Yeni AKP hükümeti ve işçi sınıfının görevleri

Davutoğlu’nun istifasından sonra oluşturulan yeni Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yönetiminin ardından kurulan hükümet, egemen sınıfın savaş ve diktatörlük yönelimi ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki yönetici kliğin hizipsel çıkarlarını bir araya getiren bir geçiş hükümetidir.

Bu hükümetin başlıca görevinin, “fiili durum” yaratarak uzun süredir adım adım uygulanan rejim değişikliği operasyonunu, kamuoyuna “Türk tipi başkanlık” olarak tanıtılan bir diktatörlük modelini yeni bir anayasa ile taçlandırmak olduğu hiç kimse için sır değil. Üstelik bu gerçek, yalnızca muhalif burjuva politikacıları ve medyası değil; bizzat Erdoğan ve onun uysal bir izleyicisi olarak bilinen Başbakan Binali Yıldırım tarafından da açıkça ifade ediliyor.

Önceki AKP iktidarlarının uygulamaya koyduğu işçi düşmanı yasalara yenilerini ekleyeceğini ilan eden yeni hükümet, Davutoğlu başkanlığındaki AKP iktidarının yaklaşık bir yıl önce yeniden canlandırdığı ve yüz binlerce Kürt emekçisini yerinden eden, yüzlercesinin de ölümüne yol açan iç savaştan ve başta IŞİD’in açıkça göz yumulan saldırıları olmak üzere terör eylemlerinden de diktatörlük hedefi doğrultusunda yararlanacaktır.

Daha önceki yazılarımızda ifade ettiğimiz gibi, AKP iktidarının açık diktatörlük yönelimi ile Suriye’ye yönelik yayılmacı hesapları arasında kopmaz bir bağ bulunuyor. Suriye’deki yeni Osmanlıcı yayılmacı hayalleri Rusya’nın müdahalesinin ardından boşa çıkan Erdoğan önderliğindeki yönetici klik, kısa süre önce, İncirlik üssünü açma karşılığında ABD’nin ve Avrupa Birliği ile Suriyeli göçmenleri koz olarak kullandığı kirli bir anlaşma yoluyla Alman emperyalizminin desteğini almıştı. Bunların karşılığında ve daha geniş planlar doğrultusunda, ABD ve AB emperyalistleri, AKP iktidarının demokratik haklara yönelik saldırıları ile Kürt halkına ve siyasi temsilcilerine yönelik operasyonları karşısında sessiz kalmıştır.

Bununla birlikte, derinleşen ekonomik krize paralel olarak artan bir toplumsal muhalefet ile karşı karşıya olan Washington’daki ve Avrupalı emperyalist merkezlerdeki yönetici seçkinler içinde Suriye’deki savaş konusunda yaşanan görüş ayrılıkları, onların AKP iktidarına yönelik tavrını derinden etkiliyor. ABD ve Avrupa işçi sınıfının kendi egemen seçkinlerinin toplumsal saldırı, savaş ve diktatörlük yönelimine olan tepkisi, emperyalist hükümetlerin hareket alanını daraltırken, onlar ile Suriye’deki kendi yayılmacı gündeminde ısrar eden Ankara’daki yöneticiler arasındaki ilişkilere de darbe vuruyor.

Bunun en son örneğini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta İstanbul’da toplanan “Dünya İnsani Zirvesi” sonrasında, AB’den gelen “demokrasi ve insan hakları” eleştirilerine yönelik tepkisinde gördük. Erdoğan, AB’nin göçmenlerin geri kabulü anlaşmasının bir parçası olarak TC vatandaşlarına vize muafiyeti uygulamada geri adım atmasına yanıt olarak, bilinen tehdit yöntemine başvurdu. Erdoğan, gazetecilere, “Bize ikide bir kriter dayatmasınlar… Görüşmelerde sonuç alınırsa ne âlâ. Yoksa olmaz. Böyle giderse Geri Kabul Anlaşması’na yönelik bizden yasa çıkmaz. Burası Türkiye,” dedi. Yine, burjuva medyada, Ortadoğu’da kendi bağımsız askeri varlığını sağlamaya çalışan Almanya’nın İncirlik üssünde kalıcı güç bulundurma talebinin reddedilebileceğine ilişkin haberler yer aldı (Almanya’nın desteğini elde etmeye yönelik bir diğer tehdit ya da şantaj).

Bu arada, YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri, ABD’li “uzmanlar”ın denetiminde ve emperyalist devletlerin hava desteğiyle IŞİD’e karşı askeri operasyonlarında önemli ilerlemeler kaydediyor ki bu, Ankara’daki yöneticiler için oldukça can sıkıcı. Bilindiği gibi, ABD’nin Suriye’deki ve Irak’taki başlıca vekil gücü olan PYD’yi ve onun askeri kolu YPG’yi “PKK’nin uzantısı terör örgütü” olarak gören Ankara, Washington’ı, AKP destekli İslamcı güçlere yeterince destek vermemekle suçluyor.

Ancak Ankara’daki yönetici seçkinler ile emperyalist ortakları arasındaki bütün bu anlaşmazlıklar, kriz içindeki emperyalist sistemi koruma ve Ortadoğu’nun yağmalanması ortak stratejik yönelimi çerçevesinde yaşanmaktadır. Bu, Türkiye burjuvazisi ile Erdoğan önderliğindeki yönetici klik arasındaki ilişkiler için de geçerlidir.

Tarihi boyunca, işçi sınıfına ve demokratik haklarını talep eden Kürt halkına karşı askeri diktatörlükler dahil her türlü sindirme yöntemine başvurmuş olan Türkiye egemen sınıfı, 2008 küresel krizinin derinleşmesinin ve bunun –başta Ortadoğu’daki altüst oluş olmak üzere– yol açtığı siyasi çalkantıların ardından, önceki birkaç yıla damgasını vurmuş olan sahte “demokratikleşme” söylemini bir anda unutup, yeniden savaş ve diktatörlük yolunu tutmuştur.

Özetle, “Türk tipi başkanlık” ya da açık diktatörlük yönelimi, burjuva muhalefetin ve onun kuyruğundaki sahte sol grupların iddia ettiğinin tersine, tek başına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve çevresinin “padişahlık özlemleri”nin ya da boğazlarına kadar batmış oldukları yolsuzlukların ve suçların hesabını vermekten kurtulma çabalarının ürünü değildir. Ankara’daki yönetici klik, genel olarak emperyalist sistemin, özelinde ise Türkiye egemen sınıfının gerici, militarist eğilimlerinin cisimleşmesidir.

Diktatörlük yönelimi, başta emperyalistler olmak üzere bütün ülkelerin egemen sınıflarının, kapitalizmin küresel krizinin faturasını işçi sınıfına ödetmek ve sınıfsal gerilimleri zorla baskı altında tutmak üzere zorunlu olarak başvurdukları uluslararası bir önlemdir. ABD’de Donald Trump’ın yükselişi; Fransa’da neo-faşist Ulusal Cephe’nin yükselişi ve Sosyalist Parti hükümetinin olağanüstü hal uygulaması ve devlet terörü; Almanya’da Almanya İçin Alternatif’in Britanya’da Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin yükselişi ve Avusturya’da aşırı sağcı cumhurbaşkanı adayının birkaç on bin oy farkla seçimi kaybetmesi bu uluslararası eğilimin somut örnekleridir.

Maddi üretimden kopuk devasa bir küresel yağma sayesinde ve işçi sınıfı zararına akıl almaz bir servet edinmiş olan mali oligarşi, bu serveti koruyabilmek ve arttırabilmek için, her zamankinden daha fazla devlet terörüne başvurmak, işçi sınıfının yirminci yüzyıl boyunca edinmiş olduğu bütün sosyal ve demokratik kazanımları ortadan kaldırmak zorunda. Sermayenin içerideki diktatörlük yönelimi, dış politikada giderek daha fazla tehdide, şantaja ve askeri güce başvurma eğilimi ile tamamlanmaktadır.

Dolayısıyla, kapitalizmin uluslararası dinamiklerinin ürünü olan savaş ve diktatörlük yönelimine karşı mücadelede Washington’ın, Berlin’in, Londra’nın ve Paris’in yardımını ummak ya da Türkiyeli egemen sınıfın şu ya da bu kesiminin “demokratik kaygıları”na bel bağlamak, işçi sınıfı ve gençlik için, sonuçları telafi edilemeyecek kadar ağır bir hata olacaktır.

Aynı şekilde, burjuva muhalefetin ve onun uzantısı konumundaki sahte solun salt bir Erdoğan karşıtlığını geliştirme yönündeki çabası da kararlılıkla reddedilmelidir. Erdoğan ve onun AKP iktidarı neden değil; yukarıda da belirttiğimiz üzere, mevcut kriz ve gericilik koşullarının bir sonucudur. Yalnızca bir Erdoğan/AKP karşıtlığı üzerinden yürütülen bu politika, patlamaya doğru ilerleyen toplumsal hoşnutsuzluğu burjuva muhalefet ve sistem kanallarına yedeklemeyi amaçlamaktadır. Öyle ki, toplumsal saldırı, savaş ve diktatörlük yönelimini besleyen kapitalizmin küresel krizi, aynı zamanda toplumsal devrimin koşullarını da oluşturmakta ve her bir ülkedeki egemen sınıflar, her şeyden çok buna karşı önlem almaktadır.

İşçi sınıfı ve gençlik, AKP iktidarı eliyle ilerletilen savaş ve diktatörlük yöneliminin kapitalizmin kaçınılmaz ürünü olduğunu görmek ve bu düzenin kendilerine dayattığı yıkımı önlemek için harekete geçmek zorundadır. İşçilerin ve gençlerin, savaş ve diktatörlük yönelimine karşı mücadelede güvenebilecekleri uluslararası sınıf kardeşlerinden başka herhangi bir güç bulunmamaktadır. Mevcut krizden ve gericilik dalgasından tek çıkış yolu, bütün burjuva partilerinden bağımsız ve onlara karşı, enternasyonalist sosyalist bir programla donanmış işçi sınıfının sosyalist devrimidir. Türkiye’de ve uluslararası ölçekte, bu tek devrimci çözüme ulaşmak üzere Sosyalist Eşitlik Partisi’nin inşası yakıcı bir önem taşımaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir