Hava-İş sendikası, 3 Mayıs günü yaptığı bir açıklamayla, THY’de çalışan 14 bin üyesi ile 15 Mayıs günü greve çıkacağını açıkladı. Sendika ile THY arasında sürdürülen 24. dönem toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerinde, şirket yönetimi, sendikanın hemen hiçbir talebini kabul etmemişti.
Önceki TİS dönemlerinde ve 305 işçinin işten çıkartıldığı geçen yılki direnişin ardından yaşananlar, THY çalışanlarının, yazgılarını sendika bürokratlarına teslim etmeyip, grevin örgütlenmesini bütünüyle kendi ellerine almaları gerektiğini göstermektedir. THY çalışanları, greve tam katılım sağlamalı, diğer şirketlerdeki havayolu çalışanlarının eylemli desteğini elde etmeli ve grevi bütünüyle kendi inisiyatiflerinde örgütlemeliler. Bu, öncelikle, şirket yöneticileriyle bütün görüşmeleri yapmak ve eylemi örgütlemek üzere, doğrudan çalışanların seçeceği grev / eylem komitelerinin kurulması demektir. THY çalışanlarının bunu yapamaması durumunda, önceki TİS dönemlerinde tanık olduğumuz gibi, sendikacılar bu grevi etkisizleştirecek, yalıtacak ve kıracaklardır.
Hava-İş bürokratlarının TİS görüşmelerinin 7. günü ardından kesilmesinden sonra yapmış oldukları açıklamalar, onların, çalışanların gücünden çok şirket yöneticilerinin ve iktidarın “sağduyusuna” bel bağladıklarını gösteriyor. Sendika bürokrasisinin bu tavrı, çalışanların doğrudan müdahalesi olmazsa, kararı alınmış olan grevin, karşılıklı “sert” açıklamalar eşliğinde göstermelik bir eyleme dönüşmesine ve kesinlikle işçilerin aleyhine bir uzlaşma ile sonuçlanmasına yol açacaktır. Şirket ile sendika arasında sağlanacak olan uzlaşmanın çalışanlara bedeli, daha az ücretle daha fazla çalışma, iş güvencesinin fiilen kaldırılması ve işten çıkarmalar olacaktır.
Şirket-sendika işbirliği
Anımsanacağı üzere, Hava-İş Sendikası, havacılık sektöründe grev yasağının meclisten jet hızı ile geçirilmesi üzerine, geçtiğimiz yıl Mayıs ayında, grev yasağı yasasına karşı eylem çağrısı yapmıştı. Sendika, bu “grev” için hiçbir hazırlık yapmamış, geniş bir katılım sağlamak için parmağını bile kıpırdatmamış (sadece uçuş bölümünde çalışanlara mesajla çağrı yapıldı) ve eylemi birkaç yüz kişiyle sınırlamıştı. Dahası, 14 bin üyeli Hava-İş, eylemdeki tüm inisiyatifin ve sorumluluğun çalışanlara ait olduğunu belirterek, yalnızca üyelerinin “arkasında” olduğunu açıklamış; böylece, kendisini bir “aracı” konumuna çekerek, şirketin THY çalışanlarına karşı bir saldırı başlatmasına olanak sağlamıştı.
O eylemin sonunda, THY yönetimi, 305 işçiyi “yasadışı grev” suçlaması ile tazminatsız olarak işten çıkarttı; işten çıkarma bildirimini de çalışanların cep telefonlarına mesaj göndererek yaptı. Bu eylem ve aradan geçen bir yıl içinde yaşananlar, bu saldırının arkasında, THY-Hava-İş ortaklığının yattığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Hava-İş’in başkanı Atilay Ayçin, THY’nin 305 işçiyi işten çıkartmasına, “işten atılan işçilerin işe iadeleri yapılmadığı sürece eylemlerini genişleteceklerini” söyleyerek tepki göstermişti. Şirketin saldırısının önünü açmış olan bu kıdemli ve de “solcu” sendika bürokratının sözleri de havada kaldı. Kitlesel bir direniş örgütlemeyen Hava-İş bürokratları, işçilere, “bireyler olarak hukuki yollara başvurmalarını” söylediler.
Hava-İş bürokratları, işçilerin işe iade davasını kazanmasının, onların işe iade edilecekleri anlamına gelmediğini ve bunun THY’de özellikle geçerli olduğunu çok iyi biliyorlardı. Onlar, THY yönetiminin kabin memurlarının kadrolu çalışmasına son vermek istediğinin ve bugün yaptığı part-time kabin memuru alımlarının bu sürecin bir parçası olduğunun da farkındalar. THY, beklendiği üzere, 305 işçinin işe geri alınmayacağını belirtti ve sendikadan, toplu iş görüşmelerinin devam etmesi için sunmuş olduğu şartları olduğu gibi kabul etmesini istedi.
THY yönetimi esnek, güvencesiz ve daha düşük ücretle işçi çalıştırma politikasını yıllardır uygulamakta, Hava-İş bürokratları da bu politikaya ortak olmaktadır. THY’deki özelleştirmeye ve taşeronlaştırmalara karşı parmaklarını bile kıpırdatmamış olan bürokratlar, bugüne kadar imzaladıkları her TİS’te, reel ücretlerin adım adım azaltılmasını da onaylamışlardır.
Bununla birlikte, THY’nin son saldırısı çok daha kapsamlı bir dönüşümü hedeflemektedir. THY, uluslararası ve yurtiçi rakipleri karşısında rekabet gücünü arttırabilmek için işçilerin ücretlerine, çalışma koşullarına ve sosyal haklarına göz dikmiştir. Bu, part-time çalışma adı altına güvencesiz ve düşük ücretli istihdamın yaygınlaştırılması politikasıdır. THY, bu amaçla, 6+6 ay sözleşmeli kabin memuru alımlarına hız veriyor ve kadrolu çalışmayı tasfiye etme yönünde önemli adımlar atıyor; Hava-İş bürokratları ise tüm bunları biliyor ve onaylıyor.
THY’de süren saldırı, hava yolu şirketlerinin uluslararası düzeyde sürdürdüğü saldırının bir parçasıdır. Tüm Avrupa’da, havayolu şirketleri kapitalist rekabet ve daha fazla kâr için işçilere saldırıyor. İspanyol İberia şirketi 3.800 işçiyi işten çıkartmak ve ücretlerde yüzde 25-30’luk kesintiler yapmak için bir saldırı başlattı. Ona, Scandinavian Airlines’ın, Air France/KLM’nin ve Lufthansa’nın çalışanların sayısını azaltmayı ve çalışma koşullarını kötüleştirmeyi hedefleyen saldırısı eşlik ediyor. 260 yeni uçak siparişi veren THY de, kârlarını ve rekabet gücünü arttırabilmek için işçileri hedef tahtasına oturtmaktadır.
Hava-İş bürokrasisinin şefi Atilay Ayçin, 10 Nisan’da “grev” kararını açıkladığında THY’nin “işi çıkmaza sürüklediğini” söylemiş ve “grevi ertelemek THY çalışanlarının pimini çekmek olur” demişti. O, hemen ardından, bunun “fiili bir grev olmadığını” ve “THY’den gelecek bir adıma baktıklarını” söyledi. Hava-İş bürokrasisinin bu ürkek açıklamaları, onun grevi en baştan kırmaya çalıştığını göstermektedir. Hava-İş üyesi çalışanların moralini bozan bu teslimiyetçi tavrın THY yöneticilerini ve iktidarı nasıl cesaretlendirdiği, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in şu sözlerinde gözler önüne serildi: “Türk Hava Yolları yalnız değildir. Ne gerekiyorsa yaparız. Ulusal güvenlik ve turizm için çok önemli bir kuruluştur. Uçuşların aksamasına kabul edemeyiz.”
Başarılı bir mücadele için
THY’nin, sektördeki rekabetin son derece kızıştığı bir ortamda; tam da sendikanın örtülü desteğiyle güvencesiz ve esnek çalışmayı yaygınlaştırma ve işçilik maliyetlerini düşürme politikasına hız vermişken geri adım atmasını beklemek için herhangi bir neden bulunmuyor.
Böylesi kritik bir süreçte, havayolu emekçilerinin güvenebilecekleri tek güç kendi birlikleri ve militan mücadeleleridir. Hava-İş Sendikası’nın asıl derdinin kendileri olmadığını gören çok sayıda havayolu çalışanından biri, mahkemeden işe iade kararı almış olan direnişçi işçilerden Eda Zorluoğulları idi. Zorluoğulları’nın şu sözleri bütün THY çalışanlarına, tutmaları gereken yolu göstermektedir: “Bizler 29 Mayıs günü işini kaybeden THY işçileriyiz. Dün mahkemeden işe iade kararı aldık. Bu yüreğimize su serpse de sorunlarımızı çözmüyor. Göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız.”
THY işçileri, başarılı bir mücadele için, hükümet-şirket-sendika üçgeninde gerçekleşen açık işbirliğini görmeli; bütün bu güçlerden bağımsız kendi taban komitelerini yaratarak sınıf mücadelesi ekseninde birleşmeli; tüm işçilerin militan katılımıyla gerçek bir grev örgütlemeliler. Şirketlerin, hükümetlerin ve sendikaların ortaklaşa saldırısına başarıyla karşı koyabilmenin yolu, sektör emekçilerinin uluslararası mücadelesiyle doğrudan bağlantı kurmayı içeren sosyalist bir perspektife ve örgütlülüğe sahip olmaktan geçiyor.