Troçkizm, Stalinizm ve Sahte Sol – III

Metin Çulhaoğlu’na Yanıt

Yine de, şu soru yanıtlanmayı bekliyor: Çulhaoğlu, Troçkizm ile komünizm düşmanlığı ve emperyalizmin savunusu arasında Stalinizm karşıtlığı üzerinden bir bağ kurmak için, neden çok daha kolay bir yolu seçmek ve bizzat Troçkist hareketten çıkmış olan revizyonistlere dayanmak yerine, olmayacak bir yol tutup “New York entelektüelleri” içinde Troçkist yaratmaya çalışıyor?

Çulhaoğlu, örneğin, Dördüncü Enternasyonal’in ve SWP’nin kurucuları arasında yer almış olan Max Shachtman’ın ve destekleyicilerinin “katı anti-Stalinizmi”ne başvurabilirdi. Ama bunu yapmıyor ve bunun, onun bilgisizliğinden kaynaklandığını düşünmek için herhangi bir neden bulunmuyor. Zira Shachtman ile yaşanan tartışma, Troçkist hareketin önderliği içinde yaşanan tüm teorik ve siyasal tartışmalar gibi, bütün ayrıntılarıyla yayınlanmıştır ve genç kuşak Troçkistlerin siyasi eğitimi için kullanılmaktadır. Çulhaoğlu, en azından, Shachtman ile yaşanan tartışma sürecinde Troçki tarafından yazılmış olan makalelerden ve mektuplardan oluşan Marksizmi Savunurken adlı kitabı okumuş veya duymuş olmalı.

Çulhaoğlu’nun Troçkizmi karalamak için Troçkist saflarda yer almış birinin sonradan emperyalizmin kampına geçmesine gönderme yapmamasının nedeni, daha önce belirttiğimiz gibi, “A” dedikten sonra “B” ile devam etmek; yani tartışmanın taraflarının teorik ve siyasi pozisyonlarını açıklamak zorunda kalacağının farkında olmasıdır.

Max Shachtman’ın, Sovyetler Birliği’nin, Ağustos 1939’da Naziler ile imzaladığı saldırmazlık paktının ardından artık yeni bir sınıflı toplumu (bürokratik kolektivist) ifade ettiğini ileri sürüyor; Sovyetler Birliği’nin yozlaşmış da olsa bir işçi devleti olarak tanımlanmasına ve savaşta koşulsuz savunulmasına karşı çıkıyordu. “Troçki’ye kişisel bağlılığına rağmen, Shachtman’ın düzeltilmemiş küçük burjuva siyasal ve yöntemsel görüşlerinin mantığı, onun yabancı sınıfsal güçlerin bir aracına, sonuçta da bir karşıdevrimciye dönüşmesine yol açmıştı.”1 O ve yandaşları, SWP içinde bir yıl süren bir teorik ve siyasi tartışmanın ardından, Nisan 1940’ta toplanan bir kongrede partiden ihraç edildiler.

Troçkist hareketin tarihinde, sınıfsal ve siyasal gelişmeleri tarihsel maddeci diyalektik yöntem ile değerlendirmek yerine, onlara izlenimci, faydacı, seçmeci ve öznel burjuva idealist yöntemlerle yaklaşan ve sonuçta Marksizmden kopan küçük burjuva eğilimlere çok sayıda başka örnek de verilebilir.

Savaş sonrası koşullar

Çulhaoğlu’nun “1946 sonrası soğuk savaş koşulları”na ilişkin tespiti, bütünüyle öznel, izlenimci, çarpık ve tek yanlıdır.

ABD’de ve birçok başka kapitalist ülkede 1940’ların sonralarında dizginlerinden boşalan ve on yıl kadar süren komünizm karşıtı devlet terörüne ve propagandaya rağmen, Avrupa’daki, Asya’daki, Afrika’daki ve Latin Amerika’daki işçi sınıfı ile gençlik içinde sosyalizme yönelik çok güçlü bir destek vardı. Kızıl Ordu’nun Nazi Almanyası’nın yenilgisinde oynadığı belirleyici rol ve 1948’den itibaren Doğu Avrupa’da gerçekleştirdiği kamulaştırmalar, Stalinizmin işçi sınıfına karşı işlemiş olduğu suçları büyük ölçüde “unutturmuş”, Kremlin bürokrasisinin saygınlığını arttırmıştı.

Yine, Avrupa’daki Stalinist Komünist Partiler, Kremlin bürokrasinin Yalta ve Potsdam konferanslarında ABD, Fransa ve Britanya emperyalizmi ile yapmış olduğu anlaşmalara uygun olarak, Fransa’da ve İtalya’da, iktidarı burjuvaziye teslim etmiş; işçi hareketini, artık “kurucu ortak” oldukları burjuva devletlerin çıkarlarına tabi kılmışlardı.

ABD, Fransa ve Britanya emperyalistleri ile Stalinist bürokrasi arasındaki anlaşmanın sağladığı siyasi istikrar, 1944 yılında imzalanmış olan Bretton Woods anlaşması ve Keynesçi politikalar ekseninde savaş sonrasında yaşanan hızlı ekonomik büyümenin güvencesiydi ve bu, reformist eğilimlerle birlikte, Stalinizmin işçi hareketi içindeki etkisini de güçlendirdi.

Öte yandan, savaş sonrası döneme, faşizmin, “demokratik emperyalizmin” ve Stalinizmin saldırıları sonucunda deneyimli önder kadrolarının neredeyse tamamını yitirmiş olarak giren Dördüncü Enternasyonal’in genç kadrolarının önemli bir kısmı, bu yoğun emperyalist ve Stalinist basınçlar karşısında ideolojik ve siyasi olarak son derece kırılgandı.

Bir başka ifadeyle, Troçkist hareket içinde Soğuk Savaş sürecinde ortaya çıkan revizyonist sapmaların altında, Çulhaoğlu’nun aydınlarının öznel eğilimleri (“Güçlü olana yaslanma, daha ötesi kendi düşüncelerinin güçlü olanın yaptıklarına yansımakta olduğu inancıyla avunma eğilimi”) değil; nesnel uluslararası ekonomik ve siyasal dinamikler yatıyordu.

Bu koşullar altında Dördüncü Enternasyonal içinde ortaya çıkan ve her durumda emperyalizme yedeklenme ile sonuçlanan revizyonist eğilimler, asıl olarak, Çulhaoğlu’nun iddia ettiğinin tersine, Stalinizmin karşıtları arasından değil; Kremlin bürokrasisinin II. Dünya Savaşı sonrasındaki artan gücünden etkilenip ona uyarlanmayı savunanlardan çıkmıştır.

Pablocu revizyonistler

Bunların en bilineni ve en yıkıcı olanı, Dördüncü Enternasyonal’in o dönemdeki uluslararası sekreteri Michel Pablo’nun adıyla anılan küçük burjuva revizyonist akımdı. Avrupa’da Ernest Mandel’in, SWP içinde ise Bert Cochran ile George Clarke’ın desteklediği Pablo, SSCB’nin işgali altındaki Doğu Avrupa ülkelerinde 1948’de gerçekleştirilen kapsamlı kamulaştırmaların ardından, Dördüncü Enternasyonal’in kapitalizme, sınıf mücadelelerine ve Stalinizme ilişkin tüm önceki çözümlemelerini reddeden bir dizi tez geliştirmeye başladı.

1950’lerin başlarında Pablo tarafından geliştirilmiş olan “kuşaklar sürecek deforme [Stalinist] işçi devletleri” ve “savaş-devrim” teorilerinin Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Yürütme Komitesi tarafından benimsenmesi ile birlikte, işçi sınıfının devrimci rolü ve Dördüncü Enternasyonal’in bağımsız siyasi işlevi reddediliyordu. Pablo’nun “asıl olarak kapitalist sistem ile Stalinist dünyadan oluşan nesnel toplumsal gerçekliği”2, Dördüncü Enternasyonal’e, Stalinist bürokrasiye akıl hocalığı yapmaktan başka bir rol biçmiyordu.

Pablocular, 1951 yılındaki Üçüncü Kongre’nin ardından, Dördüncü Enternasyonal içinde, Troçkistlerin “zamanını doldurmuş formüller” ile ilişkisini kesmesi ve Komünist Partilerin “kitlelerin basıncı altında” devrimci rol üstlenebileceğini kabullenmesi yönünde ideolojik bir saldırı başlattılar. Bu saldırıya, başta Cannon olmak üzere öğretiye bağlı Troçkistlerin “Stalinofobi”3 ile suçlanması ve onlara karşı bürokratik bir terör estirilmesi eşlik etti (örneğin, Fransa şubesinin çoğunluğu, Pablocu hizbin elindeki Uluslararası Sekterlik tarafından ihraç edildi).

Dördüncü Enternasyonal içinde Pabloculuğa karşı Troçkizm uğruna verilen mücadele, Kasım 1953’te, Cannon tarafından kaleme alınan Açık Mektup’un yayınlanması ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) kurulması ile sonuçlandı. Cannon bu Açık Mektup’ta, Troçkizmin temel pozisyonlarını özetliyor ve Pablo’nun revizyonist görüşlerinin tasfiyeci karakterini gözler önüne seriyordu.

Bu bölünmenin ardından, Pablocular, emperyalist ülkelerdeki şubelerini Stalinist Komünist Partilere katılmaya yönlendirirken, sömürge ülkelerdeki Troçkistleri bağımsızlık mücadelesi veren burjuva milliyetçisi önderliklere ve gerilla hareketlerine yedeklediler. Bu ihanet politikaları, emperyalist ülkelerdeki sınıf mücadelelerinin Stalinist sendika ve parti bürokrasileri eliyle yenilgiye uğratılmasını kolaylaştırdı.

Pablocular, 1953’te Doğu Almanya’da ve 1956’da Macaristan’da yaşanan Stalinizm karşıtı ayaklanmalarda, işçi sınıfına Stalinist bürokrasiye karşı siyasi devrim yönünde sosyalist bir perspektif sunmak yerine, onları kanlı bir şekilde bastıran Kremlin bürokrasisi hakkında “reformist” hayaller yaydılar. Ardından, 1959’da Küba’da iktidara gelen Castro’nun köylülük temelli küçük burjuva gerillacı çizgisini “sosyalizme giden yeni yol” olarak yücelttiler. Castroculuğun benimsenmesi, Latin Amerika’da binlerce devrimci gencin işçi sınıfından kopartılarak burjuva orduları tarafından katledilmesine ve askeri diktatörlüklerin kurulmasına hizmet etti. Pablocular, devrim ve sosyalizm mücadelesine ihanetlerini, 1964 yılında Sri Lanka’da burjuva hükümete katılarak ve 1968’de Fransa’da patlayan devrimci işçi hareketini Stalinist bürokrasinin eline teslim ederek sürdürdüler. İşçi sınıfı karşıtı bu yönelim, cinsel, etnik, dinsel, yaşam tarzı vb. kimlik politikalarıyla zenginleştirilerek, sonraki on yıllar boyunca devam etti.

Dahası, işçi sınıfının sosyalist devrimdeki bağımsız siyasi rolünü ve Dördüncü Enternasyonal’in sosyalist devrimin dünya partisi olarak inşası gereğine karşı çıkıp Stalinizme ve küçük burjuva ulusalcılığına, nihayetinde de emperyalizme biat edenlere, DEUK’un bir zamanlar Pabloculuğa karşı mücadelenin başını çekmiş olan çok sayıda önderi de katıldı. Örneğin, 1963’te Cannon ve SWP Pablocular ile birleşti; 1960’ların sonlarında Lambert önderliğindeki Fransa şubesi DEUK’tan ayrıldı; Britanya şubesinin önderleri Healy ve siyasi ortakları ise 1985-86’da Troçkizm ile tüm bağlarını kesip Stalinist kampa geçtiler.

Dördüncü Enternasyonal’i Stalinist Komünist Partiler ve küçük burjuva ulusalcı hareketler içinde tasfiye etmeye çalışan Pablocuların sürekli daha sağa doğru ilerleyen siyasi macerası, Stalinizmin Sovyetler Birliği’ndeki ve Doğu Avrupa’daki son büyük ihanetini “siyasi devrimin başlangıcı” olarak selamlamalarının ardından, emperyalizmin açık savunuculuğuna dönüştü.

Pablocular ve eski Stalinistler aynı kampta

Onlar, Stalinist bürokrasinin Sovyetler Birliği’ni yıkmasının ardından, çoğu durumda eski Stalinist ve gerillacı önderliklerin kurduğu burjuva “sol” partilerin (Almanya’da Sol Parti, Fransa’da Yeni Anti-Kapitalist Parti, Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos, Türkiye’de Halkların Demokratik Partisi vb.) içinde ya da yörüngesinde dolanıyorlar. Aynı zamanda da ABD’de Sanders, Britanya’da Corbyn üzerinden, doğrudan küresel şirketlerin (emperyalizmin) hizmetindeki Demokratik Parti’yi ve İşçi Partisi’ni destekliyorlar.

Metin Çulhaoğlu’nun HTKP’si ile “Troçkist” olarak pazarlamaya çalıştığı Pablocu yol arkadaşlarının, “Erdoğan faşizmi” dedikleri şeye karşı, şimdi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) önderliğindeki NATO/Avrupa Birliği yanlısı cephede bir araya gelmiş olması, bu uluslararası tarihsel sürecin bir parçasıdır.

Onların tamamı, geniş emekçi kitlelerin emperyalist savaşlara, askeri müdahalelere ve hızla artan toplumsal eşitsizliğe yönelik öfkesinin patlama noktasına geldiği koşullarda, kendilerini, kriz içindeki emperyalizmin savunusuna adamış durumdalar. Onlar, bu amaç doğrultusunda, sermayesini tüketmiş sendika bürokrasilerini yeniden canlandırmaya, işçi sınıfı ve gençlik içinde ulusalcı-reformist hayaller yaymaya ya da “insan hakları ve demokrasi” ve “Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı” maskesi altında, ABD emperyalizminin Ortadoğu’da sürdürdüğü savaşlara meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar.

Çulhaoğlu’nun, emperyalist savaşları, rejim değişikliği operasyonlarını ve Avrupa Birliği’nin dayattığı işçi sınıfı düşmanı politikaları açıkça destekleyen sahte sol örgütlere dönüşmeden önce Stalinizme yedeklenmiş olan, “katı anti-Stalinizm”e bulaşmamış Pablocu revizyonistlere hiç değinmemesinin nedeni, onun ve partisinin, aynı yolu, Stalinizmden hareketle izlemiş olmasıdır.

 

Dipnotlar:

1 David North, Savunduğumuz Miras, s. 147.

2 Age., s. xxii.

3 Age.

Devam edecek

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir