Ortadoğu’da bölge genelinde bir savaş yönünde artan kaygıların ve Avrupa Birliği’nde tırmanan krizin ortasında, Türkiye-NATO ilişkileri, NATO’nun Norveç’teki Ortak Savaş Merkezi’ndeki bilgisayar destekli tatbikatında yaşanan bir olayın ardından büyük ölçüde gerildi. Türk subaylar, tatbikatta, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “düşman işbirlikçisi” olarak listelendiğini; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de “düşman önderler listesi”nde yer aldığını gördüler.
NATO, Türk askerlerinin tatbikatlardan çekilmesinin ve Ankara’nın NATO’ya sert bir çıkış yapmasının ardından, 17 Kasım’da, iddiaya göre “sevimsiz kaza”dan sorumlu olan Norveçli bir teknisyeninin görevden alındığını açıkladı. Bu arada, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve Norveç Savunma Bakanı Frank Bakke-Jensen Türkiye’den özür diledi.
NATO’nun başlıca emperyalist güçlerinin bilgisi dışında ve yalnızca bir teknisyeninin inisiyatifiyle gerçekleşmesi mümkün olmayan bu son gelişme, Ankara’nın sözde müttefiklerinin 15 Temmuz darbe girişimini desteklediği tespitinin bir doğrulaması ve Erdoğan hükümetine verilen açık bir uyarı mesajıdır.
Beklendiği gibi, NATO’dan gelen bu açıklamalar sorunu çözmedi. Başlıca NATO güçlerinin, AKP hükümetini devirmeye ve Erdoğan’ı öldürmeye çalışan 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbeyi desteklemesinden bu yana, Türkiye’nin Batılı eski müttefikleri ile ilişkileri hızla kötüleşmeye devam etmişti. Suriye’deki savaş ve Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini geliştirmesi konularında şiddetli gerilimler söz konusu.
Erdoğan, NATO’dan gelen açık tehdide, Türk milliyetçisi bir atmosferi kışkırtmaya çalışarak tepki verdi. Erdoğan, 19 Kasım’da, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Bayburt’taki il kongresinde, “Hedef Türkiye’dir, Türk milletidir. … Bugün artık ekonomiden savunma sanayine, ticaretten diplomasiye kadar her alanda 15 yıl öncesiyle karşılaştırılamayacak bir Türkiye var,” diye konuştu.
AKP hükümetinin savaş politikalarına tam destek veren AB ve NATO yanlısı Cumhuriyet Halk Partisi de (CHP), özellikle Atatürk’ün de hedef alınmış olmasından dolayı ve halk içindeki yaygın emperyalizm karşıtlığının etkisiyle bu olaya sessiz kalamadı. CHP’nin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, olayı Türkiye’ye “hakaret” olarak kınadı ve “Bu sıradan bir ‘özür dileriz’ ile geçiştirilecek bir konu değildir,” açıklaması yaptı.
Erdoğan’ın fiili siyasi ortağı, faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) önderi Devlet Bahçeli bile Türkiye’nin NATO üyeliğini tartışmaya açtı. Bahçeli, 18 Kasım’da, Twitter’da şunları yazdı: “Artık ve vakit kaybetmeksizin NATO’nun sorgulanması, dünden bugüne emel ve hedeflerinin masaya yatırılması Türkiye için aciliyeti olan bir mecburiyettir… NATO, Türkiye’den ne istiyor? Neyi bekliyor? Nereye varmayı ümit ediyor?… NATO yokken biz vardık, bu yapının içinde olmazsak da dünyanın sonu değil.”
19 Kasım’da, AB Bakanı Ömer Çelik, Norveç’teki NATO tatbikatında yer alan tüm komuta zincirinin soruşturulması çağrısı yaptı. Kanada’daki 9. Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu’nda konuşan Çelik, “Bunun bir emir komuta zinciri yok mudur? Memur olsa bile bunun amirleri yok mudur?” diye sordu.
Sorun, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ın Halifax forumundaki konuşmasında da başlıca konuydu. “NATO yöneticileri, zamanında ve gereğine uygun bir şekilde tepki gösterdi,” diyerek “NATO yöneticileri”ne teşekkür etmeyi ihmal etmeyen Akar, konuşmasını, “Kimsenin müttefikliğimizi ve dayanışmamızı baltalamasına izin vermemeliyiz,” diyerek sürdürdü.
Devlete ait Anadolu Ajansı’na göre, Akar, 2016 darbe girişimindeki başlıca Türk şüpheli olan Fethullah Gülen’in hareketinin olaya karışmış olabileceğini iddia etti ve şunları söyledi: “Yakın zamanda NATO’nun düzenlendiği askeri tatbikatların birisinde söylenilenlere göre, bireysel olarak ve belki de FETÖ tarafından desteklenmiş kişiler tarafından gerçekleştirilmiş çirkin ve kabul edilemez bir olay yaşandı.”
Mart ayında, Norveç, ülkede bulunan ve Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminin ardından Türkiye’ye dönmeyi reddeden beş subaya, Ankara’nın sert tepkisine yol açacak şekilde, siyasi sığınma hakkı tanımıştı.
Akar, ayrıca, Türkiye’nin NATO müttefiklerini, Suriye’deki Demokratik Birlik Partisi’ni (PYD) ve onun silahlı kanadı Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) silahlandırdığı için eleştirdi. “Bu noktada, terörist organizasyonların diğer terörist organizasyonlara karşı ya da vekalet savaşlarında kullanılmasının bizi tehlikeli bir uygulamaya götürdüğünü söylemem lazım,” diyen Akar, konuşmasını, Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’na yönelik eleştirisini tekrarlayarak bitirdi: “Dünya beşten büyüktür.”
Ankara ile NATO arasındaki kriz şiddetlendiği sırada, AB, “katılım öncesi fonlar”ı 105 milyon avro kesmeye ve önceden ilan edilen 70 milyon avroluk bir başka harcamayı da dondurmaya karar verdi. AB, Türkiye’nin kendisiyle üyelik öncesi ilişkilerini desteklemek için, Türkiye’ye 2014’ten 2020’ye kadar 4,5 milyar avro sağlamayı planlamıştı.
Türkiye’nin AB üyeliği üzerine müzakerelerin 2005’te başlamasının ardından, Ankara ile Brüksel arasındaki görüşmeler, çeşitli AB hükümetleri itirazlar gündeme getirdiği için çıkmaza girmişti.
Ankara’nın Almanya’yı, Avusturya’yı ve Hollanda’yı kapsayan AB devletleri ile ilişkileri, bu ülkelerin 2016 darbe girişimini desteklemelerinin ardından daha da bozulmuştu. Avrupalı burjuva politikacılar, Hollanda seçimleri sırasında ve Avrupa’nın başka yerlerinde, giderek artan toplumsal hoşnutsuzluğun ortasında Türkiye karşıtı duyguları kışkırtmaya çalışmış, Türk politikacılar ise Avrupalı meslektaşlarını, “Türkiye’ye düşman [terörist] gruplara (yani, Gülen hareketinin yanı sıra PKK’ye ve onun Suriye’deki uzantısı PYD’ye) destek vermek” ile suçlamışlardı.
NATO ile yaşanan son kriz, AB’nin başlıca emperyalist güçleri Almanya ile Fransa’nın başını çektiği bir Avrupa ordusu oluşturma yönünde önemli adımlar atıldığı sırada gerçekleşmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan uluslararası stratejik ilişkilerin ve kurumların 1929 Buhranı’ndan bu yana yaşanan en büyük krizin ortasında parçalandığı koşullarda, AB’nin büyük güçleri ABD önderliğindeki NATO’ya alternatif ve gerektiğinde ABD’ye karşı kendi bağımsız emperyalist çıkarlarını ileri sürmenin peşinde koşuyorlar. Fransa ve İtalya’nın geçtiğimiz günlerde Türkiye ile bir hava savunma sistemi anlaşması imzalaması ve Fransa’nın Lübnan üzerinden Ortadoğu’ya müdahaleye hazırlanması da, NATO içindeki çatlakları açığa vuran diğer gelişmeler olarak kaydedilmelidir.
Türkiye-ABD ilişkileri de, benzer konular üzerinden çöküyor. 8 Ekim’de, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın İstanbul’daki ABD Konsolosluğu’nun bir yerel çalışanı hakkında tutuklama kararı çıkarmasından birkaç gün sonra, Ankara ve Washington, göçmen olmayan tüm vize hizmetlerini karşılıklı olarak askıya almıştı. Bu olaydan iki haftadan kısa süre önce, bir mahkeme, bir başka ABD konsolosluğu çalışanını, Gülen hareketi ile bağlantılı olduğu iddiası üzerinden, casusluktan ve hükümeti devirmeye çalışmaktan tutuklamıştı.
Türkiye-ABD ilişkilerindeki bir diğer başlık, Türkiye-İran vatandaşı altın tüccarı Reza Zarrab’a (Rıza Sarraf) karşı, Türk bankaları aracılığıyla ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını ihlal etme suçlamasıyla görülen davadır. Zarrab, Mart 2016’da ABD’de tutuklanmıştı. Yargılamadaki bir diğer tutuklu ise, Zarrab ile işbirliği yapma suçlaması üzerinden Mart 2017’de tutuklanmış olan Halkbank’ın genel müdür yardımcısı Hakan Attilla.
Cumhurbaşkanı Erdoğan daha önce ABD’li yetkililerin Zarrab’a dava açmada “gizli saikler”e sahip olduğunu iddia etmişken, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, davayı Türkiye’ye karşı bir “siyasi komplo” olarak tanımladı.
Haberlere göre, Zarrab, kısa süre önce, Washington’ın AKP hükümetine baskı yapmak için kullanabileceği bir adımla, mahkemeye kanıt sunmayı teklif etmiş.
NATO-Türkiye ilişkilerindeki krizin arkasında, Ankara’nın ABD savaş planlarının başlıca iki hedefi olan Rusya ve İran ile bağlarını geliştirdiği sırada derinleşen stratejik anlaşmazlıklar yatıyor.
Erdoğan hükümetinin bu son derece yakıcı iki konudaki tutumu, Ankara’yı NATO’nun başlıca gücü olan ABD’nin jeostratejik planları ve hedefleri ile karşı karşıya getirmektedir.
Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle birlikte Washington’a daha İran karşıtı bir tutum benimseme ve ABD’nin bölgedeki başvekilliğine soyunma karşılığında YPG’ye verdiği desteği kesme çağrısı yapan Erdoğan hükümetinin hayallerinin kısa süre içinde suya düşmesinin ardından, 15 Temmuz darbesini hazırlayan dinamikler tırmanmaya devam etmişti.
Kendi gerici ve yayılmacı amaçları doğrultusunda ABD’nin Suriye’deki rejim değişikliği savaşına uzun bir süre tam destek vermiş olan Erdoğan hükümeti, ABD’nin Suriye’deki burjuva Kürt milliyetçisi harekete (YPG) verdiği açık destek sonucunda ve 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, bu emperyalist müttefikinin bölgedeki başlıca iki hedefi konumundaki İran ve Rusya ile son derece yakın ilişkiler geliştirme noktasına gelmiş durumda. Suudi Arabistan’da son haftalarda yaşanan operasyonlarla monarşinin İran karşıtı hizbinin elinin kuvvetlenmesi ve Lübnan Başbakanı Hariri’nin istifa ettirilmesi, ABD’nin İran’ın bölgedeki artan etkisine karşı şiddetlenecek olan politikalarının ilk habercileriydi. Kendisini Washington’ın Ortadoğu politikalarının tehdidi altında hisseden Türkiye, bu koşullarda, Rusya’nın yanı sıra İran’la da ilişkilerini geliştirmeye devam ediyor.
Türk ordusu, Kazakistan başkenti Astana’da varılan ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad yönetiminin arkasındaki Rusya ve İran tarafından desteklenen bir anlaşma doğrultusunda, asıl olarak YPG/PYD’ye karşı operasyonunu tırmandırıyor. 14 Eylül’de, hem Rusya, Türkiye ve İran hem de Suriye hükümeti ve muhalefet grupları, Suriye’deki çatışmasızlık bölgelerinde bir ateşkes sağlamak için bir araya gelmişti. Anlaşmaya göre, Türk askerleri İdlib’e yerleştirilirken, Rusya ve İran onu çevreleyen toprakları koruyacak.
Bu arada, Türk askerleri, Bağdat’ın ve Tahran’ın desteğiyle (ya da en azından onayıyla), PKK’ye karşı bir kez daha Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında operasyon yürütüyor. Binlerce askeri, topu ve tankı Suriye ve Irak sınırlarına konuşlandırmış olan Ankara, uzun süredir hem Suriye’deki hem de Irak’taki Kürt milliyetçilerine karşı harekete geçmeye hazırlanıyor. Böyle bir saldırı, Türk ve ABD askerleri arasında doğrudan bir çatışmaya yol açabilir.
Rusya, İran ve Türkiye devlet başkanları, 22 Kasım’da Rusya’nın Karadeniz’deki tatil kenti Soçi’de bir araya gelecek. Bu, üç ülke arasında, Suriye’deki altı yıllık iç savaşı bitirmek için işbirliği yaparken gerçekleşen bu türdeki ilk toplantı olacak. Geçtiğimiz hafta, Soçi zirvesi öncesinde, üç ülkenin dışişleri bakanları Antalya’da bir araya geldi. Toplantının ardından, dışişleri bakanları, Astana Süreci’nin sonuçları konusunda iyimser görünüyordu. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, “Taraflar, tüm konularda anlaştı,” diye belirtti.
PYD’nin ilk dış bürosunun Rusya’da açılmasına ve Moskova’nın PYD’yi ABD güdümünden olabildiğince çıkarma yönünde bir politika izliyor olmasına karşın, Suriye savaşında açılan yeni dönem, Putin yönetiminin PYD/YPG ile arasına açık bir mesafe koyması sonucunu doğurabilir. Öyle ki, gelinen noktada, YPG’nin başını çektiği ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri (SDG), IŞİD’in Suriye’den büyük ölçüde silinmesiyle birlikte giderek Esad hükümetinin güçleri ile karşı karşıya gelmeye başlıyor.
Türkiye-Rusya yakınlaşmasını daha da ilerletecek olan bu durum, dünyanın en büyük iki nükleer gücü olan ABD ile Rusya arasında bir çatışma olasılığını son derece arttırmaktadır.
ABD’nin Rusya ile Çin’i kuşatmayı amaçlayan kapsamlı stratejisinin bir parçası olan Ortadoğu savaşından ve NATO içindeki bölünmelerin ortasında tırmanan jeostratejik gerilimlerden bağımsız ele alınamayacak olan son kriz, AKP iktidarının savaş ve diktatörlük yöneliminin tırmanarak devam edeceğinin göstergesidir. Bu gerilimler, aynı zamanda, yaygın emperyalizm karşıtlığını Türk milliyetçiliğini körükleyerek manipüle etmeye çalışan Erdoğan’a karşı ikinci bir darbe girişimi olasılığının hiç de az olmadığını gözler önüne sermektedir.
Bu durum, emperyalist müttefiklerinin komplolarına karşı onlarla aynı gerici burjuva yöntemlere başvuran AKP iktidarının Ortadoğu savaşı ve NATO konusundaki politikalarının işçi sınıfına yıkımdan başka bir şey getiremeyeceğinin açık bir ifadesidir. Batılı emperyalist sermaye ile bütünleşmiş ve ABD önderliğindeki NATO’nun emperyalist müdahalelerine gırtlağına kadar batmış olan AKP iktidarı, emperyalizmi karşısına almak şöyle dursun, onunla her an ortak çıkarlar doğrultusunda uzlaşmaya hazırdır.
Bu koşullarda işçi sınıfı ve gençlik için ileriye giden tek yol, emperyalizme gerçekten karşı çıkabilecek uluslararası sosyalist bir program etrafında, devrimci ve savaş karşıtı bir hareket inşa etmektir. Bu, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin ve Ortadoğu genelinde Sosyalist Eşitlik Partilerinin inşası demektir.