Türkiye-Ermenistan ilişkileri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçen yılın eylül ayında milli maç nedeniyle Erivan’a gitmesinin ardından yeni bir boyuta ulaşmış; her iki ülkenin milliyetçilerinin ve Azerbaycan yönetiminin tepkisini çekse de iki ülke arasında “İlişkilerin normalleşmesi” olarak tanımlanan diplomatik ilişkiler süreci başlamıştı.
Milli maç 1993 yılında Karabağ sorunu nedeniyle kapatılan kara sınırının yeniden açılması yolunda (diplomatik ilişki 1991 yılından beri yok) bir başlangıç noktasıydı ve alınacak çok yol vardı. 22 Nisan gecesi Türk Dışişleri, Türkiye ile Ermenistan’ın İsviçre’nin arabuluculuğunda bir yol haritası belirlediğini ilan etti: “Türkiye ve Ermenistan, İsviçre’nin arabuluculuğunda, ikili ilişkilerini normalleştirmek, iyi komşuluk ve karşılıklı saygı çerçevesinde geliştirmek ve bu suretle tüm bölgede barış, güvenlik ve istikrarı ileri götürmek amacıyla yoğun çaba göstermektedir. İki taraf, bu süreçte somut ilerleme ve karşılıklı anlayış sağlamış ve ikili ilişkilerinin her iki tarafı da tatmin edecek şekilde normalizasyonu için kapsamlı bir çerçeve üzerinde mutabık kalmıştır. Bu çerçevede, bir yol haritası belirlenmiştir. Üzerinde mutabık kalınan bu zemin devam eden bu süreç için olumlu bir perspektif sağladı”.
Yol haritası iki ülke arasında geliştirilmesi hedeflenen ekonomik ilişkilerin dışında diplomatik ilişkilerin kurulmasını sağlamak üzere iki hükümet arasında bir konferans düzenlenmesini ve soykırım iddialarının tartışılması için bir tarih komisyonu oluşturulmasını öngörüyor.
Azerbaycan’ın tepkisi
İki ülke arasındaki gelişen ilişkiler ve ardından açıklanan “Yol haritası”, Türk yönetiminin tüm güvencelerine rağmen Azerbaycan’ın tepkisine neden olmuştu. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in Rusya ziyareti, bir Azeri Parlamento heyetinin Türkiye çıkarması ve Azeri doğalgazına zam yapılacağı haberleri Türkiye – Azerbaycan ilişkilerindeki gerilimin göstergesi olarak sunuldu.
Azerbaycan yönetiminin tepkilerinin sürmesi bekleniyordu. Ancak 7 Mayısta Prag’ta düzenlenen AGİT bünyesindeki Minsk Grubu zirvesi sırasında ABD, Rus ve Fransız temsilcilerinin de eşlik ettiği Aliyev-Sarkisyan görüşmesinde “sürpriz” sayılacak bir sonuç ortaya çıktı. Görüşmeye katılan ABD’li diplomat Matthew Bryza üç saatlik görüşmenin sonunda “Karabağ sorununun çözüm yöntemleri konusunda mutabakat sağlandı” açıklaması yaptı.
“Karabağ sorunu”nun çözülmesi Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki ilişkilerin düğüm noktasını oluşturmaktadır. Nitekim Başbakan Tayyip Erdoğan 13 Mayıs’taki Azerbaycan ziyaretinde ”İşgal ortadan kalkmadıktan sonra kapıların açılması mümkün değil” ifadesiyle, Karabağ sorununun çözümünün önemini bir kez daha vurgulamıştır. Bu ziyareti Azerbaycan’a ve aynı zamanda Minsk Grubuna bir mesaj olarak algılamak gerekir.
Uluslararası Müdahale
AGİT’in Karabağ sorununa gösterdiği ilgi üç ülke arasındaki ilişkinin dünyadaki dengeler açısından önemini ortaya koymaktadır. Kafkasya hem önemli petrol ve doğal gaz yataklarına sahip olması hem de bunların Avrupa’ya ve tüm dünyaya aktarılması için bir geçit olması nedeniyle tüm dünyanın gözlerinin üzerinde olduğu bir coğrafya. Kafkasya’daki istikrarın sağlanması ve ABD ve Avrupa devletleri için güvenilir yönetimlerin oluşturulması bu nedenle hayati bir öneme sahiptir.
ABD ve AB için enerji yollarının denetim altına alınmasında başlıca sorun, Kafkasya’yı hala arkabahçesi olarak gören Rusya’nın bölge üzerindeki hakimiyetidir. Özellikle Avrupa’nın doğal gaz açısından Rusya’ya bağımlılığı son Rusya-Ukrayna krizinde birkez daha kendini hissettirdi. Diğer yandan Rusya’nın Gürcistan’ı işgali ve ardından Güney Osetya ve Abazların bağımsızlık ilan etmesi, ‘turuncu devrimler’le bölgede ABD-AB yanlısı bir koridorun oluşturulmasının hiç de kolay olmadığını göstermişti.
Karabağ sorunun ele alındığı Azerbeycan ve Ermenistan görüşmesinin AGİT bünyesindeki Misk Grubu zirvelerine rastlaması anlamlı. İlk gün Azerbaycan, Ermenistan, Beyaz Rusya, Moldova, Ukrayna ve Gürcistan ile “Doğu Ortaklığı zirvesi” toplandı. İkinci gün ise Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Gürcistan, Türkiye, Irak, Mısır ile “Güney Koridoru” bir araya geldi. Bu zirvelerin temel amacı, bu ülkeleri AB’ye yakınlaştırıp Rusya’nın hegemonyasını azaltmak, Rus gazına bağımlılığı bitirmek için Orta Asya ve Ortadoğu’da yeni boru hatları inşa etmek. Bu yeni boru hatlarından birinin Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye üzerinden geçmesi güçlü bir ihtimal.
Son dönemde bölgede tartışılan en önemli boru hattı projesi olan Nabucco’nun da aynı zaman diliminde tekrar masaya yatırılıp inşaası için karar alınması ve daha somut adımların atılması tesadüf olmasa gerek. Ortadoğu ve Hazar bölgesinde Azerbaycana ait Şah Deniz, Türkmenistan ve Trans Hazar dogalgaz rezervlerini Avrupa pazarlarına bağlamayı öngören Nabucco hattının, uzun vadede Irak ve Suriye üzerinden Mısır’ın gaz kaynaklarının Avrupa’ya taşınması da planlanmakta. Ancak alınan bu kararların ve atılan somut adımların bölgenin kırılgan yapısı düşünüldüğünde ne kadar gerçekleşeceği sorusuna net bir yanıt vermek pek mümkün görünmüyor. Hakan Aktaş’ın 15 Şubat tarihli ‘Küresel Krizin Gölgesinde Nabucco ve Enerji Krizi’ başlıklı yazısı bu konuda bize önemli ipuçları vermekte: “…içinden geçtiğimiz küresel kriz ve Ortadoğu’daki diğer gelişmeler (son olarak İsrail ve Hamas arasında yaşananlar) bu süreci oldukça kırılgan hale getirmekte. Her ne kadar Mitschek ilk gaz transferinin başlayacağı yıllarda (2014-2015) Ortadoğu ve Kafkasların tehlike arz etmeyeceğini belirtse de, Rusya’nın Gürcistan ile geçtiğimiz yıl girdiği savaş dahil olmak üzere İran, Afganistan ve Pakistan arasında yaşanan gelişmeler bırakın 5 yılı çok daha öncesinde bölgesel savaşlarının fitilini ateşleyebilecek düzeydedir.
Ulusötesi sermaye bugün, dünya üretimi için gerekli olan enerjinin ulus devlet sınırlarına çarpmadan küresel anlamda planlanmasını tercih ederken kapitalizmin içinden geçtiğimiz krizi ve son günlerde kriz dolayısıyla ortaya çıkan ulusal koruma eğilimleri bu tercihi zora sokmakta. Önceki “Doğalgazda Kriz Aşıldı Mı?”* adlı yazıda da bahsi edildiği gibi enerji ihtiyacının bugün ulaştığı boyut göz önüne alındığında enerjiye ilişkin her türden ulusal müdahale özellikle Ortadoğu ve Kafkasya’da yeni savaşların bir diğer adı olacaktır. “
Kafkasya’da yaşanan gelişmelere tek yanlı olarak “emperyalizmin oyunları” klişeleriyle bakmak birçok noktanın gözden kaçmasına da yol açmaktadır. Olaylar emperyalist güçlerin zorlamalarıyla ve müdahaleleriyle gelişsede bölge ülkelerinin burjuvazilerinin de nemalanacağı bir karakter taşıması nedeniyle gelişmeler bu kadar hızlı olmaktadır. Türk, Ermeni ve Azeri devletleri, emperyalizmin “onayı” ve kendi burjuvazilerinin küresel kriz ortamında “pastadan alacakları pay” ile son adımları atmışlardır. Yoksa 1993 yılından beri yapılan onlarca toplantıda bir adım ilerleme olmayan Karabağ sonunda son bir ayda alınan yolun başka açıklaması yoktur.
Sosyalizm imzalı olarak 11 Nisan tarihinde NATO Zirvesi, Obama’nın Ziyareti ve Türkiye’nin Netleşen Konumu adlı yazı bu durumu Türkiye açısından net bir biçimde ortaya koymaktadır:
“Türkiye’nin bölgedeki etki alanını genişletmesinin tek aracı, emperyalist müdahalelere askeri destek olmak değildir. Kafkasya’daki çıkarlara uygun şekilde Türkiye’li egemenler Kafkas ülkeleri üzerinde kültürel bir etki alanı yaratmak için de çabalıyorlar. Geçtiğimiz günlerde yayın hayatına başlayan TRT AVAZ –ki Azerbaycan Türkçesi, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe ve Türkmence dillerinde yayın yapacak, Türk sermayesinin sesi olarak, artık gözden düşmüş olan “Voice of America”nın yerini alarak Kafkas ülkelerinde Türk sermayesinin –ve dolayısıyla da onun uluslararası ortaklarının- sesi olacaktır. Bütün bunlar, Obama’nın Türkiye’ye neden “özel” bir önem verdiğini açıklar.
Unutmamak gerekir ki, AKP hükümeti, bütün bu alanlarda atacağı adımları, ABD’nin / AB’nin talimatlarına kölece boyun eğdiği için değil; aynı zamanda, Türkiye’nin (bunu “burjuvazinin” diye okuyun) “ulusal çıkarları” öyle gerektirdiği için atacaktır. Burjuvazi ve devleti, küçük burjuva ulusalcı muhalefetinin -ve onun sözde emperyalizm karşıtı hatta “sosyalist” ortaklarının”- sandığı gibi, örneğin Ermenistan’a ilişkin politikasını, “Türklerin Azeriler ile olan tarihsel-kültürel yakınlığı / akrabalığı” masalına göre değil ama bu ülkede gerçekleştireceği yatırımlardan, ticaretten vb. elde edeceği karlara göre belirlemektedir. Aynı durum, farklı biçimlerde ama hep aynı nedenlerle Irak, Suriye ve Afganistan için de geçerlidir.”