Birleşik Metal-İş hükümetle anlaşıp EMİS grevlerini sattı
Birleşik Metal-İş sendikası, dün (23 Ocak Pazartesi) yaptığı yazılı açıklamada, “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın davetiyle” akşam saatlerinde gerçekleşen görüşmede, 2016-2018 dönemini kapsayan iki yıllık toplu iş sözleşmesi konusunda Elektromekanik Metal İşverenleri Sendikası (EMİS) ile anlaşmaya vardığını açıkladı.
Sendika, bu görüşmeden yalnızca saatler önce, “işyerlerini eylem alanına dönüştürüyoruz” gibi tumturaklı ifadeler eşliğinde, hükümetin grev yasaklama kararını “tanımadığını” ilan etmiş ve “tüm emek dostları”nı dayanışmaya çağırmıştı.
Birleşik Metal-İş, EMİS’e bağlı General Elektrik-Grid Solution, ABB Elektrik, Schneider Enerji ve Schneider Elektrik fabrikalarında işçilerin iradesiyle 20 Ocak Cuma günü greve çıkmış ama bu grev, hükümet tarafından, “milli güvenliği ve genel sağlığı bozucu nitelikte” olduğu gerekçesiyle, aynı gün, “ertelenmiş”, yani fiilen yasaklanmıştı. AKP iktidarı, ondan iki gün önce de (18 Ocak Çarşamba günü), sendikanın Asil Çelik’te ilan ettiği grevi “60 gün ertelemişti”.
Gerçekte, sendikanın greve çıkmak gibi bir niyeti yoktu ve bunu en baştan itibaren ifade ediyordu. Birleşik Metal-İş’in başkanı Adnan Serdaroğlu, grevin ertelendiği gün Asil Çelik işçilerine yaptığı konuşmada, işçilerin eyleme geçmemesi için patronlara ve iktidar yetkililerine nasıl yalvardıklarını şöyle anlatıyordu:
“Geç saatlere kadar müzakereleri sürdürdük. Sadece işveren ile değil… Aramadığımız kimse kalmadı. Bu ülkeyi yöneten insanları, bu işin çözümü noktasında göreve davet ettik. Dedik ki Asil Çelik işçisi sizin görevinizi yapmanızı bekliyor. İnsanların haklarını ortadan kaldırarak bu işi çözemezsiniz. Bu işe müdahale edin, bu işi çözmemize yardımcı olun’ dedik.”
Serdaroğlu, “Özel hakem dönemine gireceğiz, eğer birkaç gün içerisinde anlaşma sağlanamazsa özel hakeme gidilecek ve biz orada da dertlerimizi anlatacağız.” diyerek sürdürdüğü o konuşmasında, grev yasağına karşı mücadelenin adını bile anmıyordu.
Ancak bundan iki gün sonra, EMİS’e bağlı fabrikalardaki grevlerin yasaklanmasının ardından tabandan gelen baskı, Serdaroğlu’nun aniden “mücadeleci” bir maske takmasına ve çeşitli fabrikalarda işçilerin zaten ilan ettiği “yasağı tanımama” tavrını işçileri sendikanın denetimi altında tutmak üzere kendisinin ilan etmesine yol açtı.
Birleşik Metal-İş bürokratlarının bu 180 derecelik dönüşünün ardında, onların, Mayıs 2015’te Türk Metal’in Renault başta olmak üzere büyük metal fabrikalarında karşılaştığı türde militan bir taban hareketi karşısında duydukları korku yatıyordu.
Bir buçuk yıl önceki “metal fırtınası”ndan gerekli dersleri çıkartmış olan Birleşik Metal-İş bürokratlarının sözde militan-mücadeleci bir maske takması, o dönemdekinden çok daha ağır ekonomik ve siyasi sorunlarla karşı karşıya olan patronlar ve siyasi iktidar tarafından anlayışla karşılandı. Ne metal patronları ne de siyasi iktidar yasadışı grev kararına tepki gösterdi.
Bununla birlikte, şimdilik sendika sayesinde kısa süre içinde kontrol altına alınmış gibi görünse de, 2.200 metal işçisinin hızla diğer fabrikaları hareketi geçirebilecek şekilde, OHAL koşullarına ve grev yasağına rağmen mücadeleye girişmesi, 2015’in militan grevlerinin işçi sınıfının bilincinde yer ettiğini göstermektedir.
EMİS grevinin devlet zoruyla kırılması, metal işçileri içinde sürekli artan sefalete ve toplumsal eşitsizliğe karşı yıllardır birikmiş olan devasa bir öfke patlamasını harekete geçirebileceği için, hükümet ya da patronlar açısından hiç de tercih edilebilir bir durum değildi. Dahası, ilk andan başlayarak diğer işyerlerinden eylemli destek göreceği ortada olan, OHAL’i ve grev yasağını tanımayan böylesi bir işçi hareketi, kısa süre içinde siyasi içerik edinerek, egemen sınıfın savaş ve diktatörlük (Suriye’ye-Irak’a askeri müdahale ve başkanlık rejimine geçiş) yönelimini darmadağın edebilirdi.
Bu yüzden patronlar ve AKP iktidarı, 100 yılı aşkın süredir başarıyla uyguladıkları taktiğe başvurdular ve sendikacı uşaklarının işçilerin birikmiş öfkesini yatıştırmak ve direnişi kırmak üzere, birkaç günlüğüne “keskin” sloganlar atmasına izin verdiler. Onlar, Birleşik Metal-İş ile sağlanan bu “anlaşma”nın, yaklaşan MESS toplu sözleşme görüşmeleri için bir örnek oluşturacağını ve diktatörlük gündemlerini ilerletecekleri anayasa referandumu sürecinde kitlesel bir işçi hareketinin önünü keseceğini düşünüyorlar.
Özetle, DİSK ve Birleşik Metal-İş bürokrasisi, aynı Gezi Parkı protestoları sırasında başlaması gereken grevi şirketlerle anlaşarak iptal etmelerinde olduğu gibi, bugün de hükümetin bu gerici gündemini durdurabilecek tek güç olan işçi sınıfının harekete geçen bir kesimini kontrol altında tutarak hükümete bir kez daha can simidi attılar.
Şimdi, Birleşik Metal-İş ve DİSK bürokratları ile onların sahte solcu destekleyicileri, metal işçilerinin “grev yasağına rağmen” kazandığını ilan ediyorlar. Peki, “kazanılan” ne?
Sendikanın yaptığı açıklamaya göre, iki yıllık sözleşmede, saat ücretlerine birinci altı ay için 1,20 lira artı yüzde 7 zam yapılmış; birinci altı ay için işyerlerine göre ortalamada 443 ile 510 lira net artış sağlamış; ikinci ve üçüncü altı aylar enflasyon artı bir puan artış elde edilmiş. Buna, sosyal yardımlarda ve dini bayramlardaki mesai ücretlerinde kısmi artışlar, engelliler gününde ücretli izin, eşin anne ve babasının ölümünde üyeye 4 gün ölüm izni ve ABB işyerindeki işçilere sağlık sigortası haklarının tanınması gibi başka iyileştirmeler eşlik ediyor.
Bütün bunlar, EMİS ile sendika arasında uyuşmazlığın ortaya çıktığı sıradaki taleplerin (saat ücretlerine 2 lira zam artı yüzde 12) çok uzağında olmasının ve EMİS’in grev öncesi teklifinin neredeyse aynısı olmasının yanı sıra, metal işçilerinin on yıllardır süren ekonomik ve sosyal hak kayıplarını karşılamaktan son derece uzaktır. Dahası, bütün bu “kazanımlar”, işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını belirleyen asıl etmenlere, derinleşen uluslararası krize, Ortadoğu’da tırmanacak savaşa ve içerideki açık diktatörlük inşasına eşlik edecek olan kitlesel işten çıkarmalar, işyeri kapanmaları ve artan hayat pahalılığı ile birlikte önümüzdeki aylar içinde hızla ortadan kaldırılacaklardır.
Durum böyleyken, Birleşik Metal-İş’in, yasadışı grevin başlamasının hemen ardından imzaladığı satış sözleşmesini, “grev yasağına karşı verilen mücadelenin elde ettiği kazanım” olarak ilan etmesi ve “Grev yasağı fiilen ortadan kaldırılmıştır.” demesi, utanmazca bir yalandır.
En önemlisi, metal işçilerinin sayısı giderek artan bir kesiminin sendikaların onları sattığının farkına varıyor olmasıdır. Metal işçilerinin sosyal medya paylaşımları, onları budala yerine koymaya çalışan sendika bürokratlarına ve sahte sola verilmiş en açık yanıttır. Bunlardan Schneider Çalışanları TR sayfasının paylaşımlarını yorumsuz aktarıyoruz:
10 KURUŞ ZAM İÇİN KOCA GREVİ SATTINIZ! UTANMADAN TARİH YAZDIK DİYORSUNUZ!
Greve çıkmadan önce aldığımız hakların üstüne ne eklediniz de tarihi başarı oldu? 10 kuruş için mi greve çıktık biz? Sizin sendikacılığınızda 10 kuruş fark almak tarih yazmak mı oluyor?
Asil çelik işçisini mağdur edişinizden bellliydi bizde de aynı naneyi yiyeceğiniz, sürece asil çelik emekçisini de katıcam diye naralar atan Serdaroğlu gördük ne kadar sözünün eriymişsin!
Kendi rezilliklerinizden utanmıyorsunuz belli ki, sözde demokratsınız ya hani külliyen yalan: işçinin sırtında kambur patronların elinde maşasınız beyler…
ASİL ÇELİK GREVİ VE EMİS SÖZLEŞMESİ KARAKTERSİZLİĞİNİZİN YAZILI BELGELERİDİR!
“NE GREVE NE TASLAĞA SAHİP ÇIKTINIZ! GÖZ GÖRE GÖRE BİZİ SATTINIZ!” başlıklı diğer paylaşımda ise şunlar yazılı:
Birleşik metal yetkilileri imzayı %7 + 1,20 kuruşa atmış, Çiğli’deki kardeşlerimiz sadece 1 TL zam alacakmış…
Bunca emek, bunca mücadele bunun için miydi? Grevden önce zaten %7 + 1,10 veren iş vereni grevle ancak 10 kuruş mu yükseltebildiniz? Fabrika fabrika ayırıp işverenin keyfine göre pazarlık yürütmek ADAM GİBİ GREV yapmaktan kolay geldi anlaşılan…
Size güvenen bunca insanı yüz üstü bıraktınız, yarın da gelir davullu zurnalı zafer tiyatroları çeviririsiniz. Yüzünüze bakan adidir, bu tezgahlarda hesap sorma günü şimdi başlıyor.
Sendika bürokratları ve sahte sol, bu son cümleyi aklında tutsun. Metal işçileri onlara bunu bir gün eylemli olarak gösterecek!
Sendikanın bir “zafer” elde ettiği doğru! Ama bu, ekonomik krizin faturasını işçi sınıfına çıkartırken iktidarını savaş ve otoriter diktatörlük yoluyla korumaya çalışan patronların ve siyasi iktidarın, kısa süre içinde misliyle geri alacağı birkaç göstermelik “taviz” karşılığında metal işçilerine karşı elde edilmiş bir “zafer”dir.
Birleşik Metal-İş’in işçi sınıfına ihanetini “zafer” gibi pazarlamaya çalıştığı gün, Başbakan Binali Yıldırım, patronlara sağlanacak milyonlarca liralık bir destek paketini açıkladı. Buna göre, “yatırım yapanlara” ücretsiz danışmanlık, sıfır faizli yatırım kredisi, faizin yarısının devlet tarafından karşılanacağı işletme kredisi, arazi, ucuz elektrik vb. sağlanacak.
Birleşik Metal-İş bürokratları ile onları destekleyen sözde “sol”, zaten neredeyse hiç vergi vermeyen, sosyal güvenlik ya da işsizlik fonu altında işçilerden toplanmış milyarlarca lirayı dilediği gibi kullanan patronlara akıtılan bu yeni kaynakların işçi sınıfından çıkartılacağını çok iyi biliyor. Ama onların, işçi sınıfından burjuvalara devasa servet aktarımıyla ya da on yıllardır tırmanan toplumsal eşitsizlik ile yakından uzaktan bir alakaları bulunmamaktadır.
Nüfusun yüzde 30’unun (yaklaşık 25 milyon) yoksulluk sınırının altında yaşadığı Türkiye, akıl almaz bir gelir ve servet eşitsizliği ile damgalanmaktadır. Dünya Bankası’nın verilerine göre, Türkiye nüfusunun en yoksul yüzde 20’si (15 milyondan fazla insan) toplam ulusal gelirin kabaca yüzde 6’sı ile yaşamaya çalışırken, tepedeki yüzde 20, onun yarısından fazlasına el koyuyor.
Bu tablo, egemen sınıfı oluşturan en zengin yüzde 10 ile ezici çoğunluğunu işçi sınıfının oluşturduğu yüzde 90 arasındaki servet uçurumuyla, tam bir netlik kazanmaktadır. Toplumun en zengin yüzde 10’luk kesimi, işçiler tarafından üretilen toplam servetin üçte birini gasp ederken, yüzde 90’lık ezici çoğunluk geride kalanla yetinmekte; en yoksul yüzde 10, yani 7,8 milyon kişi ise toplam ulusal servetten yalnızca yüzde 2 dolayında pay almaktadır.
Sendika bürokratları ve onları destekleyen sahte sol, kapitalist sömürünün insanlık dışı karakterini gözler önüne seren bu gerçeklerle ilgilenmiyor. Onları ilgilendiren, servetin en zengin yüzde 10’luk dilim içindeki dağılımıdır. Onlar, servetin bu kesim içinde “adil” dağılımını talep ederek, temsilcisi oldukları toplum kesimine -dolayısıyla kendilerine- düşen payı arttırma derdindeler.
Servetin bu yüzde 10’luk kesim içindeki dağılımı, gerçekten de “adil” değildir. Türkiye nüfusunun yüzde 1’ini oluşturan banka ve şirket patronları, üst düzey yöneticiler ve mali piyasa vurguncuları (kabaca 780 bin kişi), toplam ulusal servetin yarısından fazlasını kontrol etmektedir. Bunların en tepesinde ise, sahip olduğu toplam 200 milyar doların üstünde servetle, toplam ulusal servetin dörtte birinden fazlasını kontrol eden en zengin 100 aile bulunuyor. Egemen sınıfın en tepesindeki 35 kişinin toplam serveti ise 50 milyar dolar (GSYİH’nın yaklaşık yüzde 6’sı) civarında.
Genel olarak işçi sınıfı, özelinde ise metal işçileri şu gerçekliği kavramak zorundadır: Bizi ilgilendiren, servetin en tepedeki yüzde 10 içindeki dağılımı değil; bir bütün olarak bu tablo ve onu yaratan kapitalist sömürü sistemdir. Ücretli emek sömürüsü ve kar üzerine kurulu bu sistem işçi sınıfı tarafından ortadan kaldırılmadıkça, hiçbir sorun çözülmeyecek; tersine, giderek ağırlaşacaktır.
Birleşik Metal-İş bürokratları, metal işçilerine son ihanetlerini ilan ettikleri açıklamalarının sonunda, metal işçilerinin Birleşik Metal-İş ile birlikte tarih yazmaya devam edeceğini belirttiler. Bu, metal işçilerinin mevcut sendikal bilinç düzeyine hitap eden ve yeni bir ihaneti onların duygularına seslenerek pazarlama kaygısı ile yazılmış bir cümledir.
Gerçek şu ki, bürokratlar ve sahte sol, metal işçilerine yalan söylüyor! Ve Schneider işçilerinin de ifade ettiği gibi, giderek artan sayıda işçi bunun farkına varmış durumda. Metal işçileri, henüz “tarih” ya da kendi tarihlerini yazmış değiller. Onlar, işçi sınıfının diğer kesimleri gibi, burjuva siyasi partilerden üniversitelere, medyadan sendikalara ve sahte sola kadar çok sayıda kurum ve çevre tarafından üstlenilmiş olan emperyalist tarih yazımının bilinçsiz özneleri konumundalar.
Metal işçileri, kendi tarihlerini, yalnızca, kapitalizmin ve onun hizmetindeki tüm kurumların ve çevrelerin gerçekte ne olduğunu gördüklerinde; kendilerini kuşatan burjuva siyasal ve sendikal cendereyi kırıp bağımsız bir sınıf kimliğiyle siyasi iktidar mücadelesine giriştiklerinde yazacak, tarihin bilinçli öznesi olacaklar. Bu, tüm sektörlerden ve ülkelerden işçilerin, ücretli emek sömürüsü ve özel mülkiyet üzerine kurulu bu sisteme ve onun ürettiği bütün toplumsal felaketlere (işsizlik, yoksulluk, eşitsizlik, baskılar, savaşlar, iç savaşlar, darbeler vb.) karşı sosyalist bir dünya toplumu uğruna mücadelesi demektir.
Metal işçilerinin ve genelinde işçi sınıfının, yeni ekonomik, toplumsal ve siyasal kazanımlar elde etmesi bir yana, sermayenin ve siyasi iktidarların önümüzdeki dönemde daha da tırmanacak olan saldırılarına karşı koymasının tek yolu, deneyimlerinden gerekli dersleri çıkarması, kendi sosyalist enternasyonalist önderliği olarak Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa etmesi ve siyasi iktidar uğruna mücadeleye girişmesidir. Bunun dışındaki her yönelim, işçi sınıfını ve gençliği, sermayenin ve siyasi iktidarların giderek artan saldırıları karşısında savunmasız bırakacaktır.
Şirket yanlısı sendikaların ve onların uzantısı olduğu sermaye partilerinin ne olduğunu gören başta metal işçileri olmak üzere tüm işçiler ve gençler, egemen sınıfın toplumsal saldırı, diktatörlük ve savaş gündemine karşı önümüzdeki dönemin büyük mücadelelerine hazırlanmak üzere inisiyatif almalı ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin inşasına katılmalıdır.