Renault ve Tofaş işçilerinin iş bırakma eyleminde ileriye giden yol

5 binden fazla işçinin çalıştığı Bursa’daki Renault fabrikasında, 24.00 – 08.00 vardiyasında çalışan 1.500 kadar işçi işbaşı yapmadı. 16.00 – 24.00 vardiyasında çalışan işçilerin fabrikadan çıkmayarak katıldığı eylem, 8.00 – 16.00 vardiyasındakilerin de katılımıyla devam etti. En son, akşam vardiyasında Tofaş işçileri de Renault işçilerinin mücadelesine katılarak iş bıraktılar. Çeşitli kentlerdeki birçok fabrikada iş bırakma eylemine destek eylemleri yapılıyor.

Yasal engeli aşarak gerçekleştirilen grev, Renault yetkililiklerinin dün sabah işçileri bir saat erken çağırarak “ücrette herhangi bir yenileme yapamayız” açıklamasını yapması üzerine başladı. Aralarında Renault’nun, Tofaş’ın ve Arçelik’in de bulunduğu birçok büyük fabrikada çalışan metal işçileri, bir süredir, Türk-Metal Sendikası ile Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası (MESS) arasında 15 Aralık 2014’te imzalanmış olan 2014-2017 dönemi grup toplu iş sözleşmesine yönelik memnuniyetsizliklerini ifade ediyor ve sözleşmenin yenilenmesini talep ediyorlardı.

Sendika ile metal patronları arasında imzalanan ve işçilerin “yenilemek” istediği üç yıllık sözleşmeye göre, ücretlere, birinci altı ayda ortalama yüzde 9,78, sonraki her bir altı ay için ise TÜFE oranında zam yapılacaktı (5. altı ayda TÜFE+3,5). Bu toplu sözleşme imzalandığında, hem Türk-Metal’in başkanı Pevrul Kavlak hem de MESS yönetim kurulu başkanı Mehmet C. Betil, onun “karşılıklı özveri ve iyi niyet” ifadesi olduğunu açıklamışlardı. Bu “iyi niyet”, kuşkusuz, her zaman olduğu gibi, sendika bürokratlarının işçileri satmaya hazır olduğunun diplomatik (ikiyüzlü) itirafıydı.

Türk Metal Sendikası’nın bir ay kadar önce Bosch’ta imzaladığı 3 yıllık toplu sözleşmede daha yüksek oranda ücret zammı üzerinde anlaşması daha düşük ücretlerle çalışan işçilerin birçok fabrikada kitlesel olarak Türk-Metal’den istifa etmesine yol açmış ve sendika işçilerin üstüne faşist çetelerini sürmüştü.

Bu süreçte, işçilerin ağırlaşan sömürüye ve kötüleşen yaşam koşullarına yönelik tepkisini onlar arasında rekabete ve bölünmeye yol açacak şekilde saptırmaya çalışan rakip sendika bürokrasileri önemli bir rol oynamaktadır.

DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş sendikasının bürokratları, Türk-Metal’in imzaladığı grup sözleşmesine sözde karşı çıkmış ve “MESS ve Türk Metal … işkolunda düşük ücret sistemini kalıcılaştırmak için işbirliği içinde” olduğu açıklamasını yapmıştı.

Bununla birlikte, Birleşik Metal İş’in, “metal işçilerinin birliği” ve “ortak mücadelesi” gibi “sol” görünümlü bir söylemle desteklenen itirazlarının sendika bürokratları arasındaki rekabetten kaynaklandığı bir kez daha kısa süre içinde açığa çıktı.

Bu “solcu” bürokratlar, önce, Ocak ayında, tabandan gelen basınca karşılık göstermelik bir grev kararı aldılar; ardından da hükümetin grevi yasaklama kararını fiilen destekleyerek grevi kırdılar [1]. Aynı Birleşik Metal bürokratları, şimdi, daha önce defalarca yapmış oldukları gibi, Türk-Metal’deki meslektaşlarının metal işçilerine dayattığı sözleşmenin bir kopyasını imzalamaya hazırlanıyorlar.

Metal işçilerinin sektördeki üç sendika (Türk Metal, Birleşik Metal ve Çelik İş) eliyle azgın bir sömürüye boyun eğdirilmesi yeni değil. Bu sendikalar, bir önceki dönemde de (2012-2014) son derece yetersiz ücret artışlarına imza atmışlardı. Onlar, daha önceki yılların, birçok durumda fiilen “sıfır zam” ile imzalanan sözleşmelerini, sektördeki yaygın işten çıkarmaları, taşeronlaştırmayı ve bunlara karşı hiçbir şey yapmadıklarını unutturmak için de ellerinden geleni yapıyorlar.

Bu yüzden, Renault ve onu takip eden Tofaş’taki iş bırakma eylemleri, işçi sınıfının bu en ileri kesiminin, on yıllardır artan kapitalist sömürüye, gerileyen yaşam koşullarına ve tüm bunlara ortak olan sendikal örgütlenmeye yönelik tepkisidir.

Medyanın ve çeşitli “sol” grupların, işçilerin tepkisinin asıl olarak “sarı sendika”ya olduğunu vurgulamaları, tepkinin arkasında yatan kapitalist sömürüyü ve bir bütün olarak sendikal gardiyanlığı gizleme yönündeki bir çabanın ifadesidir.

Bununla birlikte, hem patronlar hem de sendika bürokratları, önce Renault fabrikasından yükselen bu tepkinin, hiç umulmadık şekilde, kapsamlı bir işçi hareketini ateşleyecek şekilde yayılabileceğinin oldukça farkındalar. Renault’taki iş bırakma direnişi sırasında slogan atılmasının yasaklanmasının ve eyleme destek vermek için çevre fabrikalardan ve evlerinden gelen işçilerin, “provokasyon amacıyla gelenler olabileceği” için oradan “uzaklaştırılmasının” nedeni budur.

Onların en büyük korkusu, Tofaş işçilerinin de katıldığı Renault’daki kıvılcımın dalga dalga tüm işçi sınıfına yayılmasıdır ki bunu önlemek için şu an ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Patronlar ve yalnızca Türk Metal değil tüm sendikaların bürokratları, bunu yaparken, sadece MESS’in çıkarlarını değil ama bir bütün olarak büyük sermayenin ve seçim arifesindeki AKP hükümetinin de çıkarlarını savunduklarının bilincindedirler.

Şimdi, işçilerin taleplerini “ücretlerde iyileştirme yapılması” ile sınırlamak ve onları diğer fabrikalardaki sınıf kardeşlerinden uzak tutmak isteyen Türk-Metal bürokratları, Renault işçilerinin birikmiş öfkesini yeniden kontrol altına almak için çeşitli açıklamalar yapabilir. Birleşik Metal’deki sözde “solcu” rakipleri de bu konuda onlarla yarışacaklar ama hiçbir fabrikada iş bırakma eylemine gitmeyecek, Bursa’daki işçilere destek olmak isteyen işçileri, göstermelik eylemler yaparak kontrol altında tutmaya çalışacaklar.

Renault’da başlayan fiili grev sürecinin bir ücret anlaşmazlığı ve sendika değiştirme çerçevesinde tutulması yönündeki bu çabalara, sendika bürokratlarının sahte solcu destekleyicilerinin de -elbette “keskin” sloganlar eşliğinde- katıldığından hiç kimsenin kuşkusu olmasın (kimi grupların bir süredir daha yüksek sesle, işçilere, “tek alternatif” olarak Birleşik Metal’e geçme çağrısı yaparak sendikacılığa soyunması tam da buna denk düşmektedir).

Zira sendika bürokratlarının “sert” çıkışlarıyla, el altından kırdıkları göstermelik eylem çağrılarıyla ve sahte solun işçileri kapitalist düzen sınırları içinde tutmak için sendikalara övgüler yağdırmasıyla ilk kez karşılaşmıyoruz.

Bundan iki buçuk yıl kadar önce, 12 Kasım 2012’de, yine Renault fabrikasındaki 16.00-24.00 vardiyası işçileri, Türk Metal’in TİS taslağıyla ilgili konuşma taleplerinin sendikacılar tarafından reddedilmesi üzerine iş bırakmış ve “sendika istifa” ve “sendika dışarı” sloganlarıyla fabrikayı işgal etmişlerdi.

Türk-Metal bürokratları, o eyleme, faşist çetelerini harekete geçirerek yanıt verdiler. Bu çeteler, fabrika içerisindeki eyleme destek vermek için gelen Bosch işçilerine saldırdılar ve üç işçiyi ağır yaraladılar. Şirket 24.00-08.00 vardiyasını iptal ederken, sendika bürokratları, polis ve jandarma desteğiyle, işçileri fabrikayı terk etmeye “ikna” ettiler.

Bu yenilginin ardından, 60 civarında işçi, sendika bürokrasisinin onayıyla işten atıldı. 2012’deki fabrika işgalinin yenilmiş olması, onun ilerideki mücadelelerin bir habercisi olarak oldukça önemli bir deneyim olduğu gerçeğini değiştirmedi.

Sendika bürokratları ve sahte sol, Renault işçilerinin çalışma koşullarına ve artan sömürüye yönelik tepkisini“sendikal rekabet” olarak gösteriyordu. Birleşik Metal’e ve sahte solculara göre, işçiler “Türk Metal’e karşı ayağa kalkmıştı”; onlar, 2010 sözleşme sürecinde “zafer” kazanmış olan ve kendilerine “çok daha iyi bir sözleşme sunan” Birleşik Metal’de örgütlenmek istiyorlardı. Gerçekte ise bu, açık bir yalandı! 2010-2012 dönemi TİS’lerinde Türk Metal ve Birleşik Metal-İş, kelimesi kelimesine aynı sözleşmelere imza atmıştı.

Dahası, sahte solun işçilere “tek alternatif” olarak gösterdiği Birleşik Metal sendikası bir sonraki TİS sürecinde aldığı grev kararını uygulamamış ve hem patronlara hem de hükümete büyük bir yardımda bulunmuştu: Bu grevin kırılmasının nedeni Gezi protestolarının grev için belirlenen tarihte patlak vermesiydi.

1 Aralık 2012 tarihli bir değerlendirmemizde [2], “Metal işçileri bir kez daha sermayenin gardiyanlığını başarıyla üstlenen … sendika bürokratlarının ve onların ‘solcu’ koltuk değneklerinin kıskacı altındadır.” tespitini yapmış ve eklemiştik:

“Renault işçilerinin fabrika işgali, Türkiye işçi sınıfının içinde bulunduğu durumu açıkça yansıtıyor. Renault işçileri, diğer sınıf kardeşleri gibi, sermayenin saldırılarına ve sendikaların kıskacına karşı mücadele etmeye hazırdırlar. İşçilerin öfke patlamasının kısa sürede dizginlenmesi, onların ikna edilmelerinden değil; mücadele perspektiflerinin ve örgütlülüklerinin sınırlılığından kaynaklanmaktadır.

“… Eğer Renault işçileri, 12 Kasım’da kendiliğinden patlayan fabrika işgali öncesinde, devrimci bir mücadele programına ve bunun üzerinde yükselen taban komitelerine sahip olsalardı, hem Renault’daki süreci ilerletebilir hem de diğer fabrikalarda onları izleyen sınıf kardeşleri ile birlikte örnek bir mücadele hattı oluşturabilirlerdi. İşçi sınıfını devrimci bir özne olarak gören böylesi bir perspektifi Birleşik Metal-İş’in ya da sendikalist solun gerçekleştiremeyeceği açık bir gerçektir. Onlar yalnızca, işçilerin ileriye doğru attığı her adımda onları durdurmaya ve onların mücadele azmini kırmaya çalışıyorlar.

“Sermayenin topyekûn saldırısına karşı, sendikalı ve sendikasız işçilerin birleşik bir mücadele cephesinin yaratılması gerekiyor ve bu, kaçınılmaz biçimde, sendikacılığın işçi sınıfını boğan ulusal ve siyasal sınırlarının aşılmasını dayatmaktadır.

“Bugün yüz binlerce Avrupalı otomobil işçisinin karşı karşıya olduğu saldırı, Türkiye’de yaşanacakların da bir ön habercisidir. Sermaye sınıfının uluslararası saldırısı yalnızca enternasyonalist-sosyalist bir mücadelenin örgütlenmesiyle püskürtülebilir. İşçi sınıfının bu perspektif ile Avrupa çapında eylem komitelerini örgütlemesini ve her bir fabrikadaki saldırının tüm işçilere yönelik olduğunun bilinciyle mücadele etmesini sağlamak, yalnızca sosyalist bir perspektifle mümkündür.”

Aradan geçen sürede yaşananlar, bütün bu tespitleri doğrulamıştır.

Mücadeleye geçen işçiler, tüm dünyadaki kapitalist saldırının bir parçası olarak yaşam koşullarının kötüleşmesine ve bu sürece sendikaların ortak olmasına yönelik öfkelerini sendikal sınırlar içinde tutarak başarıya ulaşamazlar.

Renault, Tofaş ve diğer fabrikalardaki işçiler ne Türk Metal’i ne onun sahte sol ikizi Birleşik Metal sendikasını ne de Birleşik Metal’i “tek alternatif” olarak göstererek sendikal gardiyanlığa ortak olan “sol” grupları dinlemeliler.

Renault işçilerinin açtığı yolun ileriye taşınması, bütün fabrikalardaki sendikalı-sendikasız tüm işçilerin kendi taban komitelerinde birleşmeleri, grevleri kendi kontrollerinde yaymaları ve geniş çaplı bir işçi sınıfı hareketinin önünü açmalarıyla mümkün olacaktır. Öncü işçiler, işçilerin demokratik olarak kontrol ettiği ve sendikal parçalanmışlığı aşıp tüm işçileri birleştirecek yeni kitlesel örgütlenmelerin inşa edilmesine önderlik etmelidirler.

Çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, yalnızca, siyasi iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesini ve toplumun şirket karları için değil ama insanlığın ihtiyaçları doğrultusunda tepeden tırnağa yeniden örgütlenmesini hedefleyen siyasi bir mücadele çerçevesinde mümkündür. Bunun için, işçiler, karşı karşıya oldukları bütün sorunların kaynağı olan kapitalizmin savunucusu olan sendikalardan ve siyasi partilerden koparak kendi bağımsız sosyalist partilerini dünya çapında inşa etme mücadelesine katılmalılar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir