İstanbul Valiliği, 19 – 26 Haziran günlerinde yapılacak olan Onur Yürüyüşü’nü, “başta katılımcılar olmak üzere vatandaşlarımızın güvenliği ve kamu düzeni” gerekçesiyle yasakladığını bildirdi.
Onur Haftası Komitesi tarafından yapılan açıklamada ise, “Devletin asli görevi hak kullanımını engellemek değil, hakkın kullanılmasına engel olan durumları ortadan kaldırmaktır. Başka bir deyişle, Valilik, tehditlere yönelik önlem almak yerine insan hak ve özgürlüklerini harcamayı tercih etmiştir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, en temel insan haklarından biri olan ifade özgürlüğünün bir parçasıdır ve gerek anayasal gerek uluslararası sözleşmelerce koruma altına alınmıştır” denilerek tepkiler dile getirildi.
19 – 26 Haziran günlerinde yapılacak olan Onur Yürüyüşü eylemlerine yönelik birbiri ardına gelen saldırı tehditlerine ve yasaklara kararlılıkla karşı çıkılmalıdır.
ABD Orlando’da bir eşcinsel gece kulübünde 49 kişinin katledilmesinin hemen ardından, önce Müslüman Anadolu Gençliği adlı cihatçı grubun, ardından da İslamcı-faşist Büyük Birlik Partisi’ne (BBP) bağlı Alperen Ocakları’nın yapılacak yürüyüşleri tehdit etmesi ve ardından gelen valiliğin yasak kararı, hükümetin gözetiminde bilinçli bir provokasyonun örgütlendiğine işaret etmektedir.
Müslüman Anadolu Gençliği, “Onursuz Sapıkları Yürütmüyoruz!” başlıklı açıklamayla 19 Haziran’daki Trans Onur Yürüyüşü’ne “müdahale et!” çağrısı yapmış, Alperen Ocakları da düzenlediği bir basın toplantısında, 26 Haziran eylemi için, “…ecdadımızın ağır bedeller ödeyerek bizlere miras bıraktığı bu topraklarda ahlaksızların fantezi yapmasına müsaade etmeyeceğiz. Aksi takdirde tepkimiz çok net ve sert olacaktır.” tehdidinde bulunmuştu.
Bu açıklamalar, geleneksel gerici düşüncelerin dışavurumu ile sınırlı değildir. Onlar, egemenlerin, derin toplumsal ve siyasi kriz koşullarında, kitlelerin bilincini bulandırma, gündemi en yakıcı siyasi konulardan uzaklaştırma ve kitleleri gerektiğinde şiddet yoluyla ezme planlarının araçlarıdır. Her iki siyasi oluşum da, hükümetin suçlarının ortakları olarak, devletin koruma zırhı altında, toplumun ezilen, dışlanan bir kesimine yönelik en geri düşünceleri kışkırtmaktadır.
Kapitalist sisteminin derin kriz dönemlerinde iyice pervasızlaşan bu ve benzeri grupları yalnızca erkek egemen ve homofobik oluşumlar olarak sınırlayan burjuva kimlik politikası temelli yaklaşımlar gerçekliği ters yüz etmekte ve sorunu mevcut sistem sınırları içerisine hapseden gerici bir perspektifin geliştirilmesine hizmet etmektedir. Şimdi LGBT’lere tehditler yağdıran bu örgütlerin asli işlevi, işçi hareketini ezmede ve tüm ezilenleri baskı altında tutmada egemen sınıfa hizmet etmektir. BBP/Alperen Ocakları’nın ölmüş olan lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun 1970’lerde devletin gözetiminde binlerce kişinin öldürülmesinden sorumlu bir faşist olduğu unutulmamalıdır.
Müslüman Anadolu Gençliği, BBP/Alperen Ocakları ve benzeri çeteler, hükümetin Suriye’deki cihatçı teröristleri destekleme politikasının doğrudan bileşenleridir. Onlar, üniversitelerde, polis koruması altında, Sünni-İslamcı cihatçı gericiliğin bayraktarlığını yapmakta ve buna karşı çıkanlara satırlarla karşılık vermektedir. Onlar, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış, çocuk tecavüzlerini savunan bir hükümete ses çıkarmak şöyle dursun destek verirlerken, içinden geçmekte olduğumuz olağanüstü koşullarda hükümete yardıma koşmak üzere öne atılmışlardır.
Büyüyen kriz koşullarında gerici söylemini giderek tırmandıran Cumhurbaşkanı Erdoğan hükümetinin ve onun tetikçi medyasının izlediği çizgi, bu iki güruhun yaptığı açıklamalarda yalnızca en kaba haliyle tekrarlanmaktadır.
AKP hükümeti, savaş ve diktatörlük yönelimini ilerletmek; ekonominin dibe doğru gidişini ve toplumsal eşitsizliğe paralel olarak artan sınıfsal gerilimleri denetim altında tutmak için her şeyi göze almış durumdadır.
Yaklaşık bir yıldır Kürt illerini dümdüz edecek ve binlerce kişinin ölümüne yol açacak şekilde operasyonlarını sürdüren hükümet, dışarıda cihatçılara verdiği desteği sürdürmeye çalışırken, içeride de polis devleti ve diktatörlük inşasına ivme kazandıran yasal düzenlemelere hız verdi. Buna, en temel demokratik hakların ayaklar altına alınması ve en ufak bir muhalif harekete dahi müsaade edilmemesi eşlik ediyor.
Nasıl ki ABD’deki Obama yönetimi Orlando katliamını dışarıda savaş ve içeride baskı gündemini ilerletmek için kendi çıkarına kullanmaya çalışıyorsa, AKP iktidarı da içerideki her provokasyonu ve terör saldırısını Ortadoğu’daki gerici hedeflerine ulaşmak ve içeride güçlü bir polis devleti inşa etmek amacıyla kullanmaktadır. 19 ve 26 Haziran eylemlerine yönelik hazırlanan provokasyon bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bir saldırı, yalnızca hükümetin izni ve onayıyla gerçekleşebilir.
İktidar ve devlet ile bağlantılı bu faşist güruhların eşcinsellere yönelik şiddet çağrıları, bir bütün olarak işçi sınıfına yönelik doğrudan bir tehdittir. Karşı karşıya olduğumuz şey, egemen sınıfın, kolluk güçleri ve İslamcı-faşist çeteler aracılığıyla toplumsal muhalefeti tamamen ezme ve zaten lime lime edilmiş olan demokratik hakları ortadan kaldırma hazırlıklarının ayak sesleridir.