Sosyalist Eşitlik Partisi (SGP—Sozialistische Gleichheitspartei), 24 Eylül’de düzenlenecek olan Bundestag (federal meclis) seçimlerine, Berlin ve Kuzey-Ren Vestfalya eyaletlerinde aday listesiyle, Frankfurt ve Leipzig’de ise doğrudan adaylarla katılıyor.
Seçim kampanyamızın merkezinde, savaşa ve kapitalizme karşı çıkan, tüm dünyadaki işçi sınıfının ve gençliğin çıkarlarını ifade eden ve işçi sınıfına, siyasi gelişmelere bağımsız bir güç olarak müdahale etmesine zemin hazırlayan sosyalist bir program bulunuyor.
Bundestag seçimleri, kapitalist toplumun tarihindeki en derin uluslararası krizinin ortasında gerçekleşiyor. Nükleer savaş tehlikesi, hiçbir zaman günümüzdeki kadar büyük olmamıştır. Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve Kuzey Afrika’da sürekli savaşlarla geçen 25 yılın ardından, ABD, nükleer silahlı güçler olan Çin ve Rusya ile doğrudan bir askeri çatışmaya hazırlanıyor. Almanya ve diğer Avrupalı büyük devletler, jeopolitik çatışmaların büyümesine, kendi askeri kapasitelerini arttırarak karşılık veriyorlar. Bu, Avrupa’da yeni bir büyük savaş tehlikesini artırıyor.
Hıristiyan Demokratik Birlik (CDU)/Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) arasındaki şimdiki federal koalisyon hükümeti, eğitime ve diğer toplumsal gereksinimlere yönelik harcamaları azaltmaya devam ederken, askeri bütçeyi 2024’e kadar 35 milyar avrondan en az 60 milyar avroya çıkarmayı taahhüt ediyor. Bu, halkın geniş bir kesiminin zaten kıt kanaat geçinmeye çalıştığı koşullarda oluyor. Tüm işçilerin yüzde 40’ı güvencesiz işlerde çalışıyor ve halkın, 2,5 milyonu çocuk olmak üzere, yüzde 16’sı yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Bütün düzen partileri bu siyasi yönelimi desteklemektedir. Onların hiçbirinin militarizmden, siyasi baskıdan ve yaşam standartlarına saldırıdan başka sunacak bir şeyi yok. Muhafazakar CDU/CSU’dan Sol Parti’ye kadar, hepsi, federal bütçede ve eyalet bütçelerinde sosyal kesintiler uyguluyor. Onların tamamı halka karşı komplo kuruyor ve Bundestag seçimlerini, askeri harcamaları büyük ölçüde arttıracak, sosyal harcamaları ve ücretleri kesecek ve bir polis devleti kuracak bir hükümeti iktidara getirmek için kullanıyor.
SGP, sosyalist bir programı savunan tek partidir. Kendilerini “solcu” olarak adlandıran diğer tüm partiler, işçi sınıfının üstüne çizgi çekmiş durumdalar. Onlar, bankaları, büyük şirketleri, Bundeswehr’i (Alman silahlı kuvvetleri) ve gizli servisleri savunuyorlar. Marx’ın Kapital’inin yayınlanmasından 150 yıl sonra, kapitalizm bir kez daha gerçek yüzünü gösteriyor. Büyük Marksistlerin kapitalist sistem hakkında yazdıkları her şey yeniden doğrulanıyor: Kapitalizm, kaçınılmaz olarak toplumsal eşitsizliğe, savaşa ve diktatörlüğe yol açan bir sistemdir.
Bununla birlikte, kapitalizmin krizi, onu ortadan kaldırmanın koşullarını da yaratıyor. SGP, seçim kampanyasını, devrimci bir programı tartışmak ve işçi sınıfı içinde sosyalist bir perspektif uğruna mücadele etmek için kullanacak.
SGP’nin seçim kampanyasının merkezinde, aşağıdaki talepler yer almaktadır:
Savaşa ve militarizme hayır! Almanya’nın yeniden saldırgan büyük güç politikasına dönmesini durdurun!
Savaş tehlikesinin merkez üssü, ekonomik gerilemesini ticaret savaşı ve askeri saldırganlık yoluyla dengeleyen ABD’dedir. Washington, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından beri, tüm engellemelerden kurtulmuştur. Donald Trump ile birlikte, ABD tarihindeki en sağcı başkan Beyaz Saray’a geldi. O, ülkenin egemen sınıfının acımasızlığını ve caniliğini cisimleştirmektedir.
Alman emperyalizmi, kendisini Avrupa’nın egemeni tayin ederek tepki veriyor. O, Nazi rejiminin yenilgisinden 72 yıl sonra, bir kez daha, küresel jeo-stratejik ve ekonomik çıkarlarına askeri araçlarla ulaşmaya çabalıyor.
Dönemin Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ve onun ardılı Frank-Walter Steinmeier (SPD), daha 2014’te, Almanya’nın, krizlerin ve dünyanın sıcak noktalarının dışında kalamayacak kadar “büyük ve önemli” olduğunu ilan etmişti. Alman egemen sınıfı, şimdi, Britanya’nın Avrupa Birliği’nden (AB) çıkmasını ve Başkan Trump ile büyüyen anlaşmazlıkları Alman ve Avrupa ordusunu güçlendirmek üzere kullanıyor. O böylece, ABD’den bağımsız ve gerekirse ona karşı hareket edebilecek.
Başbakan Angela Merkel, onca yerin arasında, Münih’teki bir bira çadırında (Hitler tarafından tercih edilen bir zemin), “biz Avrupalılar, yazgımızı kendi ellerimize geri almalı” ve “kendi geleceğimiz için mücadele etmeliyiz” diye ilan etti.
Onun bu çağrıyı “Batılı değerler”i savunma ve iklimi koruma hakkındaki içi boş sözlerle gizleme çabası hiç kimsenin kafasını karıştırmamalı. Almanya, çıplak emperyalist çıkarları “değerler” ve “kültür” hakkındaki sözlerle süsleme konusunda uzun bir geleneğe sahiptir. Berlin, 1914’te, Dünya Savaşı’nı “Rus barbarlığı”na karşı bir mücadele olarak gerekçelendirmiş ve 93 önde gelen kültür ve bilim insanı, Alman ordusunun Belçika’yı yağmalamasını destekleyen, “tüm kültür insanları”na yönelik bir bildirge yayınlamıştı. Avrupa, 25 yıl sonra, Alman tankları ve uçakları tarafından yerle bir edildi.
Savaş ve militarizm kaçınılmaz bir mantığı izlemektedir. Alman militarizminin gerçek anlamı, sağcı tarihçi Jörg Baberowski tarafından açıkça ifade edilmişti. Terör örgütlerine karşı mücadele hakkında konuşan Baberowski, “Eğer insan, teröristlerin yaptığı gibi rehineler almaya, köyleri yakmaya, insanları asmaya, korku ve terör yaymaya istekli değilse; eğer bu tür şeyler yapmaya hazır değilse, bu tür bir çatışmayı asla kazanamaz ve en iyisi, hep birlikte uzak durmaktır.” demişti.
Geçtiğimiz yüzyılda, Alman emperyalizminin Avrupa’yı zaptetme ve bir dünya gücü haline gelme yönündeki iki çabası felaketle sonuçlandı. Yeniden birleşmiş bir Almanya’nın geçmişten dersler çıkardığı ve “barış”ı ve “istikrar”ı simgeleyeceği propagandasına rağmen, Almanya’nın dünya gücü olma uğruna bir üçüncü girişimi, işçi sınıfının müdahale etmemesi durumunda, bir kez daha savaşa ve kitlesel kıyıma yol açacaktır.
Bundeswehr şimdiden 18 yabancı ülkede faaliyette. O, Rusya sınırına savaşçı birlikler konuşlandırmış ve Afganistan ile Suriye’deki savaş suçlarına bulaşmış durumda. Sağcı terörist ağlar, üstlerinin korumasıyla ordu içinde faaliyet gösteriyor ve Hitler’in Wehrmacht’ının geleneklerini canlandırıyorlar.
Biz, Marksistler olarak, militarizme ve savaşa karşı mücadelede kendimizi nesnel toplumsal gelişmelere ilişkin bir kavrayışa dayandırıyoruz. Bir Üçüncü Dünya Savaşı tehlikesinin nedeni, üretimin uluslararası karakteri ile ulus-devlet sistemi arasındaki çelişkinin üstesinden gelemeyen kapitalizmin çözümsüz karşıtlıklarında yatmaktadır.
Bu tehlikeli gelişmeyi durdurmanın tek bir yolu var: işçi sınıfına dayanan uluslararası bir savaş karşıtı hareketin yaratılması ve kapitalizmin yıkılması için mücadele.
Yoksulluğa ve sömürüye son! Toplumsal eşitlik için!
SGP, kapitalist sistemi reddeder. Küçük bir süper zengin üst sınıf lüks içinde yaşar ve politikaya yön verirken, halkın ezici çoğunluğu yoksulluk içinde yaşamakta ve siyasi karar alma süreçlerinden büyük ölçüde dışlanmaktadır.
Egemen sınıf, her ülkede, kendi servetini ve uluslararası konumunu, işçi sınıfından durmadan daha çok “özveri” talep ederek savunmaya çalışıyor. Sonuç, kitlesel işsizlik, yoksulluk ve yaşam standartlarının tahrip edilmesidir. Bütün bir genç kuşak, bir gelecekten yoksun bırakılıyor. Yaşamsal altyapı çürür, yoksulluk artar ve karmaşık çevre sorunlarına aldırış edilmezken, devasa kaynaklar askeri harcamalara heba ediliyor.
Almanya, toplumsal eşitsizliğin en fazla olduğu ülkelerden biridir. Oxfam’ın bir araştırmasına göre, 36 Alman milyarder, nüfusun en yoksul yarısınınki kadar (276 milyar avro) servete sahip. Paritätischer Wohlfahrtsverband’ın son raporuna göre, Almanya’daki yoksulluk, 2015’te, yeni bir rekorla, halkın yüzde 15,7’sini etkiliyordu. Almanya’daki her beş çalışandan biri, saatte 10 avrodan az ücret alıyor.
SGP, çoğunluğun ihtiyaçlarının büyük şirketlerin kar çıkarlarının üstünde olduğu bir toplum uğruna mücadele etmektedir. Süper zenginlerin serveti, bankalar ve şirketler kamulaştırılmalı ve halkın demokratik denetimi altında alınmalıdır. Herkes için sosyal haklar, yalnızca bu yolla güvence altına alınabilir. Bu, yeterli düzeyde maaşı olan bir işi, en kaliteli eğitimi, bütçeye uygun barınmayı, güvenceli bir emekliliği, yüksek nitelikli sağlık hizmetini ve kültüre erişimi kapsamaktadır.
Demokratik hakları ve sığınma hakkını savunun! Arttırılmış devlet yetkilerine ve gözetlemeye hayır!
Toplumsal eşitsizliğin artmasına ve militarizmin dönüşüne, devlet gözetiminin ve baskı aygıtının büyümesi eşlik ediyor. Polisi ve istihbarat servislerini büyüten, iletişimin gözetlenmesini arttıran ve internet sansürünü genişleten yeni bir yasanın çıkmadığı neredeyse bir ay geçmiyor. Gerçekte terör üreten sözde “terörle mücadele”, sığınmacılara yönelik saldırıları yoğunlaştırmanın ve temel demokratik hakları ortadan kaldırmanın bahanesi işlevi görmektedir. Devlet aygıtının yetkilerinin arttırılması, militarizme direnişi ve diğer toplumsal protestoları sindirmeyi ve bastırmayı amaçlıyor.
Egemen sınıf, toplumsal eşitsizliğe ve militarizme yönelik devasa bir öfkenin olduğunu biliyor. O, açık sınıf mücadelelerinin patlak vermesinden korkuyor. Kısa süre önce yayınlanan “Generation What?” araştırmasına göre, Almanya’daki gençlerin yüzde 86’sı eşitsizliğin arttığına inanıyor. Gençlerin yüzde 71’i mevcut siyasi düzene hiç güvenmezken, sadece yüzde 1’i tam olarak güveniyor. Gençlerin yüzde 42’si yakın gelecekte iktidar sahiplerine karşı gerçekleşecek bir ayaklanmaya katılacağını söylüyor.
SGP, tüm gizli servislerin ve gözetleme aygıtının dağıtılması çağrısı yapar. Biz, temel demokratik hakları ve sığınma hakkını savunuyor; milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının tüm biçimlerine karşı çıkıyoruz. Sığınmacılara yönelik saldırılar bütün işçileri hedef almaktadır. Bu yüzden, Almanya’da yaşayan herkesin kapitalizme karşı ortak mücadelesi gereklidir.
İşçilerin kendi partisine ihtiyacı var!
Resmi politika emekçiler arasında ezici bir çoğunlukla reddediliyor olmasına rağmen, bu muhalefet, düzen partileri ve kurumları içinde hiçbir siyasi ifade bulamıyor.
SPD’den haklı olarak nefret ediliyor. Başlangıçta işçiler tarafından kurulmuş olan bu parti, bugün onların yeminli düşmanıdır. SPD’li Başbakan Gerhard Schröder’in Gündem 2010 programı ve Hartz “reformları”, milyonlarca işçi sınıfı ailesini sefalete sürükledi. SPD, mevcut büyük koalisyon hükümetinin parçası olarak, CDU’lu Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble ile birlikte, Yunanistan’a yıkıcı kemer sıkma önlemlerini dayatmıştır. SPD bugün “reformlar”dan söz ettiğinde, bu, toplumsal ilerlemeler değil; sosyal kesintiler, arttırılmış devlet yetkileri ve militarizm anlamına gelmektedir. SPD’nin baş adayı Martin Schulz, seçim kampanyasında, Başbakan Merkel’e sağdan saldırıyor. Schulz, saldırgan bir şekilde, bir Avrupa savunma politikasının ve Almanya’nın egemen olduğu bir Avrupa ordusunun geliştirilmesini destekliyor.
Her zaman hali vakti yerinde üst orta sınıfın partisi olmuş olan Yeşiller de benzeri bir politika izliyor. Onlar, artık en keskin savaş savunucuları arasındalar ve işçi sınıfına karşı yalnızca kibir ve aşağılama sergiliyorlar. Bu eski barışseverler, Yeşiller Partisi’nden Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in 1999’da “Auschwitz, bir daha asla!” sloganıyla Kosova Savaşı’nı savunmasından bu yana, muhalefette olduklarında bile, Almanya’nın her savaş çabasına destek verdiler.
Sol Parti, Yeşillerin 18 yıl önce oynadığına benzer bir rol oynamaya hazırlanıyor. O, SPD ve Yeşiller ile sözde bir “kızıl-kızıl-yeşil” koalisyonu kurma peşinde koşuyor ve gitgide açık bir savaş partisi haline geliyor. Partinin baş adayı Dietmar Bartsch, anlamlı bir şekilde, Nisan 2015’te Bundeswehr’i ilk kez yurtdışında konuşlandırma lehine oy veren Sol Partili beş milletvekili arasındaydı. Partinin ikinci sıradaki adayı Sahra Wagenknecht, geçtiğimiz yaz, ZDF kanalına, “Almanya, elbette bizim bir hükümete katıldığımız gün NATO’dan ayrılmayacak.” demişti. Başka bir ifadeyle, Sol Parti, Bundeswehr’in dış operasyonlarını desteklemeye, en az iktidarda olduğu eyaletlerde ve belediyelerde sosyal kesintileri uygulamaya olduğu kadar hazırdır.
SPD, Sol Parti ve Yeşiller, sağcı politikalarıyla, aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) yükselişini kolaylaştırmışlardır. Bu aşırı sağcı parti, yalnızca “sol” düzen partilerinin hiçbiri egemen sınıfa sosyalist bir perspektif ile karşı çıkmadığı için, kendisine bir muhalefet gücü süsü verebilmektedir. AfD, büyük partilerin toplum karşıtı politikalarına yönelik öfkeyi ve hayal kırıklığını, tüm siyaset kurumunu daha fazla sağa itmek için kullanıyor. Benzeri bir süreç, Fransa’da Marine Le Pen, Hollanda’da Gert Wilders ve Avusturya’da Heinz-Christian Strache ile gözlenebilir.
İşçi sınıfı, düzen partilerine ve aşırı sağa karşı mücadele etmek ve siyasi olaylara bağımsız bir şekilde müdahale etmek için, kendi partisine ihtiyaç duymaktadır. Tam 100 yıl önce, Rus işçileri, devlet iktidarını ele geçirmenin, Dünya Savaşı’nı sona erdirmenin ve toplumu sosyalist ilkelere göre yeniden örgütlemenin mümkün olduğunu göstermişlerdi. Sovyetler Birliği’nin sonraki Stalinist yozlaşması, 1917 Ekim Devrimi’nin tarihsel önemine gölge düşürmez.
Uluslararası işçi sınıfının birliği için! Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa edin!
Yaklaşan sınıf mücadelelerine hazırlanmanın ve sosyalist bir perspektifin gerçekleştirilmesinin önkoşulu, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Sozialistische Gleichheitspartei) inşa edilmesidir. Bizim gücümüz, kendimizde cisimleştirdiğimiz tarihsel geleneğe ve temsil ettiğimiz ilkelere dayanmaktadır.
Biz, Lev Troçki önderliğinde, Stalinizmin ihanetlerine karşı Marksizmi ve sosyalist enternasyonalizmi savunmuş olan Sol Muhalefet’in geleneğini sürdürüyoruz. Bizim devrimci önderlerimiz, en zor koşullar altında bile kapitalizme karşı mücadele etmiş ve Birinci Dünya Savaşı’nın milliyetçi cinnetinin ortasında enternasyonalizmi savunmuş olan Lenin, Troçki, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’dir.
Eski Doğu Almanya’nın (Almanya Demokratik Cumhuriyeti—DDR) ve Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasından bu yana 26 yıl geçti. Bu dağılmanın nedeni, işçi sınıfını siyasi olarak ezmiş ve sosyalizmin gerçek doğası hakkında devasa bir kafa karışıklığı yaratmış olan Stalinizmin oynadığı roldü. Stalinist bürokrasi, kapitalizmin yıkıcı toplumsal ve siyasal sonuçlarıyla birlikte yeniden kurulmasına bizzat önayak olmuştu. Sol Parti, bu Stalinist geleneği temsil etmektedir.
SGP ve onun Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) içindeki kardeş partileri, günümüzde kapitalizmin küresel krizine sosyalist bir yanıt uğruna dünya çapında mücadele eden biricik örgütlerdir.
Biz, tüm emperyalist ittifakları ve askeri blokları reddediyoruz. Biz, NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin dağıtılması ve onun yerine Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna mücadele ediyoruz. Bizim Alman militarizmine karşı mücadeledeki müttefikimiz, Avrupalı, Amerikalı ve uluslararası işçi sınıfıdır.
Alman militarizminin dönüşünü, yoksulluktaki artışı ve sağın yükselişini kabul etmeye razı olmayan herkesi, SGP’yi ve onun seçim kampanyasını desteklemeye çağırıyoruz. Oy pusulasında yer almamızı sağlamak için, imzanızla seçimlere katılmamıza destek olun. Bu seçim açıklamasını dostlarınız, iş arkadaşlarınız ve tanıdıklarınız ile paylaşıp tartışın. Bölgenizde seçim toplantıları örgütleyin, seçim fonumuza bağışta bulunun ve 24 Eylül’de SGP’ye oy verin. SGP’ye verilen her oy, savaşa ve kapitalizme karşı verilen bir oydur.
DEUK’un günlük internet yayını Dünya Sosyalist Web Sitesi’ni okuyup inceleyin! SGP’ye üye olun! Yeni bir kitlesel sosyalist partinin inşasına aktif bir şekilde katılmanın tam zamanıdır!
5 Haziran 2017