Süleymani suikastı, emperyalist strateji ve İran rejiminin krizi

Washington’ın İran Devrim Muhafızları Generali Kasım Süleymani’yi canice öldürmesinin asıl amacı ve bütün sonuçları, dünya jeopolitikasında yaşanan her ani dönüşte olduğu gibi, ancak zaman geçtikçe ortaya çıkıyor.

Trump yönetiminin, bu suikastın Amerikalıların hayatına yönelik yakın bir tehdide karşı gerçekleştirildiği yönündeki iddialarının apaçık yalan olduğu açığa çıkmış durumda. Süleymani cinayeti, aylardır planlanıyor ve ABD’nin ordu-dış politika kurumu içindeki başlıca figürler tarafından uzun süredir savunuluyordu. CIA Başkanı Gina Haspel, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton bu kişiler arasındaydı.

İran’ın iktidar yapısı içinde Dini Lider Ayetullah Hamaney’den sonra gelen ikinci kişi olarak görülen bir askeri önderin öldürülmesi, Trump yönetiminin İran’a yönelik “azami baskı” harekatında çarpıcı bir tırmanma oluşturmaktadır. Bu harekat, aralıksız diplomatik ve askeri baskı ile (askeri eyleme eşdeğer) yıkıcı ekonomik yaptırımları, siber savaşı ve diğer “özel operasyonları” birleştirmektedir.

İran Cumhurbaşkanlığı’nın resmi web sitesi tarafından yayımlanan bu fotoğrafta, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 15 Ocak 2020 Çarşamba günü Tahran’daki bir bakanlar kurulu toplantısında konuşma yapıyor. (AP aracılığıyla İran Cumhurbaşkanlığı)

Bununla, ya İran’ın Şii din adamları önderliğindeki burjuva ulusalcı rejimini yeniden düzenleme ya da onu tamamen devirme yoluyla İran’ı “dönüştürmek” ve Tahran’da, Şah’ın çeyrek yüzyıl süren kanlı diktatörlüğüne benzeyen, Amerikan emperyalizminin emrine amade bir hükümeti iktidara getirmek amaçlanmaktadır.

İran, ABD’nin emperyalist stratejistleri tarafından, uzun süredir, ABD’nin tüm Avrasya üzerindeki egemenliğini güvenceye alma yönelimi açısından son derece önemli görülmektedir. Bunun nedeni, üç kıtanın birleşme noktasına yakın olan ve dünyanın petrol ihracatı açısından en önemli iki bölgesi Ortadoğu ile Orta Asya’nın arasında yer alan İran’ın devasa petrol zenginliği ve jeostratejik konumudur.

ABD, diplomatik yönden, İran’ı bir yeni sömürge boyunduruğuna tabi olmaya zorluyor. Bu, Trump’ın ve Pompeo’nun, Tahran’dan, “kusurlu” nükleer anlaşmanın yerine bir “Trump anlaşması”nı müzakere etmesini talep etmesinde ifadesini buluyor. Önerilen anlaşma, İran ordusunu ciddi bir şekilde sınırlayacak, onun Ortadoğu’daki etkisini ortadan kaldıracak ve sivil nükleer programını kalıcı bir şekilde yasaklayacaktır.

Washington’ın İran’a karşı “azami baskı” harekatı, “inandırıcı” bir topyekûn savaş tehdidi üzerine kuruludur ve Rusya ve Çin ile “stratejik çatışma” hazırlıklarıyla çok yakından bağlantılıdır. Bu süreç, hızla, İran’la felaket getiren bir savaşa doğru tırmanabilir ki bu savaş, tüm Ortadoğu’yu yutup, diğer büyük güçleri de içine çekecektir.

Fakat söz konusu diplomatik süreç, kriz içinde bulunan ve derinlemesine bölünmüş olan İran burjuvazisinin ABD emperyalizmi açısından daha elverişli bir “büyük pazarlığa” zorlanabileceği hesabıyla canlandırılmaktadır. İran burjuvazisi, yalnızca durmadan tırmanan bir dış baskıyla değil; aynı zamanda özellikle işçi sınıfından gelen büyük bir toplumsal muhalefetle karşı karşıya bulunuyor.

İran rejimi, 2018 başında, kemer sıkmaya ve toplumsal eşitsizliğe karşı halkın öfkesinin taşmasıyla sarsılmıştı. Benzine yapılan büyük zamların 100’den fazla kentte bazıları şiddet içeren gösterileri tetiklediği geçtiğimiz Kasım ayında, İran hükümeti, buna yine acımasız bir baskıyla ve haberlere göre çok sayıda protestocuyu öldürerek karşılık vermişti.

Süleymani suikastı, açıkça, İslam Cumhuriyeti’ni “sadece” tehdit edip istikrarsızlaştırmaktan çok daha fazlasını hedefliyordu. Suikast, İran rejiminin iç dinamiklerini değiştirmeyi amaçlıyordu. Böylece, İran’ın çoğu Şii popülizmine dayanan yabancı milis grupları ağı üzerinden ABD’nin baskısına karşı koyma girişimlerini yönetmekten sorumlu komutan ortadan kaldırıldı. Dahası Süleymani, öldürülmesini ve ABD’nin savaş tehditlerini protesto etmek için düzenlenen kitlesel gösterilerin sonradan kanıtladığı gibi, büyük bir halk desteğine sahip bir önderdi.

Belirgin güvenlik eksiği dahil olmak üzere Süleymani’nin öldürülme şekli göz önünde bulundurulduğunda, İran devleti içindeki hizipsel rakiplerinin cinayete yardım edip etmediğini sormak yerinde olur.

Kesin olan şu ki, Süleymani suikastının ve suikastın neden olduğu çalkantılı olayların ardından hizip savaşı yoğunlaşmış ve geçtiğimiz hafta İran Devrim Muhafızları’nın bir Ukrayna Uluslararası Havayolları uçağını yanlışlıkla düşürmesine, bundaki sorumluluğunu gizlemesine ve hükümetin ihmalini ve baskısını protesto eden öğrenci gösterilerinin patlak vermesine yol açmıştır.

Avrupalı emperyalist güçlerle ve Washington’la yeniden uzlaşma arayışına öncülük eden ve bu süreci İran nükleer anlaşmasıyla (JCPOA) sonuçlandıran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Çarşamba günü, yolcu uçağını düşürdüğü için “özür” dilememesi nedeniyle orduyu kınadı. Ruhani, Muhafız Konseyi’nin, birçok milletvekilinin gelecek seçimlerdeki adaylığını kabul etmeme kararını da eleştirdi ve “ulusal uzlaşma” çağrısı yaptı. Bu slogan, uzun süredir, burjuvazinin ve üst orta sınıfın muhalif kesimlerine dayanan ve emperyalist destekli bir hareket olan Yeşillerin destekleyicileri tarafından yükseltiliyordu. Yeşiller, 2009 cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucuna itiraz etmişlerdi.

Bu arada, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Hindistan Başbakanı Narendra Modi ile bir araya geldiği Yeni Delhi ziyaretinde, ABD’nin asli bir müttefiki olan Hindistan hükümetinin “Körfez’deki gerilimlerin yatıştırılmasında” önemli bir rol oynayabileceğini açıkladı.

Trump yönetiminin, İran rejiminin krizini ve rejim içinde çoktandır devam eden ayrışmaları sonuna kadar kullanma çabalarındaki önemli bir unsur, Avrupalı emperyalist güçleri –Almanya, Fransa ve Britanya– 2015 İran nükleer anlaşmasını reddetme noktasında Washington’a katılmaya ikna etmektir.

Salı günü, Avrupa üçlüsü ülkeleri, anlaşmanın ihtilaf çözüm mekanizmasını başlatarak bu yönde büyük bir adım attılar ve böylece, İran ekonomisini boğan yaptırımları uygulama konusunda Washington’a hızla katılma yoluna girdiler.

Nükleer anlaşmayı çöpe atan ve İran’a karşı “azami saldırı” yürüten, Washington’dır. Dünya mali sistemine hakim olması nedeniyle, dünyanın İran ile ticaretini başarılı bir şekilde durdurmuş ve böylece, anlaşmanın temelini oluşturan karşılıklı taviz (İran’ın sivil nükleer programının büyük kısmının yürürlükten kaldırılması karşılığında yaptırımların kaldırılması) durumunu hükümsüz kılmıştır.

Bütün bunlara rağmen, Fransa, Almanya ve Britanya, tam da Trump ile Pompeo’nun duymak istediği gibi, anlaşmanın ihlal edilmesinden İran’ı sorumlu tutuyor, utanmadan Tahran’ın anlaşmanın bazı şartlarını ihlal ederek avantaj sağlama girişiminde bulunduğundan söz ediyor ve onu nükleer silah peşinde koşmakla suçluyorlar.

Avrupalı emperyalist güçler, ABD’nin tek taraflı ve onların çıkarlarına zarar veren eylemleriyle sarsılmış durumdalar. Süleymani suikastı, sadece sonuncu şiddetli şoktu.

Britanya ve AB güçleri, Washington’ın İran’a karşı durmadan artan saldırganlığının, hemen Rusya’yı ve Çin’i içine çekmese bile, kendi emperyalist çıkarlarına karşı sonuçlanacak topyekûn bir savaşı tetikleyeceğinden korkuyorlar. Savaş, petrol fiyatlarını hızla arttıracak, Avrupa ekonomisini kargaşaya itecek, büyük bir sığınmacı krizini daha tetikleyecek ve işçi sınıfının gelişen karşı saldırısını daha da radikalleştirecektir.

Pompeo’nun ve diğerlerinin, Avrupalılara, eğer Trump’ı “dizginlemek”, büyük bir çatışmayı engellemek ve Ortadoğu’da etkilerini sürdürmek istiyorlarsa, Washington’ın ve onun “azami baskı” harekatının arkasında toplanmaları gerektiğini söylediklerine kuşku yok.

Washington Post’un Çarşamba günü yayımladığı bir habere göre, Trump yönetimi, bu ne getireceği belli olmayan teşviklere bir de ticaret savaşı tehdidini eklemişti. Haberde, “Avrupalıların İran’ı nükleer anlaşma ihlalleri hakkında uyarmasından günler önce, Trump, Avrupalıları bunu yapmamaları halinde otomotive yüzde 25 gümrük vergisi uygulamakla tehdit etmiş,” deniyordu.

Bununla beraber, Avrupalıların hesaplarındaki çok önemli bir etmen, Washington için de olduğu gibi, İran burjuva rejiminin karakteri ve apaçık krizidir.

Avrupalı emperyalist güçler, İran rejiminin, Süleymani suikastına karşılık olarak Pentagon’u önceden uyararak düzenlediği ve hiç kimsenin zarar görmediği füze saldırılarıyla sınırlı kalan tepkisinden ve Ukrayna uçağının düşürülmesindeki sorumluluğunu beceriksizce gizleme girişiminden cesaret almış durumdalar.

İran rejimi, Amerikan karşıtı atıp tutmalarına karşın, bir burjuva ulusal rejimdir. Washington ile bir dereceye kadar çatışmaya girmesi söz konusu olduğunda, bu her zaman, kendisinin işçi sınıfını sömürme olanaklarını ve bölgesel etkisini arttırma yönünden olmuştur.

İşçi sınıfının giderek artan muhalefeti, İran’ı yalnızca, her ABD yönetimiyle uzlaşma sağlamaya çalışma biçimindeki onlarca yıllık girişimlerini yoğunlaştırmaya yöneltmektedir. Bu girişimler, en az George H.W. (Baba) Bush dönemine kadar gitmektedir.

İslam Cumhuriyeti seçkinleri ya da onların bazı kesimleri, yapabilseler, kitleler zararına emperyalizm ile bir anlaşmaya varacaklar. Ruhani’nin 2014’te Washington’a ve Avrupa’ya yaklaşma ile daha fazla özelleştirme, para yardımlarını kesme ve işçi sınıfına karşı başka önlemleri birleştiren bir program üzerinden iktidara gelmesinden önce bile, İran rejimi, yaptırımların kaldırılması konusunda Obama yönetimiyle perde arkasından görüşmeler yürütüyordu.

Benzer görüşmeler ileride de olabilir, hatta şu anda arka kanallar üzerinden yapılıyor bile olabilir. Trump, Kuzey Kore’yle uğraşırken, bu tür ikili bir politika izleyebildiğini göstermiştir.

İran’ın sözde “tutucuları”na gelince, onlar da işçi sınıfına en az hizipsel rakipleri kadar düşmanlar. Bu, 1980’lerin sonundan beri her İran hükümetinin neoliberal “reform” önlemlerini uygulamasıyla ve aşağıdan gelen her meydan okumayı bastırmak için hizipsel rakipleriyle birleşmeye hazır olmalarıyla kanıtlanmıştır.

Nihayetinde “tutucular”, nükleer anlaşmayı ve ABD ve AB ile daha yakın ilişkiler geliştirme arayışını desteklediler. Daha da önemlisi, onların Washington’a karşı koyma stratejisi, Rusya ve Çin ile sıkı askeri-stratejik bağlar geliştirmeye ve Ortadoğu genelinde destek toplamak için Şii popülizmini ve dini mezhepçiliği kullanmaya dayanmaktadır ve bu strateji, bölgeyi ve dünyayı bir çatışmaya sokma riski oluşturan bir çıkmaz sokaktır.

ABD’nin ve Avrupalı emperyalist güçlerin İran’a yönelik yırtıcılığına karşı koymak açısından tutarlı tek strateji, işçi sınıfının kemer sıkmaya, toplumsal eşitsizliğe ve savaşa karşı dünya çapında büyüyen hareketine ve bu hareketi devrimci sosyalist bir program ve önderlikle donatma mücadelesine dayanan stratejidir.

İran’daki işçiler ve gençler, kapitalist İslam Cumhuriyeti’nin karşısına, Ortadoğu genelindeki kitleleri tüm dinsel, mezhepsel ve etnik farklılıkları aşarak emperyalizme ve bütün burjuva rejimlere karşı birleştirmek için mücadele edecek bir Sosyalist İşçi Cumhuriyeti uğruna mücadeleyle çıkmalılar.

Kuzey Amerika’da, Avrupa’da ve tüm dünyada, işçi sınıfının sloganı, “İran’dan elinizi çekin” olmalıdır. İran’a yönelik tüm yaptırımlara, entrikalara, tehditlere ve savaş hazırlıklarına karşı çıkılması, emperyalist savaşa ve onun kaynağı olan kapitalist sisteme karşı işçi sınıfı önderliğinde küresel bir hareketin inşa edilmesinde yaşamsal bir unsurdur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir