ABD Başkanı Donald Trump ile Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-un, Çarşamba ve Perşembe günü, Vietnam’ın başkenti Hanoi’de ikinci zirvelerini düzenlediler. Görüşmeler, ikinci gününde, ABD’nin Kore Yarımadası’nda bir savaş başlatması yönünde devam eden tehlikeye dikkat çekecek şekilde, iki tarafın herhangi bir somut sonuç üretememesi ile birlikte çöktü.
Washington ve Pyongyang, zirvenin aniden sona ermesinin nedeni konusunda anlaşamadı. Trump, Kuzey Kore’nin, Yongbyon’daki nükleer zenginleştirme tesislerini ancak tüm yaptırımların kaldırılması şartıyla sökmeyi kabul ettiğini iddia etti ve şunları belirtti: “Onlar, bizim istediğimiz bölgelerin büyük bir kısmını nükleer silahlardan arındırmaya razıydılar ama biz bunun için yaptırımların tamamından vazgeçemezdik… Uzaklaşmamız gerekiyordu.” ABD, Pyongyang’ın silah programlarının diğer yanlarının da yaptırımlar kaldırılmadan önce iptal edilmesini talep etmişti.
Kuzey Kore Dışişleri Bakanı Ri Yong-ho, Cuma günü düzenlenen bir basın toplantısında, bu açıklamayı reddetti ve şunları söyledi: “Eğer ABD kısmi yaptırımları kaldırırsa, ağırlıklı olarak da yaptırımların özellikle sivil ekonomiyi ve halkımızın geçimini aksatan maddelerini kaldırırsa, Yongbyon’da bulunan ve plütonyum ve uranyum üretimini de kapsayan tüm nükleer madde üretim tesislerimizi, ABD’li uzmanların huzurunda, kalıcı olarak ve tamamen sökeceğiz.”
Ri, Pyongyang’ın nükleer ve uzun menzilli füze denemelerini kalıcı olarak durdurma yönünde yazılı bir taahhüt de vereceğini ekledi; ancak “Kuzey Kore ile ABD arasındaki mevcut güven düzeyi dikkate alındığında, bu, nükleer silahların yok edilmesi için önerebileceğimiz azami adımdı,” diye belirtti.
Zirve öncesinde, Washington, herhangi bir yaptırımı kaldırmadan önce, nükleer silahların “tam, kanıtlanabilir ve geri dönüşsüz” olarak yok edilmesi yönündeki taleplerini hafifletebileceğini ima etmişti. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, 21 Şubat’ta, “(Kuzey Kore’den gelen) riski ciddi olarak azalttığımızdan emin olana kadar, bu baskıyı (yaptırımları) kaldırmayacağız,” demişti.
Zirvenin başarısızlığına rağmen, Pompeo, yakın gelecekteki görüşmeler hakkında hala iyimser olduğunu belirtti ve görüşmelerin son bulmadığını iddia etti. Buna ek olarak, Seul yönetimi, Trump’ın, Hanoi’den ayrıldıktan sonra Güney Kore Devlet Başkanı Moon Jae-in ile telefonla görüştüğünü ve Moon’dan, Washington ile Pyongyang arasında “etkin biçimde bir arabulucu rolü oynamasını” istediğini ifade etti.
Görüşmeler, Washington’dan gelen ve 2017’de Trump’ın Kuzey Kore’yi “tümüyle yok etme” tehdidiyle belirginleşen kışkırtıcı ve savaşçı tehditler sonucunda başlamıştı. Pyongyang, nükleer programından vazgeçmek üzere yapacağı herhangi bir anlaşmanın, yine de rejim değişikliği operasyonuyla sonuçlanabileceğinin farkında. Washington, artık siyasi olarak yararlı görmediği anlaşmaları iptal etme konusunda uzun bir sicile sahip.
Gerçek şu ki, Kuzey Kore’nin hem nükleer ve silah programları hem de insan hakları konuları, Washington’ın Pyongyang’a ekonomik ve askeri baskı yapmasının ve nihayetinde Stalinist rejimi ABD yörüngesine girmeye zorlamasının bahaneleri işlevi görüyor. 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının ardından başlayan bu süreç, son yıllarda Obama yönetiminin “Asya’ya dönüş” politikasının ve Trump yönetiminin Çin’e karşı daha da tehlikeli savaş hazırlıklarının parçası olarak hızlandırıldı.
Bu bağlamda, Pyongyang’ın silahlarını bir dereceye kadar koruyup korumadığı ya da Kuzey Koreli işçilerin ve köylülerin demokratik haklarını bastırıp bastırmadığı, Pyongyang’a Pekin’e karşı savaş yöneliminde bir müttefik olarak güvenebilmek koşuluyla, Washington için çok az önem taşımaktadır.
Bu, Vietnam’daki zirvenin düzenlenmesinin önemli bir nedeniydi. Trump, zirveden önceki gün, Twitter’da şunları yazmıştı: “Vietnam, yeryüzündeki az miktarda yer gibi serpiliyor. Kuzey Kore de eğer nükleer silahlardan arınırsa, çok hızlı bir şekilde aynı olacak. Potansiyel MÜTHİŞ, dostum Kim Jong Un için, tarihte neredeyse görülmemiş büyük bir fırsat. Çok yakında anlayacağız – Çok ilginç!”
Elbette sözü edilmeyen şey, Vietnam’ın, Fransız ve ABD emperyalizmine karşı onlarca yıllık savaştan sonra, 1980’lerde işçi sınıfını uluslararası sermayeye ucuz emek kaynağı olarak sunmak için kapitalizmin restorasyonundan yararlanmış olduğudur. Vietnam’daki Stalinist rejim, işçilerin ve köylülerin bu sömürüye yönelik her türlü muhalefetini bastırırken, kendisini zenginleştirmiştir. Üstelik Vietnam, iki ülke arasındaki askeri işbirliği büyürken, Washington’ın bölgedeki savaş planlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Pyongyang’daki Stalinistler de, Kuzey Kore işçi sınıfı zararına kendi servetlerini arttırmak için bu dönüşü tekrarlamayı umuyorlar ama bunun, ülkenin en büyük ve tek önemli ekonomik destekçisi olan Çin ile ilişkileri gerginleştireceğinden tedirginler. Her ne kadar Pyongyang tarihsel olarak Pekin ile Hanoi’ninkinden daha iyi ilişkiler sürdürmüş olsa da, Trump yönetimi, kuşkusuz, perde arkasından, Kuzey Kore’nin askeri olarak “çark etmesi” için bastırıyor. Bu, Trump’ın Pyongyang ile meşguliyetinin merkezinde yer almaktadır ve doğrusu ABD’nin Asya-Pasifik’teki politikasının altını çizmektedir.
Zirvenin ve ilerideki görüşmelerin doğrudan sonucu ne olursa olsun, dünya, gitgide, ülkeler arasındaki ittifaklarda yaşanan ani ve hızlı değişiklikleriyle, II. Dünya Savaşı’nın patlamasından önceki dönemi hatırlatıyor. Bununla birlikte, daha geniş bağlamda, ABD’nin “büyük güç” rakipleri Rusya ve Çin ile askeri çatışma hazırlıkları hızla yoğunlaşıyor.