Türkiye egemen sınıfının savaş ve militarizm yöneliminde bir tırmanmaya işaret eden hava savunma sistemi anlaşmaları, bir yandan Türkiye-NATO arasındaki gerilimleri diğer yandan da NATO içindeki çatlakları açığa vuruyor.
Brüksel’de yapılan NATO Savunma Bakanları toplantısı sırasında, Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli ile İtalyan ve Fransız mevkidaşları Roberta Pinott ve Florence Parly arasında bir anlaşma imzalandı. Söz konusu ön anlaşma, Eurosam Konsorsiyumu kapsamında “hava ve füze savunma sistemi geliştirilmesi, üretilmesi ve kullanılması konularında işbirliği yapılmasını” öngörüyor. Konsorsiyum ve Türk şirketleri, ilk adım olarak, “üç ülkenin ihtiyaçlarını” göz önünde bulundurarak SAMP-T füze sistemini temel alan bir sistemi geliştirmeye çalışacak. Bunun dışında, Türkiye ile İspanya arasında savunma sanayi işbirliğinin geliştirilmesine yönelik bir “niyet beyanı” imzalandı.
Bakan Canikli, anlaşma ile ilgili yaptığı açıklamada, şunları söyledi: “Biliyorsunuz S-400 hava savunma sisteminin yanında yine salt füze sistemlerinin daha iyi bir üst modelinin bu ülke firmalarıyla geliştirilmesi, Türkiye ile birlikte üretilmesi ve kullanılmasını içeriyor. Bu alandaki eksikliğimizi de büyük oranda giderecek ve yerli, milli imkanlarla hava savunma sisteminin oluşumuna katkı sağlayacak bir proje.”
Eurosam Konsorsiyomu’nun ortakları arasında Fransa ve İtalya şirketlerinin yanı sıra Britanya, Almanya ve İspanya şirketleri de var. Eurosam’ın üçte biri Fransız Thales firmasının, geriye kalan üçte ikilik kısmı ise uluslararası MBDA firmasının elinde bulunuyor. MBDA ise İtalyan Leonardo, İngiliz BAE Systems ve Fransa, Almanya ve İspanya’nın ağırlıklı sahibi olduğu Airbus’ın bir ortak firması.
ABD kendi küresel egemenlik hesapları doğrultusunda Ortadoğu’yu biçimlendirmeye çalışır ve kapsamlı bir savaşın zeminini yaratırken, bölgesel bir savaşa hazırlanan Ankara, birkaç yıldır, NATO’daki müttefiklerinden bağımsız, kendi hava savunma sistemini oluşturmak için müzakereler yürütüyordu.
Hükümet, ilk olarak 2013 yılında, Ankara’nın NATO, özellikle de ABD ile ilişkilerinin altını iyice oyacak şekilde, Çin devletine ait bir şirketten uzun menzilli hava savunma sistemi satın almaya karar vermişti. Ancak Ankara, ABD’nin baskısıyla, Çin ile üzerinde anlaşılmış olan 3,4 milyar dolarlık programı Kasım 2015’te tamamen iptal etmek zorunda kalmıştı.
Bununla birlikte, Çin ile anlaşmanın iptal edilmesi, Ankara’nın NATO’dan bağımsız kendi hava savunma sistemine sahip olma hedefini ortadan kaldırmadı. Erdoğan hükümeti, özellikle Suriye’deki rejim değişikliği savaşı konusunda Batılı müttefikleri ile yaşanan anlaşmazlığın uzlaşmazlık noktasına varmasının ardından, NATO’dan bağımsız bir füze savunma sistemi geliştirme ihtiyacını vurgulamaya devam etti.
Kendi hava savunma sistemini geliştirmenin çok uzun sürecek olması, Türkiye’yi teknoloji transferini de sağlayacak ve acil ihtiyaçlarını karşılayacak arayışlara itti. Ortadoğu’da çatışan çıkarların Türkiye’yi NATO’dan uzaklaştırdığı bir süreçte, Ankara yüzünü Moskova’ya döndü. Özellikle ABD ve Almanya gibi başlıca NATO ülkelerinin arkasında olduğu 15 Temmuz darbe girişimi de Ankara’nın Rusya’nın S-400 hava ve füze savunma sistemi satın alma sürecini hızlandırdı.
Türkiye ile Rusya arasında S-400 füze sistemine ilişkin anlaşma Temmuz ayında imzalanmıştı. Geçtiğimiz Eylül ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk ödemenin yapıldığı açıklamasıyla birlikte, Moskova ile Ankara arasında S-400 füze sisteminin Türkiye’ye satışı konusunda bir anlaşmaya varıldığı resmen duyurulmuş oldu.
Türk yetkililerin Rusya ile varılan anlaşmanın NATO’ya bir alternatif olarak görülmemesi gerektiği biçimindeki çok sayıda açıklamasına karşın, S-400 anlaşması bu emperyalist ittifaka indirilmiş bir darbeydi. Türkiye, ilk uzun menzilli hava ve füze savunma sistemini Rusya’dan alma yoluyla, gerek gördüğünde, hava sahasını NATO savaş uçaklarına kapatabilecek.
S-400 savunma sistemi anlaşmasının duyurulması ile birlikte NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Eylül ayında buluştuğumda konuştum. Farklı devletlerden bu tür kabiliyetler edinmek istemenin ulusal bir karar olduğunu söyledim” demişti. Stoltenberg, sözlerini, ilk kez Temmuz ayında gündeme gelmiş olan Türkiye-Fransa-İtalya hava savunma anlaşması ile ilgili olarak, “müttefiklerin birlikte sistemler geliştirmesini, edinmesini ve işletmesini kolaylaştırmak istiyoruz ki maliyetler düşsün ve ittifak içindeki savunma sanayileri güçlensin” diye sürdürmüştü.
Stoltenberg’in S-400’e ilişkin ılımlı açıklamalarına karşın, NATO’nun askeri kanadından, özellikle ABD’li generallerden sert açıklamalar geldi. Kısa süre önce Reuters haber ajansına konuşan NATO Hava Kuvvetleri Komutanı ABD’li General Tod Wolters, “Bu anlaşma henüz uygulanmaya konmadı. Sözü edilen S-400’ler Türkiye’de bulunmuyor” dedi. Deutsche Welle’nin haberine göre, S-400 füze savunma sisteminin NATO hava savunma sistemleri ile uyumlu olmadığına dikkat çeken Wolters, Türk hava kuvvetleri yetkililerine, NATO’ya uyumlu çalışabilecek sistemler satın almaları konusunda baskı yapmaya devam edeceğini söyledi. Wolters, “Bölgede, artık bu kapasiteye sahip, ortak çalışılabilirlik seviyesi çok yüksek sistemlerimiz var.” şeklinde konuştu.
Türkiye’nin İtalya ve Fransa ile yaptığı anlaşma, ilk bakışta Türkiye’nin NATO üyesi ülkelerle ilişkilerinde bir iyileşme olarak görülmekle birlikte, NATO içindeki çatlakları da açığa vuruyor. ABD, Almanya ve Avusturya gibi ülkelerle gerilimler artar ve silah satışı konusunda sorun yaşanırken, ittifak içindeki farklı ülkelerle yapılan anlaşmalar NATO içinde alt ittifakları gündeme getiriyor.
Çarşamba ve Perşembe günleri Brüksel’de düzenlenen NATO Ülkeleri Savunma Bakanları Toplantısı’nda, Avrupa’da, Rusya’yı hedef alan büyük bir askeri yığınağa ilişkin planlar tartışıldı. Diğer yandan Trump’ın Asya ziyareti, ABD’nin Kuzey Kore’ye karşı bir savaş başlatmaya hazırlandığı yönünde güçlü bir izlenim uyandırıyor. Böyle bir savaş hazırlığının asıl hedefinin Çin’in Asya Pasifikteki gücünü ortadan kaldırmak olduğu ortada.
Emperyalist devletler, Rusya’ya ve Çin’e boyun eğdirme ve Ortadoğu’yu yeniden sömürgeleştirme yönünde aynı yolda ilerleseler de, aynı zamanda, birbirlerine karşı kendi çıkarları uğruna mücadele ediyorlar. Onlar, emperyalist sistemin, 20. yüzyıldaki iki dünya savaşının çözemediği sorunlarını, bir kez daha silah zoruyla çözmeye hazırlanıyorlar. Ancak silaha sarılanlar sadece onlar değil. Başta Rusya ve Çin olmak üzere, Ortadoğu’nun ve Asya’nın bölgesel güçleri de silahlanma yarışı içinde.
Egemen sınıflar, kapitalizmin küresel krizinin onları ittiği savaş yolunda, iktidardaki ve muhalefetteki partileri aracılığıyla, rakiplerine karşı kendi çıkarlarını korumak ve geliştirmek için içeride toplumsal karşıdevrim ve diktatörlük yoluyla savaş hazırlıklarını tırmandırmaktan başka bir çözüme sahip değiller.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Araştırma Hizmetleri Başkanlığı’nın Türkiye’de nükleer silahların varlığı üzerine hazırladığı raporla ilgili yazımızda belirttiğimiz gibi, “ABD emperyalizminin tırmandırdığı jeopolitik gerilimleri yatıştırmanın ve savaş tehlikesini önlemenin yolu… daha güçsüz burjuva devletlerin güçlenmesi değildir.” Militarizmin tırmanması, küresel bir yıkıma yol açacak olan savaş tehlikesini, yalnızca yakınlaştırmaktadır.
Bununla birlikte, savaşın patlaması kaçınılmaz değildir. Savaş uçurumuna sürüklenişi durdurmanın tek yolu, uluslararası işçi sınıfının sosyalist ve enternasyonalist bir program temelinde savaşın nedeni olan kapitalizme karşı seferberliğidir.