Pazartesi günü, Washington’ın Çin mallarına yeni gümrük vergileri getirmesi ve Başkan Trump’ın tırmanan ticaret çatışması üzerine sonraki açıklamaları, ABD’nin politikasının temel itici güçlerini netleştirmiştir.
Yeni önlemler doğrultusunda, yaklaşık 200 milyar dolar değerindeki Çin ürününe, önümüzdeki Pazartesiden itibaren yüzde 10’luk bir vergi konulacak. Bu oran, ABD’nin Pekin’in tam teslimiyetini elde edememesi durumunda (ki bu, son derece düşük bir olasılık olarak görülüyor), Ocak 2019’dan itibaren yüzde 25’e yükseltilecek.
Çin şu anda başlıca hedef olsa da, Trump yönetimi, ABD’yi, dünyanın geri kalanına karşı ekonomik bir savaşa girmiş olarak görüyor.
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin (WSWS) vurguladığı gibi, bu çatışmanın itici gücü, ABD’nin, eski rakipleri, özellikle de Almanya ve Japonya karşısındaki uzun süreli ekonomik gerilemesi ve Çin biçiminde yeni bir rakibin yükselmesi korkusudur.
Bu, Trump’ın, Salı günü Polonya Devlet Başkanı Andrzej Duda ile düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamalarla vurgulandı. Önceki gün getirilen gümrük vergileri üzerine bir soruyu yanıtlayan Trump, ABD’nin tüm büyük ticaret ortaklarına bir dizi suçlama yöneltti.
ABD’nin 1980’lerde Japonya ile başlayan ve bugün Çin’e genişleyen 30 yılı aşkın sürelik ticaret açıklarına ilişkin kaygısını belirten Trump, şunları söyledi: “Biz, dünyanın kumbarasıyız. Bize … Avrupa Birliği tarafından kazık atılıyor. Herkes bize kazık atıyor. Kanada, uzun bir süre ülkemizden yararlandı.”
Trump’ın, kendisi ile Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker arasında Temmuz ayında düzenlenen görüşmeleri sayıp dökmesi, Washington’ın artık kullanmakta olduğu mafyavari pazarlık tekniklerinin bir göstergesidir.
AB’nin ABD ile pazarlık etmeyi reddettiğini iddia eden Trump, Juncker’e şunları söylemiş: “Sorun değil, artık pazarlık etmemize gerek yok. ABD’ye gönderdiğiniz milyonlarca arabanın tamamına gümrük vergisi koyacağız.”
Trump, şöyle devam etti: “Dürüst olmak gerekirse, Avrupa’dan ofisime o kadar hızlı bir şekilde geldi ki, bu hızla uçan uçaklara sahip olduklarını bilmiyordum… Ve [şimdi] bir anlaşma görüntüsüne sahibiz. Çünkü bu –büyük ölçüde– ekonomik olarak arabalar hakkında. Arabalar büyük bir etmen.”
ABD’nin Avrupa’dan gelen çeliğe ve alüminyuma gümrük vergilerini sürdüreceğinde ısrar etmesinin ardından gelen anlaşmaya göre, iki taraf, AB’nin Dünya Ticaret Örgütü kanalıyla Çin’i geri püskürtmeye çalışmasında ABD’ye katılma sözü vermesiyle birlikte, ticari bariyerleri alçaltma üzerine görüşmeler düzenleme konusunda anlaştı.
ABD, başkana “ulusal güvenlik” gerekçeleriyle adım atma yetkisi veren 1962’deki Ticari Genişleme Yasası’nın 232. Paragraf’ına göre, araba ve araba parçası ithalatına yüzde 25’lik bir gümrük vergisi uygulama tehdidini sürdürmemeyi, en azından şimdilik, kabul etmişti.
Bununla birlikte, en sert biçimde Alman üreticileri etkileyecek ve ihracatlarının bir kısmını ABD pazarında karsız hale getirecek olan vergi teklifi, düşürülmedi. O, Washington’ın AB’nin kendinden bekleneni yapmadığını düşünmesi durumunda uygulanmak üzere, görüşmelerin üzerinde sallanan bir tehdit olarak duruyor.
Trump, Juncker ile “tartışmalar”ını anlatmasının ardından, başlıca konusuna geri döndü ve “Ülkemiz, bizimle iş yapan neredeyse her ülke tarafından kötüye kullanılmıştır ve biz, bunun olmasına izin vermeyeceğiz.” dedi.
Trump, gümrük vergisi konusu üzerine yaptığı diğer açıklamalarda, bunun altında yatan temel meselelerden birine dikkat çekti: üretimi ABD’ye geri getirmek amacıyla mevcut küresel tedarik zincirlerini altüst etme yönündeki hesaplı çaba. Trump, “Olacak olan, işletmelerin Amerika Birleşik Devletleri’ne geri gelmeye başlamasıdır… Hayalimiz bu… Üretim, burada yapılmaya başlayacak.” dedi.
Bu gerici ekonomik ulusalcı doktrin, ABD emperyalizminin militarist yönelimiyle ayrılmaz biçimde bağlantılıdır. Trump yönetimi içindeki Çin karşıtı en keskin şahinler olan Beyaz Saray’ın ekonomi danışmanı Peter Navarro ile ABD Ticaret Temsilcisi Robert Lighthizer’in açıkça ortaya koyduğu gibi, temel mesele, aslında ticaret açıkları değildir. Onların ağır basan kaygısı, ABD’nin ekonomik egemenliğini ve nihayetinde askeri üstünlüğünü tehdit etmemesi için, Çin’in sanayi ve teknolojik temelini geliştirmesini engellemektir.
Ancak hiç kimse, bu görüşlerin, basitçe, Trump’ın ve onun başlıca ekonomi danışmalarının ateşli zihinlerinden çıktığı yanılsamasına düşmemelidir. Bu görüşler, Demokratik Parti ve sendikalar dahil olmak üzere siyaset kurumu içinde yaygın biçimde paylaşılmaktadır.
Dahası, küreselleşmiş üretimin ABD’nin “ulusal güvenliği”ne, yani savaş yürütme kapasitesine etkisine yönelik kaygılar, on yılı aşkın bir süre önce gündeme getirilmişti. Bunlar, 29 Mayıs 2008’de New York Times’ta yayınlanan “Küreselleşme ve Onun Tedirginlikleri” başlıklı bir makalede açık bir şekilde ifade ediliyordu. Makale, Başkan Nixon’ın dışişleri bakanı ve ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger tarafından yazılmıştı. Kissinger, ABD emperyalizminin uzun süreli bir stratejisti ve onun en kanlı suçlarının bir kısmının kışkırtıcısıydı.
Kissinger, küreselleşmiş üretimin ve finansın gelişmesiyle, büyük şirketlerin faaliyetlerini daha düşük emek maliyetlerinden yararlanacak şekilde yerleştirme eğilimine girdiğini belirtiyordu. Ancak bu süreç, ABD’nin askeri kapasitelerini zayıflatmıştı. Başka bir ifadeyle, savaş için gerekli kaynaklar dağılma eğilimi gösterdi.
O, devamında şöyle yazıyordu: “Küreselleşmenin stratejik etkisi, muhtemelen en önemli konuları iki düzeyde gündeme getiriyor: Ulusal güvenlik için, yabancı yatırımın sınırlanması ve hatta engellenmesi gereken olmazsa olmaz sektörler var mı? İkincisi, Amerika’nın savunma kapasitesini sürdürmek için hangi sektörlerin çökmekten kurtarılması gerekiyor? Bu sorulara verilen yanıtlar, şüphesiz, suistimale açık olacaktır. Ancak bu, ulusal güvenlik prensipleriyle yüzleşme gerekliliğinden kaçınmak için bir bahane değildir.”
Kissinger, yönetimi, “neyin ABD’nin olmazsa olmaz stratejik sanayi ve teknolojik temelini oluşturduğunu ve onu korumak üzere önlemleri araştırmak için” en üst düzeyde bir komisyon kurmaya çağırıyordu.
Kissinger’in yorumları, Trump’ın ticaret savaşı önlemlerinin tamamına “ulusal güvenlik” gerekçeleriyle başvuruluyor olmasının önemini ortaya koymaya hizmet etmektedir. Bu, bazen, sadece, korumacı önlemlerin bir gerekçesi olarak görülüyor. Ancak onun daha derin bir tarihsel anlamı bulunuyor. ABD emperyalizmi, ekonomik gelişme eğilimleri ona karşı hareket ederken, eski ve yeni rakiplerine karşı askeri çatışmaya hazırlanmak üzere savaş için gerekli kaynakları topluyor. Bu, şimdiki ticaret savaşı önlemlerinin itici güçlerinden biridir.