Türkiye, Rusya ve İran devlet başkanları Ankara’da bir araya geldi

4 Nisan’da, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, hem Suriye’deki gelişmeleri hem de üç ülke arasındaki ilişkileri görüşmek üzere Ankara’da bir araya geldi.

Zirveden sonra yayınlanan ortak açıklamaya göre, üç ülke lideri “Terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi reddetmiş, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü ile komşu ülkelerin ulusal güvenliğini zayıflatmayı amaçlayan ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılıklarını ifade etmişlerdir.”

Erdoğan, Putin ve Ruhani, ayrıca, “DEAŞ, Nusra Cephesi ve El Kaide veya DEAŞ’la bağlantılı tüm diğer bireyler, gruplar, teşebbüsler ve oluşumların ortadan kaldırılması amacıyla aralarındaki iş birliğini sürdürme kararlılıklarını kararlılıklarını” yinelediler.

Üç ülke arasında bu türde ikinci toplantı olan Ankara zirvesi, Suriye’de savaşan farklı hizipleri bir araya getiren Kazakistan’ın Astana kentindeki sözde Suriye barış görüşmelerinin parçasıydı. İlk zirveye, Kasım ayında, Karadeniz’deki Soçi kentinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ev sahipliği yapmıştı.

Üçlü zirve, eski Rus ajanı Sergey Skripal’in zehirlenmesi üzerine Rusya’ya karşı ABD-Britanya önderliğinde sürmekte olan saldırganlığın ve emperyalist ülkelerin egemen seçkinleri içinde Suriye savaşı ve Rusya ile İran’a yönelik tavır konusunda süregiden anlaşmazlıkların ortasında yapıldı.

NATO ve Avrupa Birliği (AB) devletleri Rus diplomatları sınır dışı ederken, ittifakın 1952’den beri önemli bir üyesi olan Türkiye ise, Britanya ve diğer NATO ülkeleriyle “dayanışma gösterme”yi reddetmişti. 26 Mart’ta, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Ankara’nın Moskova’ya karşı herhangi bir adım atmayacağını belirtmiş ve şunları söylemişti: “Türkiye ile Rusya arasında olumlu ve iyi bir ilişki vardır. Türkiye bu anlamda Rusya’ya karşı herhangi bir karar almayı düşünmemektedir.”

ABD’nin ve diğer büyük NATO güçlerinin Suriye savaşı konusundaki yaklaşımlarına gelince; Ankara, uzun süredir, görünüşteki müttefiklerine karşıt biçimde kendi yolunda gidiyor. Ankara, bir buçuk yıldan kısa bir süre içinde, NATO ortaklarından gelen sert eleştirileri hiçe sayarak ve Moskova’nın rızasıyla, Pentagon’un Suriye’deki başlıca vekil gücü olan Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) ve onun milis gücü Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) karşı art arda iki askeri harekata girişti.

Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumunun varlığını Türkiye’nin “toprak bütünlüğü”ne yönelik büyük bir tehdit olarak gören AKP hükümeti, defalarca, askeri operasyonlarını, Fırat Nehri’nin doğusuna, Suriye’nin PYD/YPG denetiminde bulunan petrol zengini kuzeydoğu bölümüne doğru genişletme hedefini ilan etti.

Erdoğan, Ankara zirvesinin ardından düzenlenen bir basın toplantısında, Ankara’nın tavrını yineledi ve şunları söyledi: “Tel Rıfat bölgesini, Suriyeli kardeşlerimiz için yaşanabilir hale getirmek için Rus ve İranlı dostlarımızla çalışma yürütmeye hazırız. Münbiç başta olmak üzere PYD/YPG’nin kontrolündeki tüm bölgeleri güvenli hale getirene kadar durmayacağımızı tekrarlamakta fayda görüyorum.” Cumhurbaşkanı, Türk ordusunun operasyonlarına, “Fırat’ın doğusundan Kuzey Irak sınırına uzanan bölge” temizleninceye kadar devam edeceğini birden çok kez açıklamıştı.

Bu arada, Washington’dan, Suriye’deki ABD politikası konusunda çelişkili açıklamalar geldi. Pentagon İran’a karşı savaş yöneliminin parçası olarak Suriye’de daha fazla askeri tırmanmaya işaret ederken, ABD Başkanı Donald Trump, ülkede konuşlu 2.000 ABD askerinin çekilmesi üzerine birkaç açıklama yaptı. Bununla birlikte, Beyaz Saray, Ankara’daki üçlü zirve ile aynı zamana denk gelen bir Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısında, ABD’nin Suriye’ye yönelik politikasında hiçbir değişiklik olmadığını duyurdu.

Türkiye Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, başlıca hükümet yanlısı gazete olan Sabah’ta 7 Nisan’da yayınlanan bir başyazıda, şunları yazdı: “ABD’nin İran’a bir karşı ağırlık olarak Suriye’nin doğusunda kalmayı istediği son aylarda giderek açık hale geldi. Bu, Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) de destek gören bir politika. … Açıkça görülüyor ki, mesele artık DEAŞ meselesi değil Suriye’de ve ötesinde yeni bir güç dengesi yaratma meselesidir. DEAŞ’a karşı mücadele artık ikincil bir hedef ve ABD ordusu, orduya yalnızca terörle mücadele kapsamında yabancı ülkelerde faaliyet gösterme izni veren ABD yasalarına göre Suriye’de kalmaya gerekçe bulmakta sorun yaşıyor.”

Avrupalı devletler de, Ortadoğu’daki emperyalist çıkarlarını ilerletmek için Suriye’de daha aktif bir askeri politika arayışındalar. Son haftalarda, medyada, sadece Pentagon’un değil ama aynı zamanda Londra ile Paris’in de, Pentagon’un büyük ölçüde Kürt milliyetçilerinden (YPG) oluşan başlıca vekil gücü Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) desteklemek için Menbiç’te asker konuşlandırdığı yönünde çeşitli haberler yayınlandı. Britanya’nın ve Fransa’nın Suriye savaşına müdahalelerinin tırmanması, NATO içinde, özellikle bir sonraki askeri hedefi olarak Menbiç’i ilan eden Ankara ile süregiden gerilimleri kızıştırırken, Suriye çatışmasını yalnızca körükleyecektir.

Moskova’yı, Ankara’yı ve Tahran’ı, Beşar Esad’ın Suriye yönetiminin geleceği konusundaki farklılıklarını en azından şimdilik bir kenara bırakmaya iten, Rusya’ya, Çin’e ve İran’a karşı daha geniş jeostratejik hedeflerin parçası olarak Ortadoğu’daki emperyalist savaş yöneliminin giderek artan basıncıdır. Onlar, bunu, “Suriye’nin toprak bütünlüğünün yeniden sağlanması, kanlı çatışmaların önlenmesi ve ülkenin geleceğinin yeniden inşası konusunda uzlaşma” gibi sözlerin örtüsü altında yapıyorlar.

Ankara’nın, Moskova ve Tahran tarafından kararlılıkla desteklenen Suriye yönetiminin azılı bir düşmanı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, taraflardan biri Suriye savaşına yönelik tavrını değiştirmedikçe, Astana görüşmelerinin başlatıcısı olan üç hükümet arasında kalıcı bir işbirliği güçlükle hayal edilebilir.

Ancak bu, Ankara’yı, Moskova’yı ve Tahran’ı, kendilerini ABD öncülüğündeki emperyalist koalisyondan gelen tehdit altında hissettikleri için, ticari, ekonomik ve hatta askeri alanlardaki ilişkilerini geliştirmekten alıkoymuyor. Türkiye, Rusya ve İran egemen seçkinleri, kendi kapitalist çıkarlarını ve varlıklarını savunmak için birbirlerine yaklaşırken, emperyalistler arasında artan çelişkilerden de yararlanmaya çalışıyorlar.

Kendisinin “terörist” olarak gördüğü Kürt milliyetçilerine verdikleri destek ve 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimine bulaşmaları yüzünden Batılı müttefiklerinden büyük hayal kırıklığına uğramış olan AKP hükümeti, Moskova ile bağlarını önemli ölçüde arttırmış durumda. Ankara, Rusya ve İran ile birlikte, NATO ortaklarını büyük ölçüde dışlayan Astana görüşmelerini başlattı ve ABD’den ve NATO’dan defalarca gelen uyarılara rağmen, Moskova’dan S-400 füze savunma sistemi satın aldı. Dahası, Moskova ve Ankara, şu anda, askeri teknik işbirliğinde ek projeleri görüşüyorlar.

Rusya Devlet Başkanı Putin, Rusya-Türkiye Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin bakanlar düzeyinde çeşitli toplantılar düzenlediği Türkiye’ye, bakanlar ve çeşitli Rus şirketlerinin temsilcileri ile birlikte gelmişti. Türk ve Rus bakanlar, ticaret, turizm, yatırım ve Akkuyu nükleer enerji tesisini ve iki taraflı doğalgaz boru hattı projesini kapsayan çeşitli projelerin finansmanı üzerine onlarca anlaşma imzaladılar.

Basında yer alan haberlere göre, Rus ve Türk temsilcileri, ayrıca, bilgi teknolojisi, fiziksel yeterlilik ve spor, sosyal politika ve kadın hakları, aile ve çocuk alanlarında işbirliği protokolleri imzaladılar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdiden, Türkiye-Rusya ticaret hacminin 2017’deki 22 milyar dolardan 100 milyar dolara çıkartılması umudunu dile getirmiş durumda. Türkiye, doğalgazının yaklaşık yarısını ve kömürün yüzde 30’unu Rusya’dan ithal ediyor. Moskova, aynı zamanda, Ankara’nın en büyük üçüncü petrol tedarikçisi. Rusya Türkiye’nin ilk nükleer enerji tesisini inşa ediyor ve ona yakıt tedarik edecek. 6 Nisan Cuma günü, Rusya Enerji Bakanı Aleksandr Novak, Rusya’nın, Türkiye’nin Akkuyu nükleer enerji tesisinin inşaatını, başka yatırımcı çekemezse bile tamamlayabileceğini açıkladı.

10 Nisan 2018

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir