Sosyalist Eşitlik Partisi (ABD), Dördüncü Ulusal Kongre’sini, 31 Temmuz-5 Ağustos tarihleri arasında Detroit, Michigan’da düzenledi.
Kongre, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin “Sosyalizm ve Savaşa Karşı Mücadele” başlıklı açıklamasını oy birliğiyle onayladı ve “Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Perspektifleri ve Görevleri”, “ABD’deki ve Latin Amerika’daki İşçi Sınıfının Birliği İçin” ve “Sosyalizm Uğruna Mücadele ve Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’in Görevleri” başlıklı üç karar aldı.
***
1. Dünya kapitalist sistemi, Sovyetler Birliği’nin çökmesinden 25 yıl sonra, ekonomik, toplumsal ve siyasal krizler eliyle enkaza dönmüş durumda. SSCB’nin Aralık 1991’de dağılması, kapitalizmin belirleyici zaferi ve “tarihin sonu” olarak göklere çıkarılmıştı. Şimdi, çeyrek yüzyıl sonra, dünya ekonomisi çelişkilerle bölünmüş durumda; emperyalist güçler insanlığı yeni bir dünya savaşı felaketine sürüklüyor; demokratik egemenlik biçimleri her büyük kapitalist ülkede saldırı altında; sağcı milliyetçi ve aşırı sağcı güçler yükseliyor; sınıf mücadelesi tüm dünyada yeniden canlanıyor.
2. 1930’lardan beri yaşanan en kötü küresel ekonomik krizi tetiklemiş olan 2008 mali iflasından bu yana sekiz yıl geçti. Bankacılık sisteminin çöküşünü ve Wall Street’e yatırılmış büyük özel sermayenin ortadan kalkmasını önlemek için her şeyi göze almış olan ABD Merkez Bankası (Federal Reserve – Fed), “parasal genişleme” programını; yani faiz oranlarını, mali piyasalara trilyonlarca dolar akıtmayla birleştirilmiş bir şekilde, tarihte görülmedik biçimde azaltma programını benimsedi. Hükümet politikaları, hisse senedi fiyatlarını rekor düzeylere yükseltti ama mali sektör alanının dışında, “gerçek” ekonomi durgunluk içinde ve çalışan geniş kitlelerin yaşam standartları gerilemeye devam ediyor.
3. Jeopolitik gerilimler, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesi durumlara benziyor. 1990-91’de ABD’nin Irak’ı ilk istilasıyla başlamış olan çeyrek yüzyıllık savaş, Washington tarafından, nükleer silahlarla sürdürülecek bir Üçüncü Dünya Savaşı’na dönüşme tehlikesi oluşturan bir küresel egemenlik yönelimine devinmiş durumda. Washington’ın “Terörle Mücadele”sinin sonuçları son derece yıkıcı olmuştur. Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’daki tüm toplumların mahvedilmesi, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en kötü küresel sığınmacı krizini doğurdu. NATO, “Rus saldırganlığı”nı suçlarken, Doğu Avrupa’nın kapsamlı bir askerileştirilmesini yürütüyor. Obama yönetiminin “Asya’ya dönüş”ü, Hindistan’dan Avustralya’ya ve Japonya’ya kadar tüm bölgeyi, ABD ile Çin arasında artan çatışmaya dahil ediyor; Almanya, yeniden askerileşiyor ve baskın Avrupalı güç olarak kendi rolünü ileri sürüyor.
4. Egemen sınıfın kendi çıkarlarını ilerlettiği ve küresel ekonomiyi düzenlediği ulus-devlet sisteminin siyasi yapıları, köklü bir meşruiyet krizi ile karşı karşıya. Britanya’daki Avrupa Birliği’nden çıkma oyu ve bizzat Britanya’nın olası parçalanması; büyük partilerden birinin çoğunluk hükümeti kurmasını sağlayacak bir çerçeve oluşturamayan Avustralya’daki seçimler; aşırı sağcı güçlerin tüm dünyada yükselişi; Brezilya’daki ve Venezuela’daki derin siyasi krizler; NATO üyesi olan Türkiye’deki başarısız askeri darbe… Bütün bunlar, burjuva demokratik kurumların ve egemenlik biçimlerinin çöküşünü kanıtlamaktadır.
5. Burjuva egemenliğin küresel krizi, olağandışı bir keskinlikle, ABD’deki 2016 başkanlık seçimlerinde dışa vurulmaktadır. Egemen sınıfın iki büyük partisi, ileri düzeyde siyasi bunama belirtileri sergiliyor. Cumhuriyetçi Parti, çok sayıda kumarhaneyi batırmasındaki gibi efsanevi girişimci yeteneklerini kullanarak “Amerika’yı yeniden büyük yapma” sözü veren faşizan demagog Donald Trump’ı aday göstermiş durumda. Demokratik Parti, başkanlık için başlıca yeteneği Amerikan siyasi tarihindeki neredeyse bütün diğer kişiliklerden daha fazla skandal atlatması olan Hillary Clinton’ı öneriyor. Hillary Clinton, kendisini bir multimilyoner yapmış olan kırk yıldan uzun bir siyasi kariyerin ardından, ordu-istihbarat kurumu ile Wall Street mali çıkar çevrelerinin ittifakını temsil etmektedir. Seçimin sonucu ne olursa olsun, o, derinleşen bir ekonomik ve toplumsal krize başkanlık eden ve dışarıdaki savaşın keskin bir tırmanması dahil halkın onayı olmayan politikalar uygulayan gerici bir yönetime yol açacaktır.
6. Kampanyasını “milyarder sınıf”a karşı bir “siyasi devrim” çağrıları üzerine kurmuş olan ve kendisini bir sosyalist olarak tanımlayan Vermont Senatörü Bernie Sanders’a yönelik kitlesel destek, işçi sınıfının ve gençliğin, Sanders’in çabalarına rağmen iki partili sistem çerçevesi içinde tutulamayan solcu, kapitalizm karşıtı siyasi radikalleşmesinin ilk ifadesiydi. ABD, yoğun bir sınıf mücadelesi dönemine giriyor. Bu, Amerikan işçi sınıfını, kapitalist sınıfa ve onun devlet aygıtına karşı bilinçli siyasi mücadele yoluna sokacaktır.
7. Kapitalist sistemin tarihsel krizinden çıkışın barışçıl bir yolu yoktur. Bu kriz, şu iki yoldan biriyle çözülecek: Ya egemen sınıf savaş, diktatörlük ve dünya nüfusunun yaygın bir yoksullaştırılması yoluyla yeni bir denge yaratmaya çalışacak ya da uluslararası ölçekte birleşmiş ve bağımsız bir siyasi güç olarak harekete geçmiş işçi sınıfı kapitalizmi yıkacak ve akılcı planlama ile toplumsal eşitlik üzerine kurulu küresel bir sosyalist toplum kuracak.
8. Emperyalist savaşı ve otoriterliği üreten kriz, aynı zamanda toplumsal devrim için itici gücü de yaratmaktadır. Amerikan militarizmine, işlere ve ücretlere yönelik saldırılara, kamu eğitiminin yıkıma uğratılmasına, altyapının çökmesine, öğrenci borçlarına, hızla artan harçlara ve polis şiddetine yönelik halk muhalefeti, tüm işçi sınıfının sosyalizm uğruna ortak siyasi mücadelesi ile birleştirilmelidir. Sosyalist Eşitlik Partisi, orta sınıf sahte sol politikaların her biçimine karşı, tartışmasız biçimde, demokratik hakların militarizme karşı savunusunda ve sosyalizm uğruna mücadelede, işçi sınıfının merkezi ve önder rolünü savunur. ABD’de ve uluslararası düzeyde devrimci önderliğin inşası, insanlığın yazgısının bağlı olduğu belirleyici stratejik sorundur.
Dünya kapitalizminin krizi ve ABD’deki sınıf ilişkilerinin yeniden yapılandırılması
9. ABD Merkez Bankası’nın ve dünya merkez bankalarının uyguladığı politikaların başlıca sonucu, şirketlerin ve mali seçkinlerin servetini olağanüstü arttırır ve tarihteki en yüksek toplumsal eşitsizlik düzeylerini yaratırken, mali vurgunun çapını genişletmek olmuştur. Borç piyasalarına akıtılan büyük miktarda para Avrupa’daki tahvil getirilerini en düşük seviyelere indirirken, ABD’deki borsalar en yüksek düzeylerde. Artan mal varlığı fiyatları eliyle desteklenen 62 milyarder, şimdi, dünya nüfusunun yarısından fazlasının ya da 3,5 milyar insanın toplam serveti kadar bir serveti kontrol etmektedir.
10. Bu arada, dünya ekonomisi durgunluğa saplanmış olmaya devam ediyor. Önde gelen ekonomistler küresel bir “eşzamanlı yavaşlama” ve “uzun süreli iktisadi duraklama” dönemi uyarısında bulunuyorlar. Dünya ticareti, İkinci Dünya Savaşı öncesindeki on yılı karakterize eden kur savaşlarını ve ticaret bariyerleri içeren bir tür ekonomik ulusalcılığa dönüşün ortasında, 2008 öncesi dönem ile karşılaştırıldığında, keskin bir şekilde yavaşlamış durumda.
11. Çin’in hızlı büyümesi, küresel kötüleşmenin çapını bir dönem için maskelemişti. O, doğal akışını sürdürdü. 2008 sonrasında devlet harcamaları ve borçlanma eliyle finanse edilen emlak balonu çökünce, Çin’deki ekonomik büyüme yüzde 4,1’e geriledi. Çin’deki yavaşlamanın küresel etkileri bulunmaktadır. O, ihracata bağımlı ülkelerde ekonomik krizlere yol açacak şekilde, emtia fiyatlarının çökmesine katkıda bulunmuştur. Brezilya, Büyük Bunalım’dan bu yana en ağır ekonomik krizin içinde ve Venezuela, bir hızla artan enflasyon ve kitlesel yoksullaşma döneminden geçiyor. Rusya ekonomisi 2015’te yüzde 3,7 küçüldü, Hindistan’ın ihracatı keskin biçimde azaldı ve Güney Afrika’nın ekonomisi 2016 yılının ilk üç ayı içinde yüzde 1,2 daraldı.
12. Avrupa’da, Avrupa Birliği’nin ikinci büyük ekonomisi Britanya’nın AB’den ayrılması, Avrupa’nın “birliği”ne ilişkin tüm projenin daha kapsamlı krizinin bir parçasıdır. Avroyu para birimi olarak kullanan ülkelerin oluşturduğu avro bölgesine gelince, onların bu yılki ekonomik büyümelerinin yalnızca yüzde 1,6’yı bulacağı, gelecek yıl ise 1,4 olacağı tahmin ediliyor. Brexit oyu, finansal bulaşma, Britanya’daki konut piyasası balonunun çökmesi ve tüm kıtada genelleşmiş bir bankacılık krizi korkusuna yol açmış durumda. Brexit, kıta çapındaki genel ekonomik rahatsızlığın ortasında gerçekleşmektedir. Yunanistan, Portekiz ve İspanya, bankaların dayattığı sert kemer sıkma önlemlerinin ürünü olan ağır bir ekonomik durgunluğun ortasında. İtalya’da, devlet borçları hızla artmış ve GSYİH 2008’den bu yana yüzde 8 daralmış durumda.
13. ABD’de, Obama’nın durumun “oldukça iyi” olduğu iddiası bir kuruntudur. Amerikan ekonomisi, durgunluk, kalıcı kitlesel işsizlik ve halkın büyük kesiminin yaşam koşullarının kötüleşmesi belasıyla uğraşıyor. Ekonomik büyümenin bu yılın geri kalanında ve gelecek yıl için yüzde 2 olacağı tahmin ediliyor ki bu, önceki tahminlerden çok daha düşük bir oran. Kaldı ki bu tahmin, ABD ekonomisinin tüm dünyada artan ekonomik istikrarsızlıktan önemli ölçüde etkilenmeyeceğini varsaymaktadır. 2000 yılından bu yana, ABD’deki ortalama gelir yüzde 7 azalmış; emeğin gelirler içindeki payı da yüzde 66’dan yüzde 61’e gerilemiş durumda.
14. Dünya ekonomisinin mevcut durumu, dünya Troçkist hareketi Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK), 2007-2008’de başlamış olan krizin konjonktürel bir gerileme olmayıp dünya kapitalizminin küresel yapısının çöküşüne işaret ettiği biçimindeki çözümlemesini doğrulamaktadır. ABD’deki yüksek risk faizli ipotek kredileri ile bağlantılı -bankalar tarafından fiyatlandırılamayan- zehirli varlıkların çökmesiyle tetiklenmiş olan 2008 krizi, kapitalist sistemin, özellikle de Amerikan kapitalizminin müflis ve çürümüş karakterini açığa vurmuştu.
15. Önceki 30 yılda, finansallaşma ile bağlantılı olarak, toplumsal eşitsizlikte daha önce tanık olunmadık bir artış yaşandı. Akıl almaz bir servetin ABD’deki şirket ve mali sektör seçkinlerinde toplanması, giderek artan bir şekilde üretim sürecinden ayrılmıştır. Bu servet, üretim süreci yerine, varlık piyasalarının, borsa oyunlarının ve açık suçluluğun bitmek bilmez artışına tabi oldu.
16. Finansallaşma olgusunun, ABD içindeki toplumsal ve siyasal ilişkilerde önemli sonuçları oldu. Amerikan egemen sınıfı, içeride ve dışarıda, halkın düşüncesini ve demokratik egemenlik biçimleri ile yasaya uygunluğu küçümseyen bir aristokrasinin bütün özelliklerini barındırmaktadır. Mali aristokrasi, siyasi sistemi ve medyayı kontrol etmektedir. Politikacılar yalnızca egemen sınıfı temsil etmekle kalmıyorlar; onlar, giderek artan şekilde, kendileri adına davranan milyonerler ve milyarderlerdir. Egemen seçkinler, kendi servetlerini korumak ve çıkarlarını savunmak için, polis devleti mekanizması ve kapsamlı bir gözetleme aygıtı oluşturmuştur.
17. Bununla birlikte, finansallaşmaya yönelmenin kökleri, Amerikan ve dünya ekonomisinin daha derin ve uzun vadeli krizindedir. Daha 1960’larda, II. Dünya Savaşı sonrası hızlı ekonomik büyüme çerçevesinin çökmekte olduğunun işaretleri vardı. Avrupa’nın ve Japonya’nın ekonomik canlanması, Amerika Birleşik Devletleri’nin, savaş sonrası sistemin üzerinde yükseldiği baskın konumunu sarsmıştı. 1960’ların ortalarında, ABD’deki başlıca imalat sanayilerindeki kar oranları dikkat çekici bir şekilde azalmaya; 1970’lere gelindiğinde, bütün büyük ülkelerdeki ekonomik büyüme durgunlaşmaya başlamıştı. 1967 ile 1975 yılları arasındaki dönemde, tüm dünyada, işçi sınıfının militanlığında da patlama yaşanmıştı.
18. Amerikan egemen sınıfı, bu eğilimlere, Paul Volcker’in, 1979’da, Jimmy Carter’ın Demokratik Parti yönetimi tarafından ABD Merkez Bankası’nın başkanlığına getirilmesiyle başlayan işçi sınıfı karşıtı bir saldırı başlatarak yanıt verdi. Volcker, ağır bir durgunluğu kışkırtacak ve işsizliği arttıracak şekilde, faiz oranlarını keskin bir şekilde yükseltti. 1981 yılında iktidara gelen Reagan yönetimi, AFL-CIO sendikalarının işbirliğiyle, grevlerin hükümet ve şirketler eliyle kırıldığı bir saldırı dalgası başlattı. Tüm sanayi dalları fiilen kapatıldı ve yüz binlerce iş ortadan kaldırıldı. Sanayi üretimin büyüme oranı, 1950’lerdeki yüzde 7-9’dan, 1980’lerde yüzde 2-3’e düştü.
19. ABD’deki sanayi üretimin gerilemesi, mali sektörün yükselişi ile doğrudan bağlantılıydı. Mali vurgun, egemen sınıfın kendisini zenginleştirdiği başlıca araç haline gelmişti. Mali sektör tarafından gerçekleştirilen şirket karlarının oranı, 1980’deki yüzde altıdan, 2005’te yüzde 40’a yükseldi. Finansman, sigortacılık ve gayrimenkul (FIRE) sektörlerinin GSYİH içindeki payı, mal üreten sektörlere oranla, 1970’lerde yüzde 30’un biraz üzerinde iken, 2000’li yıllarda yüzde 70’i, 2010’da ise yüzde 90’ı aştı. 1990’larda başlayan bir borsa patlaması, ABD Merkez Bankası’nın düşük faiz oranları üzerinden büyük borç birikimini teşvik eden politikası eliyle kolaylaştırılmıştı.
20. Bu ekonomik dönüşümler, küresel süreçlerle bağlantılıydı. Şirketler, daha yüksek kar oranları arayışı içinde, ucuz hammaddelere ve işgücü piyasalarına erişim sağlamak için dünyayı didik didik ettiler. Üretimin küreselleşmesi ve devasa ulusötesi şirketlerin ortaya çıkması, ulaşımda ve iletişimde, şirketlerin küresel ölçekte bir işbölümünü geliştirmesini ve doğrudan küresel bir pazara mal satmasını mümkün kılan devrimci ilerlemeler eliyle kolaylaştırılmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Çin’de kapitalist ilişkilerin yeniden kurulması, 2 milyar dolayında işçiyi küresel emek havuzuna katmıştır.
21. Bu giderek küreselleşen dünya ekonomisinin üstünde, büyük bir mali vurgun piyasası bulunmaktadır. 2008 krizi, dünya ekonomisinin on yıl içinde üçüncü kez bir mali balonun patlamasıyla sarsılmasıydı. Onun öncesinde, Tayland’ı, Malezya’yı, Endonezya’yı, Güney Kore’yi ve Filipinler’i içine çeken ve neredeyse küresel bir mali çöküşü tetikleyen 1997-98 Doğu Asya mali krizi yaşanmış; bunu, 2000 yılında, internet şirketlerindeki hızlı büyümenin çökmesi ve borsa vurgunları ile bağlantılı, Enron’un iflasını da kapsayan bir yolsuzluk skandalları dalgası izlemişti. ABD Merkez Bankası’nın ve dünya merkez bankalarının 2008 çöküşüne tepkisi, bu önceki krizlerde olduğu gibi, faiz oranlarını indirmek ve piyasalara nakit para akıtmak oldu. Bu, yalnızca yeni varlık balonları oluşturmuş; yeni ve daha yıkıcı mali çöküşlere zemin hazırlamıştır.
22. 1921 yılında, I. Dünya Savaşı’nın ve Ekim Devrimi’nin ardından, Lev Troçki, günümüz koşullarına benzer yoğun bir borç birikiminin varlığına işaret etmişti. Savaş sonrası Avrupa ülkeleri yoksullaşmışken, son tahlilde bir kar talebini (“yıkılmış bir anı… ve gerçekleştirilebilecek bir umut”) temsil eden nakit para ve devlet tahvilleri artışı söz konusuydu. Bu para-sermaye, “tüm toplumun, tüm ekonominin biçimini çarpıtmaktadır. Kendisini bu fiktif [gerçek olmayan/hayali] sermayenin aynasında gören toplum, yoksulluğu arttıkça daha zengin görünüyor.” (Troçki, Komintern’in Üçüncü Kongresi’nde yaptığı konuşma. Bkz. To The Masses:Proceedings of the Third Congress of the Communist International, [Kitlelere: Komünist Enternasyonal’in Üçüncü Kongresi Oturumları], syf. 108-109)
23. Dolayısıyla, günümüzde de, devasa fiktif sermaye fazlasının karşılığının, işçi sınıfından her zamankinden daha fazla artı-değer çıkartılması, kamu ve devlet varlıklarının ortadan kaldırılması ve emperyalist yağma yoluyla ödenmesi ya da ortadan kaldırılması gerekiyor.
Amerikan emperyalizmi ve III. Dünya Savaşı yönelimi
24. Amerikan egemen sınıfının krizden bir çıkış yolu bulma yönündeki çabaları, onu, bir yandan emeğin ürününden daha büyük bir pay almak için işçi sınıfına saldırısını yoğunlaştırmaya; diğer yandan da, dışarıda her zamankinden daha pervasız militarist şiddete başvurmaya sevk etmektedir. Üretimin küreselleşmesi, uluslararası çatışmayı ortadan kaldırmak şöyle dursun, dünya ekonomisi ile ulus-devlet sistemi arasındaki temel çelişkiyi yeni doruklara çıkarmıştır.
25. Sovyetler Birliği’nin 25 yıl önce dağılması, ABD emperyalizminin stratejistleri tarafından, tüm yerküreyi Amerikan kapitalist sınıfının çıkarları doğrultusunda, SSCB’nin denge sağlayıcı askeri gücü ve sosyalist devrim hayaleti eliyle engellenmeksizin yeniden yapılandırmak için bir fırsat olarak yorumlanmıştı. Birinci Bush yönetimi, “Yeni Dünya Düzeni”ni ilan etmiş; Pentagon ABD’nin çıkarlarına meydan okuyan herhangi bir bölgesel ya da küresel gücün ortaya çıkmasını engellemeye yönelik planlar hazırlamıştı. 1990-91 Körfez Savaşı’nı, Clinton yönetimi altında Irak’a yönelik yaptırımların uygulandığı ve bu ülkenin aralıklı olarak bombalandığı; Somali, Haiti, Sudan ve Afganistan’da askeri müdahalelerin gerçekleştiği ve 1999’da Sırbistan’a yönelik vahşi “insan hakları” savaşının yaşandığı bir on yıl izledi.
26. İkinci Bush yönetimi, 11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından Afganistan’ın 2001 sonbaharında istilası ile birlikte, Bush’un “21. yüzyılın savaşları” dediği savaşları başlattı. Bush yönetimi, “terörle mücadele” çerçevesinde, Afganistan savaşının ardından, 2003’te Irak’ın ikinci kez istilasını başlattı. ABD tarihinde ulusun sürekli savaşta olduğu iki tam dönemi tamamlayacak ilk başkan olan Obama, askeri operasyonlar listesine, Libya’nın, Yemen’in ve Pakistan’ın bombalanmasını ve Suriye’deki CIA destekli iç savaşı ekledi.
27. Bu dönem boyunca, Amerikan egemen sınıfı, giderek daha kanlı, belirli bir savaş stratejisi izlemiştir. Savaşla Geçen Çeyrek Yüzyıl: ABD’nin Küresel Egemenlik Dürtüsü, 1990-2016’nın önsözünde belirtildiği gibi:
ABD’nin başlattığı savaşlarla geçen son çeyrek yüzyıl, birbiriyle bağlantılı bir olaylar zinciri olarak incelenmelidir. ABD’nin küresel egemenlik dürtüsünün stratejik mantığı, Ortadoğu’daki ve Afrika’daki yeni-sömürgeci operasyonların ötesine geçmektedir. Sürmekte olan bölgesel savaşlar, ABD’nin Rusya ve Çin ile hızla tırmanan cepheleşmesinin tamamlayıcı unsurlarıdır.
ABD’nin stratejik olarak son derece önemli Avrasya kara parçasının kontrolünü sağlama iddiası prizmasıyla bakıldığında, 1990-91’de yaşananların temel önemi ortaya çıkıyor. Ama dünya egemenliği uğruna mücadelede yaşanmakta olan ve çatışmanın ortasına Rusya ile Çin’i yerleştiren bu son aşama, ABD ile onun şimdiki emperyalist müttefikleri (en önemli olası rakibi Almanya dahil) arasındaki gizil ve potansiyel olarak patlayıcı gerilimleri ön plana çıkartıyor. 20. yüzyılın iki dünya savaşı, yanlış anlamaların ürünü değildi. Geçmiş, giriş bölümüdür. Uluslararası Komite’nin 1990-91’de öngörmüş olduğu gibi, Amerika’nın küresel egemenlik girişimi, dünya politikasının altında kaynayan emperyalistler arası rekabeti şiddetlendirmiştir.
28. Nükleer silahların kullanılacağı bir üçüncü dünya savaşı, basitçe, teorik bir olasılık değildir. O, hepsi nükleer cephaneliklere sahip olan büyük güçler arasındaki artan çatışmalardan kaynaklanan doğrudan pratik bir tehlikedir. Mayıs ayında, Kaygılı Bilim İnsanları Birliği, “Çin’le nükleer savaş riski: Tedirgin edici bir önemsememe” başlıklı bir rapor yayımladı. Rapor, şu uyarıda bulunuyordu:
ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti hükümetleri, günde 24 saat, yılda 365 gün, hızla tırmanabilecek ve karşılıklı bir nükleer saldırı ile sonuçlanabilecek bir savaşı başlatmaktan birkaç kötü karar kadar uzaklar. Uyumsuz algılar, hem savaş ihtimalini hem de savaşın nükleer silahların kullanılmasıyla sonuçlanması olasılığını arttırmaktadır. İletişimsizlik ve yanlış anlamalar, her iki yönetimin de durdurmakta zorlanabileceği bir çatışmayı ateşleyebilir.
29. Askeri planlamacılar, aktif bir şekilde, savaşta nükleer silah kullanımına ilişkin stratejiler geliştiriyorlar. Obama yönetimi, çatışmada kullanılmak üzere tasarlanmış daha düşük güçte yeni nesil silahların üretimini içeren bir trilyon dolarlık bir nükleer silahları modernleştirme programı başlatmış durumda. ABD Dışişleri Bakanlığı, Pentagon ve istihbarat örgütleri için çalışan önde gelen düşünce kuruluşu Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi tarafından geçen yıl yayımlanan bir rapor, “İki küresel süper güç arasındaki ‘yıldırma dengesi’ değiştiği için, nükleer silahlara başvurma ile ilgili senaryolar büyük ölçüde değişmiş durumda” iddiasında bulundu. Sonuç olarak, “ikinci nükleer çağ, onların bir çatışmada, nükleer silaha hem erkenden hem de ayrım gözetmeksizin nasıl başvurabileceğini enine boyuna düşünmesini” içeriyordu.
30. Britanya’dan, Almanya, Fransa, İtalya ve Japonya’ya, Kanada’dan, Avustralya ve Yeni Zelanda’ya kadar bütün emperyalist güçler, dünyanın yeniden paylaşımındaki yerlerini arıyorlar. Almanya ile herhangi bir gücün tek başına Avrupa’ya egemen olmasından korkan ABD arasındaki tarihsel çelişki, 20. yüzyıldaki iki dünya savaşında önemli bir etmendi ki bu, kendisini yeniden gösteriyor. Haziran ayında, Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, Almanya’nın, “dış politikasına yarım yüzyıldan uzun süredir yol göstermiş olan ilkeleri yeniden yorumlamasını” dayatacak bir “büyük Avrupa gücü” konumuna dönmesine ilişkin bir politikanın ana hatlarını açıkladı. Steinmeier, ABD’ye doğrudan meydan okur şekilde, “tek kutuplu bir dünya yanılsaması ortadan kalkmaktadır” ve “tarihsel deneyimimiz, herhangi bir ülke için ulusal istisnacılığa ilişkin bütün inançları ortadan kaldırmıştır.” vurgusunu yaptı.
31. Savaş yönelimi, otoriter rejimlerin yükselişi ile ayrılmaz biçimde bağlantılıdır. Bütün büyük kapitalist ülkelerin egemen sınıflarının izlediği Amerikan egemen sınıfı, “terörle mücadele” çerçevesinde, tüm dünyada yasadışı dinlemeler yapan yaygın bir ordu-istihbarat aygıtı inşa etmiş durumda. ABD’de, yerel polis milyarlarca dolarlık gelişmiş askeri donanım ile donatılmış ve her yıl 1.000’den fazla insanı öldüren paramiliter bir güce dönüştürülmüştür. Savaşın 2016 seçimlerinin ardından büyük ölçüde genişletilmesine ilişkin planlara, kaçınılmaz olarak, içeride, mali aristokrasinin politikalarına yönelik muhalefete karşı baskılar eşlik edecektir.
Sınıf mücadelesinin küresel canlanması
32. Üretimin küreselleşmesi, yalnızca ulus-devletler arasındaki çatışmaları yoğunlaştırmamış; aynı zamanda, uluslararası işçi sınıfının büyüklüğünde de devasa bir artışa yol açmıştır. McKinsey Global Institute’ün kısa süre önce yayımlanan bir raporuna göre, dünya işgücü, 1980 ile 2010 yılları arasında, 1,2 milyar artarak yaklaşık 2,9 milyara ulaşmış durumda. Tarım dışı işlerin şimdi toplam küresel istihdamın yüzde 70’ini oluşturmasıyla birlikte -ki bu oran 1980’de yüzde 54 idi, “gelişmekte olan ekonomiler”de, tarımdan fabrika istihdamına doğru büyük bir değişim söz konusudur.
33. Küresel olarak, ekonomik krizin işçi sınıfına etkisi korkunçtur (azalan ücretler, sosyal programların ortadan kaldırılması, kitlesel işsizlik). Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre, küresel işsizlik, 2015’te, kriz öncesinden 25 milyon fazla olacak şekilde, 197,1 milyona ulaşmış durumda. Bu rakamın, bu yıl 2,3 milyon, önümüzdeki yıl ise 1,1 milyon artması bekleniyor. İş aramayan çalışma yaşındaki bireylerin sayısı da keskin bir şekilde artıyor. Bu sayı, 2015’te, 26 milyon artarak, 2 milyarı aşmış durumda. Genç işsizlik oranının yetişkinler arasındakinden üç kat fazla olduğu koşullarda, yaklaşık 75 milyon genç işsiz durumda. Bu etmenler, kötüleşen ekonomik beklentiler ile birlikte, ILO’nun “yeni toplumsal huzursuzluk riski” konusunda uyarıda bulunmasına yol açtı.
34. Dünya durumunun en çarpıcı özelliklerinden biri, sınıf mücadelesinin uluslararası düzeyde canlanmasıdır. Bu yıl, Fransa’da ve Belçika’da, “terörle mücadele” çerçevesinde yürürlüğe giren ama egemen sınıfın politikalarına yönelik muhalefeti bastırmayı amaçlayan gerici çalışma yasalarına ve anti-demokratik yasalara karşı kitlesel gösteriler gerçekleşti. Gıda isyanları ve Moduro hükümetine karşı protestolar Venezuela’yı sarstı. Meksika’daki öğretmenler kamu eğitimine yönelik saldırılara karşı grevler başlattılar. Yunanistan’daki işçiler, sahte sol Syriza partisi tarafından uygulamaya konan kemer sıkma önlemlerine karşı genel grevler düzenlediler.
35. Çin’de, işçilerin düzenlediği grevlerin ve protestoların sayısı, geçtiğimiz iki yıl boyunca hızla arttı. Çin Çalışma Bülteni’ne göre, 2011 ile 2013 yılları arasında 1.200 grev ve protesto gerçekleşmişti. Bu sayı, 2014 yılında 1.300’den, 2015 yılında ise 2.700’den fazlaydı. Bu rakam, 2016’da, Şubat ayına gelindiğinde yaklaşık 800 idi (tüm yıla uyarlandığında 4.800).
36. ABD’de, petrol rafinerisi işçilerinin 2015 başlangıcındaki grevinin ve otomotiv işçilerinin geçtiğimiz yılın sonbaharındaki satış sözleşmesine yönelik muhalefet patlamasının ardından, 39.000 Verizon işçisinin bu yılki grevi geldi. Yine bu yıl, Detroit’teki, Atlanta’daki, Compton’daki, California’daki ve başka yerlerdeki öğretmenler, okulların haraplığına, sözleşmeli çalışmaya ve ücretler ile yan ödemelere yönelik saldırılara karşı protestolar düzenlediler. Bunun yanı sıra, Flint sakinleri, ülkenin dikkatini kentin içme suyunun zehirlenmesine çektiler.
37. Grevlerde ve lokavtlarda kaybedilen işgünü sayısı sınıf mücadelesindeki yükseliş eğiliminin altını çiziyor. Bu sayı, 2013’te 200.000, 2014’te ise 290.000 iken, asıl olarak petrol işçilerinin grevinden ve Allegheny Technologies Inc.’deki (ATI) uzun süreli lokavttan dolayı, 2015’te 740.000’e sıçramış durumda. Yalnızca 2016’nın ilk yarısında grevlerde yitirilen işgünü sayısı, esas olarak Verizon’daki 54 günlük grev nedeniyle yaklaşık 2 milyona fırladı.
38. Egemen sınıf için bundan daha rahatsız edici olan, şirket yönetimleri ile devletin emek taşeronu ve işçi kolu işlevi gören sendikaların işçi sınıfı üzerindeki denetimlerini yitiriyor olduğuna ilişkin artan işaretlerdir. Bu işaretler, otomotiv işçilerinin ödün sözleşmelerine yönelik kitlesel muhalefetini ve Detroit’teki öğretmenlerin, Doğu Yakası liman işçilerinin ve Uber sürücülerinin yasadışı grevlerini içermektedir. Dahası, işçiler, özellikle de gençler arasında, Bernie Sanders’in kampanyasına yönelik kitlesel destek, egemen seçkinleri dehşete düşürecek şekilde, kapitalizm karşıtı duyarlılığın büyük ölçüde arttığını ortaya koymuştur.
39. Sınıf mücadelesi, hem içerik hem de biçim olarak, giderek küresel hale geliyor. DEUK, 1988’de, şunları yazmıştı: “”Sınıf mücadelesinin sadece biçimsel olarak ulusal, özünde ise uluslararası bir mücadele olduğu, uzun süredir, Marksizmin temel önermesidir. Bununla birlikte, kapitalist gelişmenin yeni özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, sınıf mücadelesinin biçimi bile uluslararası bir karakter edinmek zorundadır. İşçi sınıfının en basit mücadeleleri bile, onun eylemlerinin uluslararası ölçekte koordine edilmesi gereksinimini ortaya çıkarmaktadır.” DEUK’un ulusal temelli partilerin ve sendikaların dönüşümüne ilişkin çözümlemesi ile bağlantılı bu değerlendirme doğrulanıyor. Sınıf mücadelesinin her ülkedeki gelişimi, işçilerin uluslararası düzeyde birliğini gerektiriyor.
40. Egemen sınıf, üretimin küreselleşmesine ve sınıf mücadelesinin canlanmasına, milliyetçiliğin en aşırı biçimlerini canlandırarak yanıt vermektedir. “Milliyetçiliğin üreme yerleri, aynı zamanda, gelecekteki müthiş çatışmaların laboratuvarlarıdır. Emperyalizm, aç bir kaplan gibi, müthiş bir sıçrama yapmak üzere kendini toparlamak için kendi ulusal inine çekilmiştir.” [Lev Troçki, Milliyetçilik ve Ekonomik Yaşam]. Kitleleri emperyalist savaş yararına bir araya getirmeye çalışan kapitalist sınıfın milliyetçi çılgınlığı kışkırtmak için elinden geleni yaptığı an, tam da küresel olarak bütünleşmiş kapitalizmi sürekli rahatsız eden çelişkilerin olağanüstü keskinliğe ulaştığı noktadır.
41. Avusturya’daki neo-faşist Özgürlük Partisi, Fransa’daki Marine Le Pen, Britanya’daki Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP), Almanya’daki Almanya İçin Alternatif (AfD) ve ABD’deki Donald Trump… Bunların hepsi, geleneksel “sol”un [sistemle] bütünüyle uzlaşmış olması gerçeğini kendi çıkarları için kullanmaya çalışıyorlar. Bu güçlere başvurmak, gücün değil güçsüzlüğün ifadesidir. Egemen seçkinler, kendilerinin her yönden kuşatılmış olduklarını hissediyorlar. Onlar, toplumsal muhalefetin her zamankinden daha şiddetli ve vahşi biçimde ezilmesinin koşullarını yaratırken, işçi sınıfının siyasi radikalleşmesini aşırı sağcı güçlerin seferber edilmesi yoluyla önlemeye çalışıyorlar.
ABD’deki toplumsal kriz
42. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin görevi, emperyalist savaşa ve milliyetçiliğin bütün biçimlerine karşı uluslararası sosyalist devrim stratejisini Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işçi sınıfına taşımaktır. Uluslararası Komite’nin özgün yanı, tarihi boyunca, Amerikan işçi sınıfının devrimci rolünde ısrar etmiş olmasıdır. “Dünya politikasının uyuyan devi” uyanmaya başlıyor.
43. Amerikan kapitalizminin krizi ve Amerikan egemen sınıfı tarafından gerçekleştirilmiş olan onlarca yıllık toplumsal karşı-devrim, yalnızca 1930’lardaki Büyük Bunalım öncesi yıllardakiyle karşılaştırılabilecek bir toplumsal eşitsizliğe yol açmıştır. ABD’deki İşçiler Birliği, Sosyalist Eşitlik Partisi’ni kurma sürecine 1995-96’da başlamış ve siyasi yaşamdaki şu “baskın özelliğe” işaret etmişti: “nüfusun daha önce görülmedik bir servetin tadını çıkartan küçük bir kesimi ile farklı düzeylerde ekonomik belirsizlik ve sıkıntı içinde yaşayan işçi kitlesi arasındaki genişleyen uçurum.” [David North, İşçiler Birliği ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Kuruluşu, 1996]. Eşitlik uğruna mücadelenin devrimci öneminin tanımlanması, partinin seçilen adında cisimleşmişti ki bunu, Uluslararası Komite’nin bütün şubelerinin Sosyalist Eşitlik Partisi olarak kurulması izledi.
44. Yirmi yıl önce alınmış bu kararın son derece ileri görüşlü olduğu kanıtlanmıştır. Toplumsal eşitsizlik, ABD’deki toplumsal ve siyasal yaşamın belirleyici özelliğidir. Sınırsız miktarda paranın mali piyasalara pompalandığı sekiz yılın sonucunda, ülkedeki en zengin 400 bireyin serveti, 2009’daki 1,27 trilyon dolardan, geçtiğimiz yıl 2,34 trilyon dolara yükseldi. Aynı dönemde, tam gün işlerin sayısı azaldı. İstihdamda 2009’dan beri yaşanan artışın tüm nedeni, ücretlilerin geçici, sözleşmeli, yarım gün ve başka biçimler altında çalıştırılmalarıdır.
45. Düşük ücretler, yoksulluk ve ekonomik güvencesizlik… Amerikan halkının büyük çoğunluğunun gerçekliği budur. Yedi kişiden biri resmi yoksulluk sınırının altındadır ki bu, beş çocuktan birini kapsamaktadır. İşsizlik oranlarındaki resmi düşüş, işsizlikteki ve iş güvencesizliğindeki gerçek durumu maskelemektedir. Milyonlarca insanın iş bulma umudunu yitirmiş olması sonucunda, işgücüne katılım oranı -ki bu ekonominin durumuna ilişkin daha kesin bir ölçüttür, son 38 yılın en düşük düzeyine yaklaşmış şekilde, yüzde 63’tür.
46. Ücretler, “toparlanma” boyunca, 2009-2014 yılları arasında, azalmaya devam etti (gerçek anlamda yüzde 4). En az kazananların ücretlerinde, bu dönem boyunca yüzde 5,7 düşüş yaşandı. Bir zamanlar işçi sınıfının diğer sektörleri için ölçüt oluşturan imalat sektöründeki işçilerin saat ücretleri şimdi ortalama 15,66 dolar ki bu, bütün mesleklerdeki ortalama ücretin yüzde 7,7 altındadır.
47. Nüfusun büyük kesiminin yaşam koşullarındaki gerilemenin belki de en yalın ifadesi, beklenen yaşam süresinde, hepsi, toplumsal çürümenin ve çaresizliğin ürünleri olan aşırı dozda uyuşturucu kullanımından, karaciğer hastalıklarından ve intiharlardan kaynaklanan kısalmadır. Beklenen yaşam süresinde en zengin yüzde 1 ile en yoksul yüzde bir arasında var olan uçurum, şimdi, ortalama, erkekler için 14,6, kadınlar için ise 10,1 yılı buluyor. Beklenen yaşam süresindeki gerileme, özellikle işçi sınıfından erkekleri etkiliyor. Lise düzeyinden yüksek eğitimi olmayan 45-54 yaş arası beyazlar arasındaki ölüm oranı, 1999 ile 2014 yılları arasında, 100.000 kişide 134’e yükselmiş durumda. Bu, sahte sol güçlerin “beyaz ayrıcalığı”nın ve “erkek ayrıcalığı”nın yaygınlığına ilişkin iddialarını çürütmektedir.
48. Egemen sınıfın stratejistleri, beklenen yaşam süresindeki gerilemeyi, yaşlılara sağlık hizmetleri sunma maliyetlerini kısmak için gerekli görüyorlar. Sağlık hizmetlerine yönelik, Obama yönetiminin başlıca yerli girişimi olan Obamacare’i de içeren saldırı, bu süreci hızlandırmayı hedeflemektedir. Uygun Bakım Yasası denilen şeyin başlıca amacı, şirketlerin sağlık koruma programlarında kesinti yapmalarını teşvik ederek, ilaç, test ve tedavi süreçlerini karneye bağlayarak, bireyleri devlet yönetimindeki sigorta borsalarındaki aşırı pahalı ve yetersiz özel sigorta şirketlerine geçmeye zorlayarak, sağlık hizmetlerinin maliyetini şirketlerden ve hükümetten alıp çalışanların sırtına yıkmaktır.
49. Gençlerin içinde bulunduğu koşullar özellikle kötüdür. Hızla artan eğitim harcamaları, azalan ücretler ve devlet yardımlarındaki kesintiler sonucunda, öğrenci kredi borçları hızla artmış ve 1,3 trilyon dolara ulaşmış durumda. 40 milyon dolayında Amerikalının öğrenci kredisi borcu var ve bunların, yaklaşık 7 milyonu, 2015’teki federal öğrenci kredisi borçlarını ödeyemedi ki bu, 2014’e göre yüzde 6’lık bir artış demek. ABD’deki evsiz öğrencilerin sayısı, şimdi, on yıl öncesinin iki katı: 1,7 milyon. Hızla artan konut fiyatlarının ve kiralarının, azalan ücretlerin ve kitlesel işsizliğin ortasında, bütün bir Amerikalılar kuşağı, bir ev satın alamayacak ya da aile kuramayacak durumda. ABD tarihinde ilk kez, genç kuşağın durumu anne-babalarının ya da büyük anne-babalarınınkinden daha kötü.
50. Bu arada, işçiler emeklilik ve sağlık hizmetleri programlarının, emekli olmayı olanaksız kılacak şekilde yağmalandığını görüyorlar. 55 ve üstü yaşlardaki Amerikalıların yaklaşık yüzde 30’unun herhangi bir emeklilik fonu ya da geleneksel emeklilik programı bulunmuyor. 55 ile 64 yaşları arasında ve prim yatırmış olanların ortalama emekli aylığı yalnızca 310 dolara denk geliyor. Bir araştırma, 25 ile 64 yaş arasındakilerin “emeklilik prim açığı”nın 6,8 ile 14 trilyon dolar arasında olduğunu ortaya koyuyor. Sonuç olarak, çok sayıda işçi kıt kanaat geçinmek için çalışmaya devam etmek zorunda kalırken, daha yaşlı işçiler arasındaki yoksulluk artıyor.
51. Bu tür toplumsal kriz göstergelerinin ardında, şirket yağması ve bütçe kesintileri eliyle tahrip edilmiş olan altyapının daha yaygın bir çürümesi ve çöküşü yatmaktadır. Binlerce işçi sınıfı ailesinin ve çocuklarının, Flint’te, suya kurşun bulaşması sonucunda zehirlendiğinin açığa çıkması, tüm ülkedeki su sistemlerinin eskimiş halini ortaya koymaktadır. Hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler, paraları, sendikaların yardımıyla, kar amacı güden kiralamafaaliyetlerine yönlendirdikleri için, kamu okulları fonsuz kalmış durumda.
2016 seçimleri
52. Amerikan emperyalizminin dışarıdaki patlaması ve ABD içindeki işçi sınıfına yönelik saldırı, 2016 seçimlerinin aşırı oynaklığına zemin oluşturmaktadır. Öncelikle toplumsal öfke ve muhalefet ile karakterize edilen ilk süreçte, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, Amerikan egemen sınıfının çürümesini ve suçluluğunu farklı biçimlerde kendilerinde cisimleştiren iki kişiyi adayları olarak seçmişlerdi. Kasım ayında onların hangisi seçilirse seçilsin, [insanlığı] dünya savaşına ya da sosyalist devrime götüren çelişkilerin hiçbirini çözemeyecek.
53. Burjuva egemenliğin krizinin altında, işçilerin ve gençlerin yaygın radikalleşmesi ile tüm siyasi sisteme yönelik düşmanlık yatmaktadır. Önseçimler sırasında yapılmış bir kamuoyu araştırması, nüfusun yüzde 58’inin Cumhuriyetçi ve Demokrat adaylardan memnun olmadığını; yüzde 55’inin bağımsız bir başkanlık kampanyasından yana olduğunu ortaya koymuştu. Bu oran, 29 yaş altındaki seçmenlerde, çarpıcı biçimde, yüzde 91’i idi. Kamuoyu araştırmaları, dünya kapitalizminin merkezinde artık daha fazla sayıda gencin kendisini kapitalizm yanlısı olmaktan çok sosyalist olarak gördüğünü gösteriyor. Nüfusun giderek artan bir kesimi, sağlık, beslenme ve barınma gibi temel gereksinimlerin devlet tarafından güvenceye alınmış sosyal haklar olması gerektiğini düşünüyor. Zenginlerden daha fazla vergi alınmasına ezici bir destek söz konusu.
54. Sanders’a olan destek, sosyalist düşüncelerin on yıllarca bastırılmış olduğu bir ülkede, milyonlarca insanın kapitalizme bir alternatif aramaya başladığını gösterdi. Sosyalist Eşitlik Partisi ve Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS), onun kampanyasının başlangıcından itibaren, Sanders’in işçilere ve gençlere ileriye giden bir yol önermediği uyarısında bulunmuştu. Şubat 2016’da, Sanders’in New Hampshire’daki ön seçimde elde ettiği ezici siyasi zaferinin ardından, “Sanders işçi sınıfını değil; egemen sınıfın ve siyaset kurumunun toplumsal muhalefetin büyümesini korkuyla izleyen ve onu bir şekilde kontrol altına almaya çalışan kesimini temsil etmektedir.” diye yazmıştık.
55. Sanders, kampanyası boyunca, Obama yönetiminin -Afganistan’daki ve Irak’taki savaşlar, insansız hava araçlarıyla gerçekleştirilen bombalamalar ve Rusya ile saldırgan cepheleşme dahil- dış politikasına desteğini ilan ederken, savaş ve militarizm konularındaki her türlü tartışmadan kaçındı. Onun iç politikası, ılımlı reformist önerilerle sınırlıydı. O, bankaların ve büyük şirketlerin kamusallaştırılmasını içeren, kapitalist sisteme meydan okuyacak, her türlü önlemi reddetti. Sanders, Donald Trump’dan bile daha önce, Çin ve diğer ülkeler ile yapılmış ticari anlaşmaları, ABD’deki toplumsal krizin kaynağı olarak suçlayan ulusalcı bir ekonomik program ileri sürüyordu.
56. Sanders’ın kampanyasının doruk noktası, onun Clinton’ı desteklemesi, milyonlarca işçi ve genç için son derece önemli bir siyasi deneyimdi. Bu, Demokratik Parti’yi dönüştürme çabasının anlamsızlığının bir diğer göstergesiydi. Bununla birlikte, Sanders’ın kampanyasına olan kitlesel destekte ifade bulmuş toplumsal ve siyasal sorunlar ortadan kalkmayacak. Onlar, daha patlayıcı ve radikal biçimlerde yeniden ortaya çıkacaklar.
57. Sanders Clinton’ı desteklerken, muhalefeti Demokratik Parti’nin ardına takmak için yeni bir siyasi çerçeve oluşturma yönündeki çabalar da sürüyor. Sanders’ı coşkulu biçimde desteklemiş olan örgütlerin bazıları şimdi Yeşiller Partisi’ni ve adayı Jill Stein’ı destekliyor. Stein, daha önce, Sanders’ın Yeşiller Partisi’nin aday listesinin başında seçimlere katılmayı kabul etmesi durumunda adaylıktan çekileceğini söylemişti. Seçimlere resmi olarak bağımsız adaylarla katılarak Demokratları daha iyi sola itebileceğini iddia eden Yeşiller Partisi, uzun süredir Demokratlar için siyasi bir yardımcı işlevi gören kapitalist bir partidir. Yeşil Partiler, iktidara geldikleri diğer ülkelerde, özellikle de Almanya’da, kemer sıkma ve savaş politikalarını desteklemişlerdir.
58. ABD Yeşiller Partisi’nin programı, ılımlı reformlardan, ekonomik ulusalcılıktan ve tüketimi azaltıp “sorumlu” şirketleri teşvik etmeye yönelik gerici önerilerden oluşan eklektik bir karışımdır. Bu parti, üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı çıkmamakta; şirket ve mali sektör seçkinlerinin çıkarlarına ciddi biçimde meydan okuyacak hiçbir şey önermemektedir.
59. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Jerry White’ı ve Niles Niemuth’u aday gösterdiği seçim kampanyası, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve dünyanın dört bir yanında ortaya çıkan mücadelelere temel hazırlamak için işçiler ve gençlik içinde devrimci bir önderliği inşa etmeyi amaçlamaktadır. SEP, savaşa, toplumsal eşitsizliğe ve diktatörlüğe karşı mücadelenin, işçi sınıfının kapitalist sisteme karşı bağımsız seferberliğini gerektirdiğinde ısrar etmektedir. Bizim kampanyamız işçileri eğitecek; bankalar ile büyük şirketlerin kamulaştırılmasını, şirket ve mali sektör seçkinlerinin mülksüzleştirilmesini, ordunun ve polis devleti izleme aygıtlarının dağıtılmasını içeren gerçek sosyalist politikalar uğruna mücadele edecektir. SEP, işçi sınıfını emperyalist savaşa karşı harekete geçirmek için mücadele edecektir. Partimiz, işçilere ve gençlere, karşı karşıya oldukları tarihsel sorunların hiçbirinin, işçi sınıfının siyasi iktidarı ele geçirip tüm dünya ekonomisini kar değil, toplumsal gereksinimler ve akılcı planlama temelinde dönüştürmesi dışında çözülemeyeceğini anlatacaktır.
Sağcı ırk ve cinsel kimlik politikası
60. Sanders’a olan desteğin kapsamı, Sanders’tan dolayı değil ama öne çıkan sınıf meselelerini dışa vurduğu için, egemen sınıfı korkutmuştur. Francis Fukuyama’nın Foreign Affairs dergisinin son sayılarından birindeki yorumunda belirtmiş olduğu gibi, “Bu seçimin gerçek hikayesi, Amerikan demokrasisinin, on yıllar sonra, nihayet, nüfusun büyük kesiminin sıkıntısını çektiği eşitsizliğin artmasına ve ekonomik durgunluğa tepki gösteriyor olmasıdır. Sosyal sınıf, en son seçimlerdeki tartışmalara egemen olmuş diğer bölünmeleri (ırk, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim, coğrafya) gölgede bırakarak, yeniden Amerikan politikasının tam ortasına dönmüş durumda.”
61. Egemen sınıfın siyasi temsilcilerine göre bu eğilimin tersine çevrilmesi gerekiyor. Konu değiştirilmeli, toplumsal eşitsizlikten uzaklaştırılmalı ve ırk, cinsiyet ve cinsel kimliğe geri dönülmeli. Medyanın ve Demokratik Parti’nin, bıkıp usanmadan, transseksüellerin hamamlara girmesi ve orduya katılması, üniversite yerleşkelerindeki sözde cinsel şiddet salgını ve ABD’deki ırkçı nefretin ve çatışmanın sözüm ona yeniden canlanması gibi konular üzerine odaklanmış olmasının nedeni budur.
62. Medyanın ve Demokratik Parti’nin ABD’deki öldürücü polis şiddeti salgınını ele alış biçimi özellikle siniktir. Bu, sınıf egemenliğinin bir aracı olarak polisin doğasının bir ifadesi olarak değil; beyazların Afrika kökenli Amerikalılara yönelik nefretinin dışa vurumu olarak sunulmaktadır. Medya uzmanları, birbirlerini anlamaktan aciz iki ulus, “beyaz Amerika” ile “siyah Amerika” arasında büyük bir uçurum olduğunu ileri sürüyorlar. Beyaz işçiler, geçmişteki “ayrıcalıklı” ve güçlü bir döneme dönme özleminden kaynaklanan tüm toplumsal ve ekonomik yakınmalarıyla, gerici ve ırkçı olarak sunuluyor.
63. Sosyalist Eşitlik Partisi, ABD’nin “beyaz Amerika” ve “siyah Amerika” olarak bölünmüş olduğu ya da bütün “beyazlar” ile “erkekler”in özel ayrıcalıklara sahip olduğu iddialarını reddeder. Biz, ülkenin ırkçı nefret ile kaynadığı hikayesini kabul etmiyoruz. Güney’deki ayrımcı Jim Crow ve kuzeydeki yaygın ırk ayrımcılığı döneminden bu yana, halkın genel bilincinde büyük bir gelişme söz konusudur. Bütün ırklardan işçiler birlikte yaşıyor ve birbirleriyle günlük ilişkilere giriyor; yoksulluğa, işsizliğe ve şirketlerin ücretlere ve yan ödemelere yönelik saldırılarına karşı ortak bir mücadeleye yöneliyorlar.
64. Polis şiddeti sorunu ile ilgili olarak, polis cinayetlerinin orantısız bir kesimi Afrika kökenli Amerikalılara yönelik olmakla birlikte, öldürülenlerin büyük kısmı beyazlardır. Fakat genç bir beyazın polis tarafından öldürülmesi, ırkçı anlatıyı doğrulamadığı için, medyada haber olmamaktadır. Guardian gazetesi tarafından derlenmiş verilere göre, Temmuz ortasına kadar olan dönemde, polis tarafından öldürülen 587 kişi’den 145’i siyah, 94’ü Latin, 292’si ise beyazdı. Öldürülenlerin sayısının tüm nüfusa oranı açısından, polis, Amerikan Yerlilerini, Afrika kökenli Amerikalılar ile neredeyse aynı oranda hedef almıştır.
65. Dahası, Detroit ve Flint gibi kentlerdeki polis şiddetinin ve toplumsal felaketin asıl olarak ırkçılığın ürünü olduğu, Afrika kökenli Amerikalı belediye başkanlarının, kent konseyi üyelerinin ve polis şeflerinin sayısının hızla artması eliyle yalanlanmaktadır. Geçtiğimiz 7,5 yıldır, ABD’yi, bütün ırklardan işçilerin yaşam koşullarının büyük ölçüde kötüleşmesini denetlemiş Afrika kökenli Amerikalı bir başkan yönetiyor. Günümüzdeki polis şiddeti, önceki bütün dönemlerden daha büyüktür. Irkçılık, hiç kuşkusuz, özellikle polis cinayetlerinde bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte, var olan ırkçılık, polisin egemen sınıfın servetini koruma aracı olarak toplumsal ve siyasal işlevine bağlıdır. Bu yüzden, ırkçılığa ve polis şiddetine karşı mücadele, bütün işçilerin, ortak sınıf çıkarları temelinde birleşik bir hareketini gerektirmektedir.
66. Irksal politikaların teşvik edilmesi, işçi sınıfının bir kesimini diğeri ile karşı karşıya getirme biçimindeki küresel stratejinin ABD’de edindiği biçimidir. Hem Demokratik Parti’nin kimlik politikaları hem de Trump’ın (Sanders’ın ulusalcı programı ile aynı doğrultudaki) ekonomik ulusalcılığı, işçi sınıfının tüm ulusal, cinsel ve ırksal farklılıkları aşan nesnel birliğinin bilincine varmasını engellemeye yönelik çabalardır. Dolayısıyla, ırksal politikaya ve kimlik politikasına karşı mücadele, SEP’in uluslararası işçi sınıfını, eşitsizliğin, savaşın ve diktatörlüğün kaynağı olan küresel kapitalist sisteme karşı ortak mücadelede birleştirme kavgasının tamamlayıcı parçasıdır.
Sahte sola karşı Marksizm
67. Bugün burjuva egemenliğinin istikrarı için son derece önemli olan ırk ve kimlik politikaları, DEUK’un “sahte sol” olarak tanımladığı Marksizm karşıtı örgütler ve teorik eğilimler tarafından on yıllar boyunca geliştirilmiştir. Uluslararası işçi sınıfı, geçtiğimiz yıllarda, sahte solun emperyalizm yanlısı ve işçi sınıfı karşıtı karakterini gösteren çok sayıda deneyim yaşadı. Bunlar arasında, onların Mısır’daki Hüsnü Mübarek diktatörlüğüne karşı devrimci hareketi raydan çıkarmada oynadıkları rol, Libya’daki NATO savaşına ve Suriye’deki CIA destekli iç savaşa verdikleri destek, Ukrayna’daki sağcı darbeye arka çıkmaları ve özellikle Yunanistan’daki Radikal Sol Koalisyon’un (Syriza) eylemleri sayılabilir.
68. Syriza, Ocak 2015’te, AB destekli kemer sıkma önlemlerine karşı çıkma vaatleri temelinde iktidara gelmişti. Bu, sahte sol örgütler tarafından, Avrupa politikasının yörüngesini değiştirecek dönüştürücü bir olay olarak selamlandı. Syriza hükümeti, iktidara gelmesinden yalnızca birkaç hafta sonra, Şubat ayında, AB’nin kemer sıkma önlemlerini genişletmeye yönelik bir anlaşmayı imzalamasının ardından, kemer sıkma politikaları üzerine Temmuz ayında düzenlenen referandumdaki ezici “hayır” oyunu ayaklar altına aldı ve parlamento eliyle yeni ağır bir kemer sıkma paketini geçirdi. Bu parti halen, emperyalizm tarafından Ortadoğu’da ve Afrika’da yaratılmış olan felaketten kaçan sığınmacıları dışarıda tutmak için, bir “Avrupa Kalesi”nin dikilmesinde cephe hattı polisi işlevi görüyor. Syriza’nın eylemleri, farklı biçimlerde, ABD’deki Uluslararası Sosyalist Örgüt, Sosyalist Alternatif ve İşgal Et hareketinin çeşitli kalıntıları ile İspanya’daki Podemos, Almanya’daki Sol Parti, Fransa’daki Yeni Anti-Kapitalist Parti tarafından yinelenen burjuva politikasının bir uzantısı olarak sahte solun rolünü kesin olarak göstermiştir.
69. Sahte solun politikası, varoluşçuluk, Frankfurt Okulu, postmodernizm, “post-Marksizm” ve yeni anarşizm ile bağlantılı akıldışıcı, idealist ve Marksizm karşıtı teoriler ile yakından ilişkilidir. Bu geleneğin günümüzdeki bir temsilcisi, onun bakış açısını şöyle özetliyor:
Elimizde, erkten ve ideolojiden kurtulacak, özünde akılcı insan öznesinin yerine, arzuların ve güçlerin çeşitliliği arasında dağılmış ve kimliği derinlemesine bir şekilde tutarsız ve iktidar yapıları ile iç içe geçmiş bir özne var. Bununla bağlantılı olarak, sınıf kategorisinin radikal politikanın zirvesinden indirilmesi de söz konusu: Proletarya artık asıl radikal özne değil ve siyasi mücadeleler, artık, Marksist şemada olduğu gibi ‘sınıf mücadeleleri’ tarafından belirlenmiyor. Bunun yerine, birçok şey, geçtiğimiz birkaç on yıl içinde yeni radikal siyasal öznelerin ve etkinlik biçimlerinin (ırkçılığa karşı siyah ve etnik azınlıklar; ataerkilliğe karşı feministler; homofobiye karşı eşcinseller vb.) ortaya çıktığını gösteriyor. Bunlar, postmodern siyasi manzarayı renklendirmiş olan ‘yeni toplumsal hareketler’dir. [Saul Newman, Unstable Universalities: Poststructuralism and radical politics, 2007, syf. 3]
70. DEUK, sahte solu, “orta sınıfın ayrıcalıklı ve hali vakti yerinde kesimlerinin sosyo-ekonomik çıkarlarını ilerletmek için popülist sloganlar ve demokratik söylemler kullanan siyasi partiler ve teorik/ideolojik eğilimler” olarak tanımlamıştır. Sahte sol, sosyalizm karşıtıdır, sınıf mücadelesine karşıdır; işçi sınıfının merkezi rolünü ve toplumun ilerici dönüşümünde devrimin gerekliliğini reddeder. Sahte sol, “servetin en zengin yüzde 10’luk kesim içinde daha adil dağılımını gerçekleştirmek için şirketlerde, yüksek okullarda ve üniversitelerde, yüksek maaşlı mesleklerde, sendikalarda ve devlet kurumlarında daha etkili olmak amacıyla milliyet, etnik köken, ırk, cinsiyet ve cinsellik konularına sabitlenmiş ‘kimlik politikaları’nı teşvik eder.” O, “emperyalizm yanlısıdır ve yeni-sömürgeci askeri operasyonlara haklılık kazandırmak, hatta onları doğrudan desteklemek için “insan hakları” sloganlarını kullanır.” [David North, The Frankfurt School, Postmodernism and the Politics of the Pseudo-Left: A Marxist Critique’in giriş bölümü]
Sosyalist Eşitlik Partisi ve işçi sınıfına yönelim
71. ABD’deki Sosyalist Eşitlik Partisi’nin merkezi stratejik görevi, işçi sınıfının ve onun en önemli kesimlerinin içinde siyasi bir önderliğin inşasıdır. Dünya kapitalizminin nesnel eğilimleri, ücretlere ve yan ödemelere yönelik saldırılara, toplumsal eşitsizliğin büyümesine ve kitlesel işsizliğe, polis şiddetine ve emperyalist savaşa karşı sayısız mücadelenin koşullarını yaratmaktadır. SEP, işçilerin ve gençliğin bu mücadelelerini, işçi sınıfının uluslararası sosyalist hareketinin bir parçası olarak, iktidarı almak ve ABD’de bir işçi devletini kurmak için birleştirmelidir.
72. İşçi sınıfının siyasi bağımsızlığı, yalnızca, kapitalist sınıfın sahte soldan aşırı sağa kadar her bir siyasi örgütlenmesine karşı işçi sınıfının bağımsız çıkarlarını tanımlama mücadelesi yoluyla sağlanabilir. Bu, işçilerin ve gençliğin radikalleşmesine, uluslararası işçi sınıfı hareketinin Troçkist hareketin tarihinde ve onun Stalinizmin, reformizmin, revizyonizmin ve ulusalcılığın her türüne karşı mücadelesinde cisimleşmiş olan tarihsel deneyimlerini katmayı gerektirir.
73. Bu kongre, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin önceli olan İşçiler Birliği’nin 1966’da kurulmasından yarım yüzyıl sonra toplanıyor. İşçiler Birliği, Uluslararası Komite’nin Pablocu revizyonizme karşı mücadelesi temelinde, 1960’ların siyasi radikalleşmesinin ilk aşamalarında biçimlenmişti. Marksist hareketin gelişmesi, yalnızca, Amerikan işçi sınıfının devrimci rolünün kabulü temelinde; aralarında, çeşitli ırk, etnik köken, cinsel ve toplumsal cinsiyet politikalarını teşvik eden Sosyalist İşçi Partisi içindeki revizyonistlerin de bulunduğu çok sayıda küçük-burjuva eğilime karşı uzlaşmaz bir mücadele dolayımıyla ilerleyebilmiştir.
74. Britanya’daki Sosyalist İşçi Birliği’nden Gerry Healy, İşçiler Birliği’ne gönderdiği kutlama mesajında şunları belirtmişti:
ABD’deki işçi sınıfı, dünyadaki en güçlü işçi sınıfıdır ve sizler, partinizi bu sınıfın içinde inşa etmelisiniz. Bu Marksizmin temel ilkesidir ve ABD içinde var olan koşullarda özel bir aciliyet içermektedir. Günümüzün temel sorunlarını çözecek olan, Black Power ya da tüm ülkeye yayılan onlarca barış ve yurttaşlık hakları hareketi değil; devrimci bir partinin önderliğindeki işçi sınıfıdır. Bizi bütün revizyonistlerden tam olarak ayırt eden nokta budur. Biz, kendi başlarına Siyahların ya da orta sınıf hareketlerin Amerikan emperyalizmi ile hesaplaşabileceği düşüncesini şiddetle reddediyoruz. Bu tür hareketlere zaman zaman ne tür eleştirel destek çağrısı yaparsak yapalım, bizim desteğimizin özü, onların eksik yönlerine ilişkin eleştirilerimize açıklık getirme üzerine kurulmalıdır.
75. Yarım yüzyıl sonra, Amerikan kapitalizminin krizi çok daha ilerlemiş; ulusalcı ırk ve kimlik politikaları çok daha gericileşmiştir. 1966 yılında, İşçiler Birliği kurulduğu zaman, ABD’de, sosyalist, komünist ya da Troçkist olduğunu ve işçi sınıfı adına konuştuğunu iddia eden çok sayıda örgüt vardı. Günümüzde, bunlardan birkaçı; işçi sınıfını birleştirme ve onun siyasi bağımsızlığı uğruna mücadele etme yönündeki her türlü çabanın yerine, açıkça ırka, cinsel yönelime ve cinsiyete yönelmeyi geçirmiş olanlar varlığını sürdürüyor.
76. Geçtiğimiz yıl, SEP’in ve Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin siyasi etkisinin son derece çarpıcı ve hızlı bir şekilde büyümesi olanağını gösteren bir dizi gelişme yaşandı. WSWS, otomotiv işçilerinin 2015 sonbaharındaki mücadelesi sırasında, Üç Büyükler (General Motors, Ford ve Fiat-Chrysler) ve Birleşik Otomotiv İşçileri (UAW) sendikası tarafından dayatılan satış sözleşmelerinin uygulanmasına yönelik muhalefetin merkezinde ortaya çıktı. Binlerce otomotiv işçisi WSWS Otomotiv İşçileri Bülteni’ni okudu ve onun bağımsız fabrika komiteleri oluşturma yönündeki çağrısı yaygın destek gördü. Bunu, partinin 39.000 Verizon işçisinin grevine müdahalesi izledi. Bu müdahalede, binlerce işçi WSWS’yi izledi. Yüzlerce insan, SEP tarafından düzenlenen çevrimiçi tartışmalara katıldı ve partinin başlattığı, bir işe dönme emrinin sözleşmenin tamamı açıklanıncaya ve üyeler tarafından demokratik biçimde oylanıncaya kadar iptalini talep eden bir imza kampanyasını destekledi.
77. Partinin otomotiv ve telekomünikasyon işçilerinin mücadelelerine yönelik taktiksel girişimlerinin kökleri, hareketin dünya kapitalizminin krizine ilişkin çözümlemesinde, Pabloculuğa ve oportünizme karşı onlarca yıllık mücadelemizde ve işçi sınıfının içine girip onun en iyi unsurlarını Marksist perspektife kazanmaya yönelik uzun süreli mücadelemizdeydi. Özellikle, DEUK’un sendikaların yozlaşmasına ve işçi sınıfı karşıtı örgütlere dönüşmesine ilişkin çözümlemesi, milyonlarca işçinin bu gerici örgütler ile yaşadığı deneyimlerle çakışmaktadır.
78. SEP’in işçi sınıfına yönelmesi, geliştirilmeli ve derinleştirilmelidir. Hareketin siyasi etkisindeki önemli ilerlemeler partiye üye kaydedilmesine dönüştürülmelidir. SEP, işçi sınıfının kilit sektörlerinde; otomotiv, çelik ve diğer imalat işçileri; öğretmenler ve kamu emekçileri; sağlık emekçileri; telekomünikasyon işçileri; teknoloji işçileri; hizmet işçileri; işsizler ve emekliler arasında sistematik bir siyasi çalışma sürdürmelidir. ABD’deki işçi sınıfı, uzun bir sert mücadele geleneğine sahip devasa bir toplumsal güçtür. O, bilinçli bir siyasi güce dönüştürülmelidir.
79. Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’i (IYSSE), tüm ülkedeki kolej/üniversite yerleşkelerinde, liselerde ve genç işçiler arasında inşa etmeye özel bir önem verilmesi gerekiyor. Genç seçmenler arasında Sanders’a olan ezici destek, tüm bir işçi kuşağı arasındaki yaygın siyasi radikalleşmeyi yansıtıyordu. Genç işçilerin bilinçli yaşamı, ekonomik kriz, sonu gelmez savaş ve demokratik hakların ortadan kaldırıldığı bir dönemde geçmiştir. Yüz yıldır ilk kez, günümüzdeki genç kuşak, anne-babalarınınkinden daha kötü koşullarda büyüyor. IYSSE’nin büyümesi, SEP’in inşasının ve onun siyasi etkisinin yayılmasının önemli bir temeli olacaktır. Bununla birlikte, gençler arasında sosyalist bir siyasi hareket inşa etme becerimiz, kolej/üniversite yerleşkelerinde sistematik olarak teşvik edilen post-modernist ve sahte sol politikalara karşı mücadeleye bağlı olacaktır.
80. İnsanlığın geleceği, uluslararası işçi sınıfının sosyalist hareketinin gelişmesine ve devrimci önderlik krizinin çözülmesine bağlıdır. Bu görev, yalnızca, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ve Sosyalist Eşitlik Partisi tarafından ilerletilebilir.
24 Ağustos 2016