Metal sektöründeki grevlerin ilk siyasi dersleri

14 Mayıs 2015 gecesi Bursa’da Renault fabrikasında başlayarak kısa sürede sektördeki bir çok fabrikaya yayılan metal işçilerinin eylemlerinin 4. yıldönümünde konu ile ilgili olarak 29 Mayıs 2015’de Yayın Kurulumuzun yazdığı yazıyı okuyucularımızla tekrar paylaşıyoruz.

 

***

Bursa’daki Renault fabrikasında 14 Mayıs gecesi başlayarak, Tofaş, Ford Otosan ve Türk Traktör gibi önemli fabrikalara yayılan “yasadışı” fiili grevler, sektörün en önemli fabrikalarından biri olan Tofaş’ın (ve yan sanayi fabrikalarının) ardından 27 Mayıs’ta Renault’da varılan anlaşma ile birlikte yeni bir evreye girdi.

Renault’daki grevci işçiler, 13 günlük mücadelenin ardından şirket ile 9 maddelik bir protokol imzaladılar. Renault’daki anlaşma, aynı Tofaş’ta olduğu gibi, bütün işçilerin katılımıyla sağlanmış bir uzlaşma değildir. Her iki fabrikada da sözcüler grevdeki işçilerin “tüm talepler kabul edilene kadar mücadeleye devam etme” iradesine rağmen yaptıkları görüşmelerde anlaşma maddelerini kabul etmişlerdir. Bu durum, hem örgütlülüğün geriliğinin hem de gerçek bir taban örgütlülüğü oluşturulmadığında temsilcilerin “yeni” bir sendika gibi hareket etmeleri sonucunun bir ürünüdür.

Bazı ek ödemeler ve ücret artışı sözü alan 10.000’i aşkın otomotiv işçisinin, hiçbir disiplin yaptırımı uygulanmaması koşuluyla yeniden işbaşı yapması, şirket yönetimleri, siyasi iktidar ve burjuva muhalefet tarafından memnuniyetle karşılandı. Onlar, sektörün en önemli fabrikaları olan Tofaş ve Renault’da işbaşı yapılmasının, aynı zamanda, ücretlerde artış, daha iyi çalışma koşulları, Türk Metal sendikasının gitmesi ve kendi seçtikleri temsilcilerin tanınması taleplerinde ısrar ederek eylemi sürdüren ya da sonradan iş bırakan diğer fabrikalardaki işçileri de anlaşmaya zorlayacağını umsalar da grev hareketinin –Petkim’e ve Er Metal’e sıçramasında görüldüğü gibi– önüne geçemiyorlar.

Bununla birlikte, ilk eldeki pratik sonuçları ne olursa olsun, iki hafta önce Renault’da başlayan iş bırakma eylemleri, bütün sınırlılıklarına rağmen, sendikaların patronlar ve siyasi iktidar ile işbirliği içinde metal işçilerine dayatmış olduğu cendereyi kırmış ve Türkiye işçi sınıfının üzerindeki ölü toprağını atmaya başlamış durumda.

26 Mayıs’ta, Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu, 3.500’den fazla işçinin çalıştığı Arçelik Buzdolabı fabrikasında 4 işçinin işten çıkarılması sonucunda, 8-16 vardiyasında çalışan işçiler bir protesto eylemi gerçekleştirdiler ve üretimi geçici olarak durdurdular. Organize sanayi bölgesine çok sayıda TOMA eşliğinde polis gönderilirken, eylem, şirket yöneticilerinin ve sendikacıların ortak çabası sonucunda engellendi. Türk Metal bürokratları, Arçelik’in fabrikalarında da, olası bir iş bırakma eylemini engellemek için seferber olmuş durumda. Fabrikaya akın eden sendikacılar, işçilere karşı, tehditlerden ve sahte vaatlerden oluşan bir saldırı başlattılar. Arçelik işçileri de Gebze kent merkezinde bir yürüyüş gerçekleştirdiler ve grevin önemli fabrikalara yayılma ihtimali gerçeğini gözler önüne serdiler.

Türk Metal bürokratlarının yoğun çabalarına, MESS’e üye patronların işçilerin hesabına, grev hareketine katılmamaları için 1.000’er lira yatırması ve Birleşik Metal-İş bürokrasisinin, kırılmasını sağladığı 29 Ocak grevinin ardından hala devam eden toplu sözleşme sürecinde anlaşmanın açıklanmamasıyla, Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin kontrol altında tutulmaya çalışılması eşlik ediyor. Başta MESS üyeleri olmak üzere, büyük kapitalistler, işçi sınıfının başını kaldırmaya başlaması karşısında telaş içindeler.

Bütün bunlar, otomotiv şirketlerinin küresel üretim ağında önemli bir yer tutan ve derin bir kriz içindeki Türkiye ekonomisi için belirleyici öneme sahip olan metal işkolunda yaşanan bu kitlesel eylemin, egemen çevrelerde nasıl büyük bir kaygıya yol açtığının ifadeleridir.

Bu kaygı, en açık şekilde, Renault’nun Avrasya bölgesi sorumlusu Jean Christophe Kugler tarafından dile getirilmişti. Kugler, 21 Mayıs günü gazetecilere yaptığı açıklamada, grevin yalnızca Türkiye’ye değil, aynı zamanda küresel sanayiye yönelik bir tehdit olduğunu belirtmiş ve “Türkiye’deki yatırımlar yeniden gözden geçirilebilir,” demişti.

Aynı gün, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK), Uludağ Otomotiv Endüstrisi İhracatçıları Birliği’nin (OİB), Otomotiv Sanayi Derneği’nin (OSD) ve Taşıt Araçları Yan Sanayicileri Derneği’nin (TAYSAD) açıklaması gelmişti. Sanayinin büyük patronlarını temsil eden dört örgüt, “greve barışçıl şekilde son verme” çağrısı yapmıştı.

Bu patronlar korosuna, Sanayi Bakanı Fikri Işık da katıldı ve Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada, işçileri derhal işbaşı yapmaya çağırdı. İktidar, işçiler ile işverenler arasındaki anlaşmazlıkların üretim sürerken görüşülmesini istiyordu.

Grevin her an kendi fabrikalarına yayılması tehlikesi metal işkolundaki diğer şirketlerin yöneticilerinin uykularını kaçırırken, AKP iktidarı tam bir açmazla karşı karşıyadır. 7 Haziran seçimleri öncesinde on binlerce metal işçisini açıkça karşısına almaktan korkan iktidar, ne açık bir polis terörü uygulayabildi ne de grevi, ipliği pazara çıkmış olan “milli güvenlik” gerekçesiyle “erteleme”ye kalkışabildi! O, bunun yerine, bir uzlaşmaya varmaları yönünde baskı yapmaları için, bakanlarını patronlar ile görüşmeye gönderdi.

Patronların ve AKP iktidarının metal sektöründeki yasal engelleri tanımayan grev dalgasını, on binlerce işçi ile açık çatışmaya girmeden kırma yönündeki çabalarının başlıca yardımcıları, burjuva medya, sendika bürokrasileri ve onun gönüllü temsilciliğini üstlenen “sol”dur.

Burjuva medya, ister iktidarı isterse muhalefeti desteklesin, grevi görmezden gelmek, bunu yapamadığında ise onu basit bir ücret anlaşmazlığının ya da sendikalar arasındaki rekabetin ifadesi gibi göstermek için elinden geleni yapmaktadır. Medya, bu eylemlerin, işçi sınıfının on yıllardır maruz kaldığı ağır sömürü koşullarına, işsizliğe, yoksulluğa, toplumsal eşitsizliğe, bunları destekleyen sendikalara ve bunlara eşlik eden otoriter rejim arayışına yönelik birikmiş bir öfke patlaması olduğu gerçeğini örtbas etmeye çalışmıştır.

Büyük şirketlerin ve iktidarın kontrolündeki medyanın bu çabasına, en büyük destek, aynı patronların emrindeki sendika bürokrasilerinden geliyor. Metal işçilerinin tepkisinin odağında yer alan tüm sendika bürokrasileri, tam da seçimler öncesinde gerçekleşen bu son derece önemli eylem karşısında bütünüyle patronlardan yana tavır almıştır.

Grevleri en baştan itibaren açıkça kırmaya çalışan Türk Metal bir yana, onun işkolundaki rakipleri olan Çelik-İş ve Birleşik Metal-İş sendikaları, ya iktidarın kuyruğunda, “sorunun karşılıklı anlayış içinde çözülmesi” yönünde birkaç sinik açıklama yapmakla yetindiler ya da bu eylemlerden ikiyüzlüce yararlanmaya çalıştılar. Sahte solun bütün unsurlarının desteklediği sözde “sınıf mücadeleci” Birleşik Metal-İş ve benzerleri, otomotiv sektöründe patlayan grevleri yaymak ya da ona eylemli destek sunmak için parmaklarını bile kıpırdatmadılar. Tersine, onlar, binlerce işçinin katıldığı bu fiili grevi yalıtmak ve onun bir an önce bitmesini sağlamak için ellerinden geleni yaptılar.

Bu şirket yanlısı koroda, sahte solcu sendika bürokratlarının siyasi ortakları olan ve 7 Haziran’da yapılacak seçimler için kent kent dolaşan burjuva muhalefet partileri CHP ve HDP de yer almaktadır. Otomotiv işçilerinin kitlesel eylemi karşısında günü kurtarmaya yönelik sıradan “destek” açıklamaları ile yetinen bu partiler, onu, iktidara karşı kullanmak amacıyla bile olsa, seçim meydanlarına taşımadılar, taşıyamadılar. Çünkü onların AKP iktidarına olan muhalefeti, işçi sınıfının çıkarlarını savunma üzerine kurulu değildir. Tam tersine, onlar, Renault, Tofaş, Ford, Türk Traktör vb. şirketlerin sahiplerinin de içinde yer aldığı küresel sermayeye AKP’den daha iyi hizmet etmek üzere iktidara gelmek istiyorlar.

Sahte solun yıkıcı rolü

Metal sektöründe patlayan yasadışı iş bırakma eyleminin yayılmasını engellemeyi ve onu düzenin sendikal sınırları içinde tutup etkisizleştirmeyi amaçlayan şirket-burjuva siyaset kurumu-sendikalar koalisyonunun başlıca suç ortağı sahte soldur.

İşçilerin sendikacı gardiyanların denetimi dışında harekete geçmesi ve başarılı olması olasılığı karşısında dehşete kapılan sahte sol, eylemlerin başladığı ilk günden bu yana, işçi düşmanlığında Türk Metal’deki meslektaşlarını aratmayan Birleşik Metal-İş sendikasına “sol” bir makyaj yapmaya çalışıyor ve metal işçilerini ona katılmaya çağırıyor. Onlar, işçileri sermayenin Birleşik Metal’deki “solcu” gardiyanlarına teslim etme çabalarını meşrulaştırmak için, onların “Türk Metal’e karşı ayağa kalkmış” olduğunu ve Birleşik Metal’de örgütlenmek istediğini iddia ediyorlar.

Onların “sol” söylemlerinin arkasına gizlenen sistem savunuculuğu sendikalizmde açık bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Türkiye işçi hareketinin uzun yıllar sonra giriştiği bu büyük grev hareketi karşısında onlar işçilere yalnızca sendikaları adres olarak gösterebilmekte ve mücadeleyi kapitalist düzen sınırları içinde tutmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Sahte solun metal sektöründeki grevci işçileri sendikalar üzerinden kapitalist sömürüye mahkum etme girişimi ile milliyetçi Kürt burjuvazisinin yedeğinde ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki yağmacı savaşına verdiği destek tek bir madalyonun iki yüzüdür. İşçi sınıfı ve sosyalizm karşıtlığının ifadesi olan emperyalizm yanlısı bu madalyon, şimdi, hem Ortadoğu’daki emperyalist müdahaleleri destekleyen hem de AB’nin ve uluslararası bankaların Yunanistan emekçilerine dayattığı toplumsal karşıdevrim programını uygulayan Syriza’nın “kardeş partisi” HDP’de cisimleşiyor.

7 Haziran seçimlerine HDP’nin bayrağı altında katılan sahte solun Türkiye işçi sınıfına ne vaat ettiğini görmek isteyenler, Syriza’nın sağcı ve yabancı düşmanı Bağımsız Yunanlılar ile koalisyon kurduğu hükümetin Yunanistanlı emekçilere yönelik kapsamlı saldırısına bakmalıdır.

Sosyalist bir önderlik için

Metal sektöründe iki haftadır yaşanan yasadışı grev dalgasının Renault ve Tofaş gibi büyük fabrikalarda başta konulan hedeflere ulaşamadan sona ermesi, şirket-burjuva siyaset kurumu-medya-sendikalar ittifakının sahte solun desteğiyle elde ettiği bir başarı gibi görünebilir. Ama bu hiç kimseyi aldatmamalı. Renault’da başlayan kitlesel eylemler, Ortadoğu’da artan savaş tehlikesi ile derinleşen ekonomik krizin ortasında, on yıllardır izlenen toplumsal karşıdevrim politikaları sonucunda bir barut fıçısına dönmüş olan işçi sınıfının her an patlayabileceğini gözler önüne sermiştir ve verilen mücadelenin kazanımı elde edilen ekonomik haklar değil bu siyasi sonuçtur.

Bu grevler, bu yüzden, aynı ABD’deki petrol işçilerinin geçtiğimiz aylardaki grevi gibi, Türkiye işçi sınıfının militan mücadelesinin uzun bir aradan sonra yeniden canlanmasının başlangıcı olarak anılacaktır. Metal grevleri, burjuva kimlik politikalarına saplanmış sahte solu yıkıcı bir şekilde bir kez daha mahkum ederek sınıf mücadelesinin dönüşüne işaret etmesinin yanı sıra, yıllardır vurguladığımız üzere, bu mücadelenin ancak sendikal cendereyi aşması durumunda ilerleyebileceği gerçeğini de gözler önüne sermiştir.

Sahte solun bütün yüzeysel iddialarına karşın, metal işçilerini harekete geçiren temel etmen, ücret zammı ya da bir başka sendikaya geçme isteği değildir. On binlerce işçinin eyleminin ardında, onların göremediği ve sahte solun üstünü örtmek istediği çok daha derin bir ekonomik ve toplumsal dinamik yatmaktadır: dünyayı felaketin eşiğine getirmiş olan kapitalizmin küresel krizi.

Başta emperyalistler olmak üzere bütün ülkelerin egemen sınıfları, şimdi, bu kriz karşısında kaçınılmaz olarak patlayacak kitlesel devrimci işçi hareketlerine hazırlanıyorlar. Onlar, içeride işçi sınıfının ve gençliğin birikmiş öfkesine karşı giderek daha otoriter yöntemlere, burjuvazinin açık diktatörlüğüne yöneliyorlar. Zira nüfusun ezici çoğunluğunun yoksulluğa, işsizliğe, toplumsal eşitsizliğe ve savaşa olan tepkisini bastıracak başka araçlara sahip değiller.

İçerideki polis devleti inşasına, uluslararası alanda dizginlerinden boşalmış bir silahlanma eşlik ediyor. İnsanlığın, toplumsal servetin ezici bölümüne el koyan ve devletleri elinde tutan yüzde birlik bir kesimi, bir bütün olarak uygarlığı yıkıma uğratacak yeni bir dünya savaşına hazırlanıyor.

Bu koşullar altında, işçi sınıfının, egemen sınıfın toplumsal karşıdevrim ve savaş yönelimine ve sahte solun artık hiçbir maddi temeli kalmamış olan ulusal burjuva “toplumsal reform” ve “toplumsal barış” programına karşı kendi bağımsız devrimci alternatifi olarak uluslararası sosyalizm programını yükseltmesi ve bunun için de sendikal değil, sosyalist sınıf bilinciyle donanması gerekiyor.

Bu, uluslararası işçi sınıfı hareketinin 200 yıllık tarihsel deneyimi ile modern kapitalist toplumun bilimsel çözümlemesi üzerine kurulu sosyalist bir perspektif ve program etrafında yeni bir devrimci işçi hareketinin inşası demektir. İşçi sınıfının sürmekte olan toplumsal karşıdevrime ve tırmanan savaş tehlikesine karşı mücadelede önderliği alması için yaşamsal öneme sahip olan sosyalist perspektif ve program, yalnızca Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) ve onun Sosyalist Eşitlik Partileri tarafından savunulmaktadır.

29.05.2015

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir