Troçkistler bugünkü politik çalışmasının eksenini, “İşten Atılmalar Yasaklansın” ve “Genel Grev” talep ve sloganını işçi hareketine taşımak, yaygınlaştırmak, bunların etrafında seferberliklerin oluşmasına katkıda bulunmak, ve elbette bu doğrultuda sendika bürokrasisine karşı mücadele etmek oluşturmaktadır. İC, Kadıköy’e bu anlayışı uyarınca ve bu amaçlarla gitmiştir.” diyor, devamında da;
“Kendi var olma nedenlerini ve gündemini her istediği zaman işçi ve emekçi yığınların acil ihtiyaçlarının yerine ikame etmeyi yöntem haline getirmiş olan devrimci demokrasi, DİSK ve KESK yönetimlerinin kararları ne yönde olursa olsun, 1 Mayıs günü Taksim’e çıkmayı hedefleyecekti. Öyle de yaptı; bu ön görülebilir bir durumdu. Bir kesim Troçkistin onlara katılması ise bambaşka bir anlayıştan kaynaklanıyor. Bu kesim, devrimci partinin inşasını işçi ve emekçi kitlelerin seferberliklerinde değil, devrimci demokratların militan hareketliliğinde arıyor.” deniyor.
İC’nin Kadıköy’e gidiş nedeni, devrimci partinin inşasını işçi ve emekçi kitlelerin seferberliklerinde aramaya dayandırılıyor (“Genel Grev” talebini hiç ele almıyoruz). Eğer bu seferberlikler gerçekten Kadıköy’de olduysa, ya biz duymadık, ya da yazar hayal görüyor. Kadıköy’de olan şey, tamamiyle hükümetin icazetiyle kutlanan, sosyalistlerin değil ama sendika bürokratlarının ve Türk milliyetçilerinin damgasını vurduğu bir mitingdi. Eğer orada devrimci parti inşa etmeyi düşünüyorsanız hiç uğraşmanıza gerek yok, öyle birçok parti var, örneğin eski dost İKP olabilir! Parti inşası yaklaşımı elbette burada ele alınacak bir konu değil, ancak işçi sınıfının ve gençliğin en ileri unsurlarının yalnızca bu yıl değil, yıllardır 1 Mayıs’ta Taksim mücadelesinde yer aldığını görmemek için ya kör olmak ya da bu ülke ile bir ilginizin olmaması gerekir.
Morenocu İşçi Cephesi’nin, Moreno’nun izinden gitmesi elbette bir tesadüf değil. Morenoculukta parti birgün gerillacılıkla, birgün Peronculuğa yamanarak inşa edilmeye çalışılabilir. Uzak bir coğrafyada da Türk-İş’in içinde faşist ve milliyetçilerle de inşa edilebilir mi? Kim bilir?
Son olarak Marksist Tutum (MT) dergisine gelirsek… Son üç yıldır istikrarlı bir şekilde Kadıköy’de 1 Mayıs’ı kutlayan MT’yi, bu tavrı almaya iten ne olabilir? Öncelikle, MT’nin kendi yazılarıyla ifade ederek, Troçkist olmadığını beyan ettiğini belirtelim. Troçkizmi Pabloculukla eş tutarak, Stalinistler içerisinde “Bolşevik unsurlar” arayan MT, tipik bir merkezci akımdır. Dolayısıyla onun ulusal sorun ve sendikalara yaklaşımı da bu çerçevede belirlenmektedir. MT’nin dernekçi-işçici faaliyeti ise onun politikasına istese de istemese de damgasını vurmaktadır. Bu durum, aynı MT’de olduğu gibi, birgün sosyalist dünya devriminden söz ederken ya da sendikal bürokrasiyi “eleştirirken”, ertesi gün DİSK bürokratı Kemal Türkler’e toz kondurmamaya yol açabilir. Sonuç olarak, işçicilik 1 Mayıs’larda MT’nin Kadıköy’de olmasını dayatmakta, ameleperverlik Türk-İş’ten kopmaya engel olmaktadır.
MT, ‘1 Mayıs 2009’un Ardından’ başlıklı yazısında şöyle diyor: “Son iki yılda olduğu gibi, yine birleşik ve kitlesel bir 1 Mayıs örgütlenememesi riski bir kez daha ufukta görünmüştü. Bu nedenle enternasyonalist komünistler olarak devrimci uyarı görevimizi yaptık. Son 5 yılda üç kez ortaya çıkan bu duruma (2004, 2007, 2008) yönelik yaptığımız tüm değerlendirmeleri hatırlatarak aynı hataya düşülmemesi için çaba harcadık (Yaklaşan 1 Mayıs ve Devrimci Uyarı Görevimiz, MT, Nisan 2009). Şüphesiz işçi sınıfıyla ve sınıf gerçekliğiyle bağlarını koparmamış başka çevrelerden de benzer bir çaba gösterenler vardı.” Burada sormak istediğimiz “uyarı” değil tabii ki, işçi sınıfıyla bağlarını koparmayanlar kimlerdir? Sendika bürokrasisi denince ilk akla gelen EMEP mi? Yoksa İKP ya da İC mi? İP olmadığı kesin. Devamında,
“Aslında bir gerçeği burada hatırlatmakta yarar var. Türkiye’de 1 Mayısları yaratan ve bir gelenek haline gelmesini sağlayan da, Taksim’in bir sembol haline gelmesine yol açan 1 Mayıs 1977’yi yaratan da küçük-burjuva devrimciliği olmamıştır. Bugünkü küçük-burjuva devrimciliğinin o zamanki öncülleri, devrimci hareketin olağanüstü kitleselliğine rağmen, Türkiye’de kitlesel 1 Mayıs kutlamaları örgütlemeyi adeta akıllarına bile getirmemişlerdir. Bu işi yapanlar işçi sınıfı devrimciliğine yönelen sosyalistler ve onların içinde çalıştığı eski DİSK olmuştur. Bu unutulan gerçekleri küçük-burjuva sola da yeni DİSK’e de hatırlatmak zorunludur.” (MT) deniyor.
Marksist Tutum burada baklayı ağzından çıkarıyor. Taksim’i zorlayan sosyalist işçi ve gençlerin tümünü küçük burjuva devrimcisi ilan etmek, sendika bürokrasisinin kuyruğundan ayrılmamayı haklı çıkarar mı bilmeyiz. Fakat 70’lerin TKP’sine yapılan övgüler bir yere kadardır. Eski TKP’nin işçi sınıfı merkezli olduğu doğrudur, ancak onun DİSK’e hakim olması ne dönemin DİSK’inin reformist karakterini ne de dönemin TKP’sinin Stalinist-sınıf işbirlikçi karakterini değiştirmemektedir. Bugün MT, Türk-İş içinde örgütlü olduğu için onun yolunda gitmekte bir sakınca görmemekte, örgütlü işçilerini Taksim’e getirmektense, sendika bürokrasisine boyun eğmeyi tercih etmektedir. Bu, işçicilik ve sendikal mücadele merkezli politakanın doğal bir sonucudur, bundan sonra ne kadar Marksizmden, enternasyonalizmden söz edilse kar etmez.
Yazıya, ameleperver solun son bir çarpıtmasını tekrar düzelterek son vereceğiz. Onlara göre 1 Mayıs’ın resmi tatil olması hükümetin bir lütfudur. Ve ayrıca, ‘1 Mayıs’ta 1 Mayıs Alanı’ mücadelesi sendika bürokrasisinin bir keşfidir. Ancak ikisi de eğer basit birer çarpıtma değilse, yıllardır verilen mücadeleleri hiçe saymaktır. Daha önce de 1 Mayıs bildirimizde ifade ettiğimiz gibi, 1 Mayıs’ın yasallaşması on yıllara yayılan ve Türkiye sınıf mücadelesine damgasını vuran bir mücadelenin ürünüdür. Bu hak verilmemiş alınmıştır. Bunun kazanılmasında ise sendika bürokratlarının en ufak bir emeği yoktur. 1979’dan bugüne bu topraklarda birçok akımdan devrimcinin mücadelesinin ürünü olarak 1 Mayıs Alanı kazanılmıştır. Kim bilir? Belki bu kazanımı “lütuf” sayanların bile devrimci oldukları dönemde bu mücadeleye ufak da olsa katkıları olmuştur.
Son olarak, Taksim-Kadıköy tartışmasının işçi sınıfının güncel taleplerine gölge düşürdüğünü söylemek yetmez. Yapılması gereken, yalnızca tüm sendikalardan işçileri değil, asıl olarak sendikasız işçileri 1 Mayıs’tan aylar önce 1 Mayıs için seferber etmeye çalışmaktır. Bunu sendika bürokratlarının yapmasını beklemek elbette ham hayalciliktir. 1 Mayıs Alanı’na işçi sınıfının sosyalist sloganlarının damgasını vurmasını sağlamak yalnızca Marksistlerin elindedir, bunun aracı olan Marksist partiyi inşa etmek de onların görevidir.