AKP iktidarı önümüzdeki dönemde karşılaşacağı ekonomik ve siyasi kriz ortamı ile yeni kitlesel hareketlere karşı hazırlıklarını yoğunlaştırmaya başladı. Hükümet, daha 8 ay önce, Şubat 2014’te “5. Yargı paketi” ile sözde demokratikleşme adı altında gerçekleştirilen yasa değişikliklerinin tam tersini TBMM’ye sundu. Hem de, insan aklıyla alay edilircesine, yine “demokratikleşme” maskesi altında!
AKP’nin hızlı bir biçimde TBMM den geçirmek istediği 35 maddelik teklif, sürecin başında, sadece hakim ve savcıların bazı haklarını düzenliyordu ki bunlar arasında, “seyyanen zam” da vardı. Ancak bu öneri, Kobani protestoları ile birlikte, birbiriyle hiçbir alakası olmayan yasaların bir araya konduğu “torba yasa” yöntemiyle, kapsamlı bir “Güvenlik Paketi”ne dönüştürüldü.
AKP Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can ve Isparta Milletvekili Recep Özel tarafından TBMM’ye sunulan yasa önerisiyle getirilmek istenen düzenlemelere bakıldığında, “Güvenlik Paketi”nin, toplumun değil ama iktidarın güvenliğini arttırmayı amaçladığı açıkça görülüyor.
Meclis’e sunulan teklif, polisin, başta arama ve dinleme olmak üzere birçok yetkisini attırıyor. Bu kapsamda daha önce sözde “Avrupa Birliği ile uyum” adı altında yapılan birçok düzenlemeden vazgeçiliyor.
Yeni yasa teklifi, iletişim özgürlüğü, kişi, konut ve işyeri dokunulmazlığı, kişisel verilerin korunması, malvarlığının dokunulmazlığı, ifade özgürlüğü ile savunma hakkında ciddi bir gerilemenin ifadesidir. Bu haliyle, yeni yasa tasarısı, 12 Eylül askeri diktatörlüğü “hukukunu” aratmaktadır.
Yeni paket, Şubat 2014’te yasalaşan 5. Yargı paketinin, aramaları “somut delil” şartına bağlayan; dinleme, izleme ve teknik takip, malvarlığına el koyma kararında da 3 hakimin oybirliği koşullarını kaldırıyor. Buna göre, telefon dinlemelerinde Adalet Bakanlığı’nın atadığı sulh ceza hâkimleri tek belirleyici hale geliyor. Bu yasa önerisine göre, yurttaşların bütün telefon ya da elektronik posta haberleşmeleri ve internet kullanım bilgileri, “makul şüphe” gibi keyfi bir gerekçeyle, herhangi bir delil şartı aranmasına gerek kalmadan, geriye doğru sınırsızca tespit edilebilecek.
İktidar, her seferinde yeni bir kanun yapmamak için, güvenliğine karşı suçlar ile anayasal düzene karşı suçları “katalog suçlar”a eklemeyi; böylece, iktidar karşıtı her eyleme “darbe ve örgüt” suçlaması getirmeyi planlıyor.
Bu yasa ile birlikte, sosyal medya kullanımına da ciddi kısıtlamalar ve cezalar getiriliyor. Cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanları ya da güvenlik kuvvetlerini açıktan ya da Facebook ve Twitter gibi sosyal medya üzerinden sert eleştirenler tutuklanma ve beş yıla kadar hapis cezası ile yargılanma ile karşı karşıya kalacak. Anımsanacağı gibi, Gezi Olayları sırasında dönemin Başbakanı (aslında fiilen hala öyle) olan Tayyip Erdoğan, sosyal medya ile ilgili olarak, “elimde olsa hemen kapatırım” demişti.
Yasa teklifi, Kobani olaylarını bahane ederek polisin uyarıda bulunmadan, duraksamadan ateş etme yetkisini genişleten bir düzenlemeyi de içeriyor. Mevcut durumda bile polisin öldürdüğü kişilerin sayıları ortadayken, bu düzenleme ile toplumsal olaylarda yargısız infazların artacağını, onları öldüren polislerin yargı önüne çıkartılmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Tasarı, havai fişekleri de silah olarak tanımlıyor. Mevcut uygulamada Molotof kokteyli ve havai fişekleri silah olarak kullananlara 15 yıla yakın hapis cezası verilirken, “katalog suçlara” alındığı yeni yasayla birlikte, bu ceza iki katına çıkacak.
Sonuç olarak, hükümet, yeni yasa tasarısıyla birlikte, “çözüm süreci” ve “AB ile uyum” çalışmalarında sözde kaldırılması istenen Terörle Mücadele Yasası’nı pekiştirmekte; yumuşatılacağı açıklanan TCK’yi ve CMK’yi daha da sertleştirmektedir.
Anımsanacağı gibi, o dönemde Başbakan olan Erdoğan tarafından ilk olarak 30 Eylül 2013’de açıklanmış olan sözde demokratikleşme paketinin, hem “AB’ne uyum” hem de “çözüm sürecine” katkı yapacağı iddia ediliyordu.
Sürdürdüğü dış politika ile komşu ülkelerle “sıfır sorun”dan “sıfır ilişki” konumuna gelen AKP iktidarı, uluslararası ilişkiler alanında iyice köşeye sıkışmış durumda. Öte yandan, iç ekonomik durum da hiç iç açıcı değil. İşsizlik, yoksulluk, borçlanma ve toplumsal eşitsizlik doruk noktasında ve ekonomik büyüme yerlerde sürünüyor.
Uluslararası ve bölgesel gelişmelerin yarattığı gergin atmosferde açıklanan ekonomide Orta Vadeli Program (OVP) ise işçi sınıfı için daha fazla sömürüden başka bir anlam taşımıyor. Gelir dağılımı adaletsizliğinde dünya sıralamasında ilk sıralarda olan Türkiye’de, işçi sınıfına karşı 12 yıldır dizginsiz bir toplumsal karşıdevrim sürdüren AKP iktidarı ile onun arkasındaki bankalar ve şirketler, karşı karşıya kalacakları kitlesel protesto dalgasına hazırlanıyor. Yeni baskıcı yasa paketi ve onu izleyecek olan diğerleri, hiçbir “demokrasi” ya da “açılım” maskesiyle gizlenemeyecek bir krizle karşı karşıya olan burjuvazi açısından son derece önemlidir.
Bu yüzden, kısa süre öncesine kadar “demokrasi” savunucusu kesilen büyük sermaye örgütleri ve onların kuyruğundaki sendikal önderlikler ile sahte sol partiler yeni yasa tasarısı karşısında ya ses çıkarmıyor ya da göstermelik açıklamalarla yetiniyor. İktidarın polis devletinin sağlamlaştırılması yönünde attığı bu son adımın sözde gerekçesi olan Kobani protestoları, bütün sahte sol örgütler için, tırmanmakta olan savaş ve toplumsal karşıdevrim politikalarını işçi sınıfından gizlemeye yönelik gözbağı haline gelmiş durumda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 10 Ekim Cuma günü, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin 2014-2015 öğretim yılı açılış töreninde yaptığı konuşmada, “Gereği neyse askerimiz de polisimiz de onu yapacaktır.” sözleri ile İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, “Misliyle cevap vereceğiz” açıklaması, iktidarın Kobani protestoları üzerinden yapay gerekçeler yaratma çabasının ifadesi değildi. Diğer hükümet sözcülerinin de eşlik ettiği bu tür açıklamalar, aynı zamanda, önümüzdeki günlerde neler yaşanacağının da habercisidir. “Fiilen hem hükümetin hem de devletin ‘başında’ olan Erdoğan’ın, ‘Yapılması gereken neyse devlet olarak bunları bütün kurumlarımızla şu anda yapmanın kararlılığı içindeyiz. Bedeli ne olursa olsun, anladıkları dil neyse o dille onlara yaklaşacağız, konuşacağız.’ sözleri, yeni bir terör döneminin başladığının işaretidir ve ciddiye alınmalıdır.” [1]
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, daha birkaç hafta önce, “önümüzdeki beş yıl içinde, 207 yeni cezaevi yapılacak” açıklamasını yapmıştı. OVP’ye göre, önümüzdeki üç yıl boyunca, Adalet Bakanlığı’na 2 milyar 345 milyon 200 bin TL yatırım ödeneği aktarılması planlanıyor. Önemli bir bölümü yeni cezaevlerinin yapımına gidecek olan bu para, cezaevlerinin doluluk oranı şimdiden yüzde 95’e ulaşmış olan “yeni” Türkiye’nin, bir “barış ve demokrasi” adasından başka her şeye benzeyeceğini göstermektedir.
2008 krizinin ardından ayağının altındaki zemin hızla kayan sermaye çevreleri ve AKP iktidarı, kaçınılmaz bir şekilde, militarizm ve baskı sarmalına kapılmış durumda. Onların, tüm bu polis devleti yasalarına rağmen işsizliğe, sefalete ve militarizme karşı harekete geçecek olan işçi sınıfına ve gençliğe sunabileceği hiçbir “parlak” gelecek yok.
Bununla birlikte, egemenliğini yalnızca içeride daha fazla baskı, dışarıda ise savaş politikaları yoluyla sürdürebilen sermayeye ve AKP iktidarına karşı mücadelenin başarısı, işçi sınıfının, bütün burjuva partilere ve sahte sola karşı kendi enternasyonalist sosyalist alternatifini geliştirip yükseltmesine bağlı.