Taz gazetesi aşırı sağcı ideolog Baberowski’yi neden savunuyor?

Bu ayın başında, taz gazetesi, hafta sonu sayısındaki üç sayfalık kapak konusunu, aşırı sağcı profesör Jörg Baberowski’yi övmeye ayırdı. Gazetede gezi, spor ve bilimden sorumlu olan Edith Kresta, şimdi de, aşırı sağcı görüşler konusunda ve yabancı düşmanı önyargılarla damgalamaya karşı “ahlaki sekterliğin” üstesinden gelme lehine konuştu.

Baberowski’ye kucak açılması, bütün bu toplumsal çevreninin muazzam sağa kayışını açığa vurmakta ve aynı zamanda, Baberowski’ye karşı, Berlin Humboldt Üniversitesi’ndeki Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler (IYSSE) önderliğinde verilen mücadelenin ne kadar doğru ve önemli olduğunu göstermektedir.

IYSSE, taz’ın ilk yayınına, gazetenin Baberowski’yi aklamak ve onu eleştirenleri karalamak için açık çarpıtmalara, saptırmalara ve sahtekarlığa başvurduğunu gösteren bir açık mektupla karşılık vermişti. Taz, sağın onları eleştirmenin ifade özgürlüğüne bir saldırı olduğu biçimindeki ısrarcı savını kullandı ve Humboldt Üniversitesi’ndeki gerçek tartışmanın Nazilerin suçlarını önemsizleştirme ve meşrulaştırma ile ilgili olduğunu söylemedi.

Taz, IYSSE’nin mektubunu yayınlamayı reddetti. Aynı durum, Almanya’nın dört bir yanından gazetenin yayın kuruluna gönderilen başka çok sayıda eleştiri mektubu için de geçerliydi. Bunun yerine, Kresta, 15 Mart’ta, Baberowski yazısını destekleyen ve aşırı sağcı ideologlara doğru siyasi bir açılımı savunan öfkeli bir yorum yayınladı.

Kresta, önce, saçma düşünsel atlamalarla, sığınmacılara saldıran ve Nazi suçlarını önemsiz gösteren aşırı sağcı bir profesöre yönelik eleştirileri “çözümlemenin önüne ahlakı” koyan ve “dar bir bakış açısı”na dayanan aşırı duyarlı bir siyasi dürüstlük biçimi olarak resmetmeye çalışıyor. O, Baberowski’yi eleştirenleri, dolaylı olarak, “ahlaki sekterlik” ve “basit doğrular” sunmak ile suçlamaktadır.

Kresta, aşırı sağcı görüşlere yönelik eleştiriyi, kimlik politikası temsilcilerinin saçma ve sıklıkla gerici faaliyetleri bağlamında ele almaktadır. O, bir başka yazarın, “Resimler indiriliyor, sanat eserleri sansürleniyor, şiirlerin üstü boyanıyor. Dar görüşlü ve radikal suçlama yayılıyor.” sözlerini aktarıyor ve bunu Baberowski’nin aşırı sağcı görüşlerinin eleştirisiyle bir tutuyor. O, Hitler’in çok kötü olmadığını ilan eden adamı, “zeki, ilginç bir bilim insanı” olarak övüyor.

Kresta, kendi sığınmacı karşıtı duygularını açığa vurmak istediği için, tarih saptırımcılığının kötü kokusunun çekiciliğine kapılmıştır. O, “Örneğin, eğer Alice Schwarzer, Köln’deki 2015/16 yılbaşı gecesinin ardından ‘yerinden edilmiş, acımasızca davranılmış ve İslamcılaştırılmış, çoğu Cezayir’den ve Fas’tan genç erkekler’den söz ederse, bu açıklama çok da yanlış değildir.” diye yazıyor ve ekliyor: “Bu yaygara niye?”

Kresta, Köln’deki yılbaşı olayları hakkındaki uydurma medya kampanyasının arkasında hizaya geçer ve tüm halk gruplarını kınarken, göçmenlere karşı önyargılı davranmayı kesinlikle istemiyor ama bunun hakkında konuşuyor! Kresta, “bütünleşmenin zorluklarının yanı sıra göçün getirdiği sorunlar hakkında yazmak” istediğini söylüyor. “Hemen ‘İslamofobi’ ya da ırkçılık kuşkusu altında kalmadan İslam’ın derinlikleri hakkında tartışmalıyız.”

Bayan Kresta, artık, “ahlaklılık”ın ya da siyasi dürüstlüğün kendisini sağcı görüşlerini yaymaktan alıkoymasını istemiyor. O, geçtiğimiz yirmi yıldır Bundeswehr’in (silahlı kuvvetler) bütün savaşlarını ve her sosyal kesintiyi sözde “insanseverlik” temelinde meşrulaştıran Yeşiller ve Sol Parti etrafındaki bir çevre adına konuşmakta ve artık bu ahlaki incir yaprağından vazgeçmektedir.

Bir toplumsal çevrenin sağa kayışı

Hem Kresta hem de Baberowski üzerine ilk makaleyi yazan Sabine Seifert 1950’lerde doğmuş, 1968’in hemen ardından siyasi olarak sosyalleşmiş ve sırasıyla, 1970’lerin sonunda ve 1980’lerin başında taz’a gelmiştir. Bu gazete, o zaman bile, 1968 hareketinin Yeşiller etrafında toplanmış ve hali vakti oldukça yerinde tabakalar adına konuşan kesimlerin başlıca yayın organıydı.

Parti gibi, gazete de, hızla sağa kaydı. Taz, Yeşillerin 1998’de Sosyal Demokratlar ile federal hükümete girmesiyle birlikte, Alman militarizminin itici gücü haline geldi. O, “insan hakları”ndan ve hatta “yeni bir Auschwitz”i önlemekten söz ederek, Almanya’nın Sırbistan’a ve Afganistan’a karşı savaşlarını meşrulaştırmada ön sırada yerini aldı. Taz, daha sonra, Libya, Suriye ve Ukrayna konusunda, yeterince saldırgan bir şekilde müdahale etmediği gerekçesiyle Alman hükümetine sağdan saldırdı.

Artık o, bu politikanın mantığını, insanseverliği ve insan haklarını sözde destekliyormuş gibi bile yapmayan, her zamankinden daha açık sağcı politika biçimlerine doğru itiyor.

Baberowski hakkındaki kapak konusu hikayenin yayınlandığı aynı sayıda, gazetenin baş muhabiri Peter Unfried, bir yorumda Yeşillerin yeni muhafazakarlığını kutluyordu. Unfried, Yeşillerin Baden-Württemberg eyaleti başbakanı Winfried Kretschmann’ı, bir hafta önce taz’da, Hristiyan Sosyal Birlik’ten (CSU) sağcı Alexander Dobrindt’in kendisi için “muhafazakar devrim” yaptığını iddia ettiği için övüyordu.

Dobrindt, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde aşırı sağcı Armin Mohler tarafından icat edilmiş olan “muhafazakar devrim” görüşüne atıfta bulunarak, sözde “solcu görüşün üstünlüğü”ne karşı esip gürlemişti. Bu ifadeyi kullanan Carl Schmitt, Arthur Moeller van den Bruck ya Ernst Jünger gibi kişiler, saldırgan, genellikle ırkçı bir milliyetçilik, savaşın yüceltilmesi ve diktatörlüğün meşrulaştırılması eliyle karakterize ediliyorlardı. Onlar, Weimar Cumhuriyeti’nin tüm burjuva partileri üzerinde büyük bir etkide bulunmuş ve Nazilerin iktidara gelmesine ideolojik olarak zemin hazırlamışlardı.

Bu gelenek şimdi yeniden kuruluyor. Kretschmann ve Unfried, bu görüşten olumlu bir şekilde söz ediyor. Kretschmann, taz’da, “Eğer muhafazakar bir devrim varsa, biz de varız.” demişti.

Baberowski yazısından üç gün sonra, taz’da, Sol Parti önderi Sahra Wagenknecht ile uzun bir röportaj yayınlandı. Wagenknecht, bu röportajda, Essen Tafel yardım kurumunun yalnızca “Almanlar”a yiyecek verme kararını savunuyor ve “uluslararası sermaye”nin karşısına bir “demokratik egemenlik” ve “sosyal politika” kalesi olarak ulus devleti koyuyordu. Bu, onu, toplumsal felaketten toplumdaki en savunmasız kesimi sorumlu tutan sığınmacı karşıtı kampanyanın başına yerleştirmektedir.

Aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) iğrenç ajitasyonunu benimseyen Sol Parti ve Yeşiller, sağcı bir militarizm ve sosyal kesinti politikası izleyen federal hükümetin saflarına katılıyorlar. Aile Bakanı Franziska Giffey (SPD), AfD’nin, diğer partilerin tersine, insanların bizzat her gün yaşadıklarını dile getirdiğini belirtti. Sağlık Bakanı Franziska Giffey (Hristiyan Demokrat Birlik, CDU), Hartz IV sosyal yardım alıcıları ile alay ediyor ve Anayurt Bakanı Horst Seehofer (CSU) İslam’ın Almanya’nın parçası olmadığını belirtiyor.

Hükümetin ve muhalefetin keskin bir şekilde sağa dönmesi, gazetelerde ve dergilerde karşılığını buluyor. Uwe Tellkamp’ın Müslümanlara karşı kör nefretini yaydığı yer burasıdır. Suhrkamp yayınevi, kendisi ile bu yazar arasına dikkatli bir şekilde mesafe koyduğu için, sözümona ifade özgürlüğünü engellemekle eleştiriliyor.

Bütün bir politikacılar, uzmanlar ve varlıklı küçük burjuvalar tabakası, Alman militarizminin dönüşü ve giderek artan sınıfsal gerilimler ışığında siyasi pusulalarını yeniden ayarlıyor.

Seifert, Baberowski’yi savunusunu, zaten, “ahlaki açıdan pekiştirici bir Yeni ya da Kimlikçi Sağ karşısında,” önceki “siyasi kesinliklerin, bağlantıların” yok olduğu gerçeğiyle gerekçelendirmişti. Kresta, şimdi bunu doğruluyor.

Yeni Sağ’ın önde gelen bir figürü olarak Baberowski

Baberowski, Yeni Sağ’ın önde gelen bir figürüdür. Haftalık siyasi dergi Die Zeit, son sayısında, onun 2015’te, Berlin’de düzenli olarak buluşan bir sağcı ve aşırı sağcı kişiler ağı kurduğunu ve şimdi, sığınmacı karşıtı gösterilerle bir dayanışma deklarasyonu olan “Deklarasyon 2018” ile ortaya çıktığını bildiriyor.

Baberowski’nin etrafında topladığı sağcı ideologlar arasında, açık ırkçı Thilo Sarrazin (SPD); AfD’nin meclis grubu önderi Alexander Gauland’un sözcüsü Michael Klonovsky; aşırı sağcı Junge Freiheit’ın baş editörü Dieter Stein ve Mohler’in öğrencisi ve Yeni Sağ’ın “Devlet Politikası Enstitüsü”nün eş kurucusu olan Karlheinz Weißmann var. Söz konusu ağın amacı, aşırı sağcı görüşleri yeniden kabul edilebilir hale getirmektir.

Baberowski, Humboldt Üniversitesi’nde bir profesör olarak saygınlığını tarihi çarpıtmak ve Nazilerin suçlarını önemsiz gibi göstermek için kullandığından dolayı, aşırı sağ için son derece önemlidir. Bu, yabancı düşmanı ve sağcı görüşün yeniden canlanması için bir önkoşuldur; sağcı geleneklerin oturtulması için, tarihsel deneyimin kökünün kazınması gerekiyor.

Baberowski, Neue Zürcher gazetesinde, 1968’ten beri, “ölü bir diktatöre [Adolf Hitler] yönelik direniş, ahlaki açıdan diğer insanların üzerine yükselmek için yeterince meşrudur. Tüm diğer kendini beğenmiş stratejiler aynı modeli izliyor. Irkçılık, sömürgecilik, savaş ve barış ya da toplumsal cinsiyet ilişkileri hakkında farklı sonuçlara varan herkes, egemen söylemin izin verdiği şey açısından ahlaki olarak itibarsızdır.” diye yakınıyordu.

Irkçılığı ve savaşı yeniden kabul edilebilir kılmak için, Hitler’in karşıtlarının ahlaki üstünlük savlarının parçalanması gerekiyor. Baberowski’nin yıllardır sistematik olarak üzerinde çalıştığı şey tam olarak budur. O, 2007’de, Nazilerin imha savaşının Kızıl Ordu’nun savaşına bir tepki olduğunu iddia etmişti: “Stalin ve generalleri, Wehrmacht’ı [Nazi ordusu], artık sivil halka yayılan yeni bir savaş türüne zorlamıştı.” [1]

Doğu’daki imha savaşının uzun bir süredir planlanmış olduğu gerçeğine yönelik bu inkar, hiçbir tarihsel olguyla desteklenmemektedir. Bu, herhangi bir ciddi araştırma karşısında çöken, kaba bir çarpıtmadır. Örneğin, Amerikalı tarihçi Thomas Childers, Üçüncü İmparatorluk üzerine en son çalışmasında, imha savaşında, Nazi ideolojisinin nasıl savaş hedefleri ile birleştirildiğini ayrıntılı olarak gösteriyor:

“Sovyetler Birliği’ndeki Musevi-Bolşevizme karşı bir imha savaşı, Nazi ideolojisinin temel ilkesi ve Hitler’in siyasi kariyeri boyunca takıntılı bir şekilde benimsediği bir hedefti. O, Ulusal Sosyalizm’i (Nazizm) tanımlayıp harekete geçiren nedendi; Ulusal Sosyalizm ile Komünizm arasındaki karşı karşıya geliş, onun için asıl olay; Almanya’nın, Avrupa’nın ve dünyanın yazgısını belirleyecek olan destansı bir ideolojiler çatışmasıydı. O, aynı zamanda, Hitler’in dizginlerinden boşalttığı savaşın kapsamını ve vahşetini çok büyük ölçüde genişletecek ve bununla birlikte, jeopolitika ve soykırım, savaşın doğasını dönüştürecek ve milyonları acımasız kıyıma götürecek şekilde, tek bir dehşet verici girdapta birleşecekti.” [2]

Baberowski’nin tarih yazımı, bu anlayışa karşıdır. O, 2014’te, Der Spiegel dergisinde, Nazi savunucusu Ernst Nolte’u yeniden saygınlığa kavuşturmaya çalıştı. Baberowski, “Nolte’a haksızlık yapıldı. Tarihsel açıdan konuştuğumuzda, o haklıydı.” demiş ve bunun sözde kanıtı olarak şunu eklemişti: “Hitler psikopat değildi, kötü biri değildi. Masasında, Musevilerin ortadan kaldırılması hakkında konuşulmasını istemiyordu.” Baberowski, Musevi Soykırımı’nı, Rus İç Savaşı sırasında olduğu iddia edilen kurşuna dizmeler ile eşdeğer tutuyor: “Aslında, bu aynı şeydi: endüstriyel cinayet.”

Tek başına bu, tüm kıtayı mahveden ve son endüstriyel ayrıntısına kadar planlanmış Nazi katliam makinesinin alçakça bir şekilde küçümsenmesidir. Baberowski bunu inkar ediyor olsa bile, Avrupalı Musevilerin toplama kamplarında topluca imha edilmesi de Hitler’in sofrasında planlanmıştı.

25 Ocak 1942’de, Wannsee konferansından kısa süre sonra, Hitler, Heinrich Himmler’e, öğle yemeğinden sonra, “Eğer o [Musevi] bu süreçte yok oluyorsa, yapabileceğim bir şey yok. Gördüğüm tek bir şey var: eğer gönüllü olarak gitmiyorlarsa, kesin imha. Bir Musevi’ye, neden bir Rus esirden farklı bakayım ki?” [3]

Himmler ile yapılan bu konuşma, sadece savaş esirlerinin değil ama Musevi kitlelerinin de toplama kamplarına alınmasının başlangıç işareti olarak kabul edilir. Nikolaus Wachsmann, toplama kamplarına yönelik kapsamlı araştırmasında, “Himmler, akşam yemeğinden kısa süre sonra, Prag’daki Heydrich’i aradı ve ona durumu anlattı. Himmler’in kayıt defterinde, bu görüşme hakkındaki notta şu yazılı: ‘Museviler TK’lara’ [Toplama Kamplarına]” diye yazıyor. [4]

Baberowski’nin temelsiz tarih çarpıtması ve Nazi suçlarını küçümsemesi, akademi ve medya dünyası içinde hiçbir muhalefetle karşılaşmadı. Nolte’nin tezleri 1980’lerde sert eleştirilere yol açmışken, bu görüşleri broşürlerle ve etkinliklerle eleştirmiş olan IYSSE kapsamlı bir saldırıya uğradı. Humboldt Üniversitesi yönetimi, Frankfurter Allgemeine Zeitung ve tüm resmi partilerin temsilcileri, Hitler’i önemsizleştirmenin arkasında durdular ve IYSSE’yi karaladılar.

IYSSE, başından itibaren neyin söz konusu olduğunu anlamıştı ve Spiegel’deki yazının yayınlanmasının hemen ardından şunu ilan etti: “Alman militarizminin canlanması, tarihin, Nazi döneminin suçlarını en aza indiren yeni bir yorumunu gerektirmektedir.”

Siyaset kurumunun büyük bölümünün, özellikle taz’ın Baberowski’ye desteğinde net bir şekilde ifade edilen keskin sağa kayışı, bu çözümlemeyi doğrulamaktadır. Savaş ve toplumsal çatışma politikalarıyla birlikte, geçmişin tüm kötülükleri geri dönüyor. Nazi pisliğini yeniden kabul edilebilir kılmak için, tarih yeniden yazılıyor.

Ancak IYSSE’nin Humboldt Üniversitesi’ndeki mücadelesi, medyanın ve profesörlerin bu hikayeyi kabul etmeye ve hatta savunmaya ne kadar hazır olduğunu ortaya çıkarmakla kalmadı. En önemlisi, IYSSE’nin gördüğü muazzam karşılık, işçilerin ve öğrencilerin ezici çoğunluğunun bu sağcı projeyi öfkeyle reddettiğini göstermektedir. IYSSE ve Sosyalist Eşitlik Partisi, bu muhalefete bir ses ve sosyalist bir perspektif vermektedir.

27 Mart 2018

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir