Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in, geçtiğimiz günlerde işten atılan işçilerin işe iadesi yönündeki talebini THY yönetimine iletmişti. THY yönetimi ise bu talebi reddetmiş, işçileri tekrar işe almayacağını bildirmişti. AKP hükümeti, bu grev yasağının mimarı iken işçilerin işe alımı yönündeki girişimi burjuva ikiyüzlülüğünü gözler önüne sermektedir. Dahası aynı hükümet, bir yandan Faruk Çelik eliyle bu adımları atarken diğer yandan da hava alanlarında eylemleri yasaklama kararı alması aynı pervasızlığın bir başka örneğidir.
Yine benzer şekilde çoğu hukukçu olan THY yönetim kurulu üyelerinin işten atma kararını oy çokluğu ile değil oy birliği ile almış olması, hukukun patronlar için icra edildiğini bir kez daha göstermiş oldu.
Takip edenler bilirler. Mecliste bekleyen “Toplu İş İlişkileri Kanunu”nun henüz yasalaşmaması birçok işkolunda olduğu gibi THY’de de aylardır toplu sözleşme yapılmasının engelleri arasındaydı. THY yönetimi, sendikanın bilinçli olarak toplu sözleşme görüşmelerini, işlerin yoğun olduğu yaz aylarına dek erteleme arzusunun düşmanca olduğunu ifade ederken sendika ise kazanılmış hakların gaspı anlamına gelecek düzenlemeleri kabul etmediklerini belirtmişti.
AKP milletvekili Metin Külünk’ün alelacele teklif ettiği sivil havacılık sektöründe grev ve lokavta yasak getiren ek düzenleme mecliste kabul edilmiş ve Cumhurbaşkanı tarafından hiç bekletilmeksizin onaylanmıştı. Toplu sözleşme sürecinin tıkandığı günlerdeki bu grev yasağı, yaz aylarında Türkiye’ye gelen milyonlarca turist sayesinde cari açığa çözüm arayan AKP hükümetinin de elini rahatlatmış oldu. Gevin Türkiye’ye maliyetinin 1 milyar TL olduğu yönündeki haberler basına çoktan servis edilmişti. AKP grev yasağıyla; kıdem tazminatlarının kaldırılması, Uludere’deki katliam, kamu emekçilerine yapılacak zam tartışmaları, kürtajın yasaklanması, 4+4+4 düzenlemeleri, tiyatroların özelleştirilmesi gibi meselelerde ortaya çıkan AKP karşıtlığının “etkili” bir THY greviyle sıçrama yapmasını önlemişte oldu.
İş bırakma eyleminde halkın mağduriyeti vurgusu
Yasaya karşı “iş bırakma eyleminin” sürdüğü sıralarda iptal edilen uçuşlar sebebiyle “halkın mağduriyeti” vurgusunu öne çıkaran AKP’li bakanların açıklamaları, THY yönetiminden daha sertti. İşten atmalar dahil onlarca tehdidi basın karşısında dile getiren hükümet üyeleri, hava işkolunda çalışan yaklaşık 110 bin çalışanı ve onların aileleri ile birlikte yaklaşık yarım milyonun mağduriyetini gözlerden kaçırmaya çalışmışlardır. Her defasında en küçük basın açıklaması ya da mitingde kapanan trafik, hastaneye yetişemeyen ambulans gibi metaforlarla eyleme katılanları kitleler gözünde marjinalleştirmeye çalışan hükümet, aynı yöntemi THY’deki eylemde de göstermiştir. AKP hükümeti, basını da arkasına alarak işçilerin aldığı maaşlar hakkında açıklamalarla eylemcileri yalnızlaştırma çabasını sürdürdü.
Bugün işçilerin işe iadesi için çaba sarf eden Çalışma bakanı Faruk Çelik o günlerde; “grev yasağı mecliste kabul edilmese dahi toplu sözleşme sonrasında grev gündeme gelseydi; Bakanlar Kurulu olarak erteleme hakkımızı kullanır grevi 2 ay ertelerdik” demişti. Bu açıklama hükümetlerin grevden duydukları kaygıyı çok açık ifade ederken; grev yasal bir hak dahi olsa burjuva hükümetlerin grevleri erteleme haklarının her daim sabit olduğunu göstermekte. İktidarın, grev korkusunu her defasında dile getirmesi; bir tercih değil, istikrar vurgusuyla birleşen ve patronların çıkarlarını koruyan siyasi duruşun çırıl çıplak ifadesidir.
Hava-İş’in teslimiyeti
Gelelim hükümetin onca işçi düşmanı uygulaması karşısında Hava-İş sendikasının tutumuna. Sendika genel başkanı Ayçin, tehditlerle süslediği konuşmaları sırasında; “işten atılan işçilerin işe iadeleri yapılmadığı sürece eylemlerini genişleteceklerini” ifade etmeyi sürdürüyor. Sendikacıların benzer eylemlerde ifade ettiği böylesi “cesur” karşı çıkışları bir kenara koyarsak, sendikanın, 110 bin kişinin çalıştığı sivil havacılık sektöründe sadece THY çalışanlarına sıkışmış olduğunu görmemiz gerekiyor. Özel havacılık şirketlerinin birkaç yılda sayıca arttığı ve bu şirketlerde çalışma koşullarının THY’dekinden çok daha ağır olduğu gerçeğini sendikanın görmezden gelmesinin siyasi sonuçlarının bugün grev yasağıyla taçlandığını belirtelim.
Devam edersek neredeyse THY yönetim kurulu hariç yaklaşık 12 bin kişinin örgütlü olduğu Hava-İş Sendikasının, sadece 500 kişiyi iş bırakmaya “zorlaması” eylemin içeriği ve biçimi hakkında bizlere fazlasıyla bilgi veriyor. İşten atılan ve adlarına “29 Mayıs Birliği” adını veren işçiler, düzenledikleri basın açıklamasında, sendikanın kendi çağrısını üstlenmeyerek meşru protestonun yasadışı ilan edilmesinde büyük rol oynadığını ifade etmişlerdir.
Bu tespitler, bizzat THY yönetimi tarafından da ifade edilerek eylemin “meşruluğu” sorgulanmaya devam ediliyor. Hükümet de THY yönetimi gibi, bu gerçeğe yaslanarak eylemi marjinalleştirme çabasını sürdürüyor. Ayçin ise tehditlere devam ediyor. Bırakın sektörde çalışan 110 bin kişiyi harekete geçirmeyi kendi üyelerini dahi eyleme taşımamıştır. Tam da bu nedenle THY yönetimi, 15 bin çalışanın sadece küçük bir bölümünün bu eyleme katılmış olmasıyla, eylemin meşru olmadığını vurgularken, işten atılmaların arkasında durmayı sürdürüyor.
THY’nin bilançosunda zarar yazdığı bu yıl içerisinde, iş bırakma eyleminin bütünüyle acele, hazırlıksız ve havacılık sektörünün tamamını kapsamayan bir şekilde örgütlenmesi, üzerinde durulması gereken bir konu. Sendika, acilen hayata geçirdiği, katılımın az olduğu bu eylemle, bir yandan üyelerinden gelecek basınca cevap vermiş olurken diğer yandan grevin genişlemesini örgütlemeyerek THY yönetimini ürkütmek istememiştir. Ama sonuç olarak 305 kişi işten atılmıştır ve sektörde çalışan onbinlerce işçinin örgütlü mücadeleye inancı zarar görmüştür.
Türk-İş, Sendikal Güçbirliği, DİSK ve KESK’in tutumu
Hava-İş’in örgütlü olduğu konfederasyon Türk-İş, günlerce web sayfasında 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramını kutlayan açıklama dışında en ufak bir değerlendirme yayınlanmamıştır. Artan tepkiler sonrasında eylemi desteklediklerine ilişkin Türk-İş’in beyanı Mustafa Kumlu tarafından dile getirildi. Lafla grev gemisi yürümediğini biliyoruz. Kıdem tazminatının kaldırılması “genel grev” sebebi diyen Mustafa Kumlu, havacılık işkolundaki işten atılmaları görmezden gelmeyi sürdürüyor.
Bu gelişmenin dışında Türk-İş’in mevcut yönetimine karşı ”muhalefeti” örgütlemeyi görev bilen “Sendikal Güçbirliği” hareketi de suskunluğunu korurken destek açıklamalarını 9 Haziranda yapılan “kitlesel” basın açıklamalarıyla gidermeye çalıştı. DİSK ve KESK, sendikal güç birliği hareketinden farklı olmamakla birlikte basın açıklamaları ve eylemcilere destek ziyaretleri dışında AKP’nin kapsamlı saldırılarına karşı işçi ve emekçilerin en geniş katılımını sağlayacak bir eylem programından bütünüyle uzak olmayı sürdürüyorlar.
Solun, grev ya da iş bırakma eylemi karşısındaki tutumu önceki örneklerden hiç de farklı değil. Grev yasağından ve işten atılmalardan Hava-İş sendikasını muaf tutan, eylemlerini bütünüyle AKP karşıtı bir çizgiye sıkıştıran ekipler, geçtiğimiz günlerde Gaziosmanpaşa’da işten atılmalar ve grev yasağına karşı bir yürüyüş düzenlediler. İşçileri, sendikalar konusunda yanılsamaya zorlayan bu siyasi ekipler, TEKEL, SEKA, TELEKOM vb. grevlerin sonuçlarını ve bu grevlerdeki sendikaların rolünü sorgulamaktan hala uzaklar.
Lokal ve yalıtılmışlığa karşı işçi emekçilerin en geniş katılımı
İşten atılan işçilerin eylemleri THY dış hatlar terminalinde sürüyor. Hava-İş Sendikası, Anayasa’nın 90. maddesine yaptığı göndermelere İLO’nun 87 ve 98 sayılı sözleşmelerini eklerken grev yasağının Anayasa Mahkemesi’nden dönmesi yönündeki beklentilerini her defasında ifade ediyor. Dahası işten atılan çalışanların işe iadesi için iş mahkemelerine yapılan başvuru önümüzdeki günlerde gündeme gelecek.
Anayasa Mahkemesi bu talebi, reddederse şaşırmamak gerekir. Kamu güvenliği, milli çıkarlar gibi gerekçeler eliyle pekala bu talep reddedilebilir. Bankacılık sektöründeki grev yasağı bu gerekçelerle sürüyor. Yargının burjuvazinin çıkarlarıyla bütünleştiğini özellikle 10 yıllık AKP iktidarında benzer uygulamalarda fazlasıyla tanık olduk. Aylarca sürecek işe iade davası sonrası işten atılan işçiler “iyi bir hakime” denk gelirlerse işlerine geri dönebilirler. Ya da tazminatlarını alıp kendilerine başka iş bakabilirler. Bütün bunların dışında grev yasağının resmi gazetede yayınlaması nedeniyle işe iade davasının THY lehine sonuçlanması da pekala mümkün.
Sonuç olarak AKP’nin gerek iş yasaları eliyle gerekse toplumsal yaşamın gündelik sorunlarına ilişkin gerici uygulamalarıyla karşı karşıyayız. Kıdem tazminatlarından, teşvik düzenlemeleri ve kürtaj meselesine kadar kapsamlı saldırıları belirli bir bütünlükle hayata geçiren AKP karşısında cılız ve lokal karşı çıkışların çaresizliğiyle karşı karşıyayız. Feminist kadınlar, kürtajı engelleyen düzenlemelere karşı bırakın kitlesel bir karşı çıkışı örgütlemeyi, kendilerini destekleyen erkekleri dahi eylemlerine müdahil etmezlerken kamu emekçileri 23 mayıstaki grevi, ücret pazarlığına sıkıştırmış ve işçilerin en geniş kesimlerine kapamışlardır. Tiyatroların “özelleştirilmesine” karşı perdeler ve sahneler arasına sıkıştırılan eylemlerin yanı sıra Uludere katliamını da BDP’ye terk eden siyasi pozisyonlar, aynı talihsiz sonuçla karşı karşıya. THY eyleminde ortaya çıkan gerçek, bu tespitler ışığında anlaşılabilir. Kendi üyelerini dahi eyleme taşımamış bir sendikanın bırakın tüm çalışanların ortak eyleminin bir parçası olma iddiasını aynı iş kolunda çalışan yüz binlerce havacılık çalışanını görmezden gelmiştir.
Sendikaların, mücadeleyi anayasa ve iş mahkemelerine terk eden teslimiyetçi çizgisine karşı, AKP’nin birbiri ardına gündeme getirdiği gerici, işçi düşmanı yasalarla mücadeleyi ancak işçi sınıfının en geniş katılımlı örgütlülüğü ile başarabiliriz. Aksi halde THY’de iş bırakma “eylemleri”, bundan sonra yanardağların öfkesine, hava muhalefetine, bir de kuş sürülerinin göç yollarına bağlı kalacaktır.