DEUK’un Sri Lanka şubesinin genel sekreteri ve 50 yılı aşkın süredir emektar bir Troçkist olan Wije Dias, DEUK’un Uluslararası Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nda Colombo’dan konuştu.
200 yıl önce doğmuş olan büyük düşünür ve devrimci Karl Marx, işçi sınıfının kapitalizmin yoksunluklarına karşı mücadelesinin nesnel temelini ve mantığını ortaya çıkararak, onun sosyalist kurtuluşunun yolunu açmıştı.
Marx’ın yazıları arasında en keskin ve sert olanlar, Britanya burjuvazisinin, Hindistan alt kıtasını ya da o dönemdeki Güney Asya deyimiyle “İmparatorluğun En Değerlisi”ni egemenliği altına alıp ekonomik olarak kanını emerken uyguladığı şiddete, soygunculuğa ve düzenbazlığa yönelik teşhirleriydi. Marx, şöyle yazmıştı: “Burjuva uygarlığının büyük ikiyüzlülüğü ve doğasında var olan barbarlık, yüzünü saygıdeğer biçimler aldığı evinden çırılçıplak hale geldiği sömürgelere dönerken, gözlerimizin önüne seriliyor.”
Marx’ın yazılarında öngörülmüş ve siyasi olarak hazırlanmış olan, geçtiğimiz yıl 100. yıldönümünü andığımız 1917 Rus Devrimi, Güney Asya’daki kapitalizm ve emperyalizm karşıtı mücadeleye muazzam bir itici güç sağlamıştı. Güney Asya, Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarından 1947’ye kadar, otuz yıl boyunca, emperyalizm karşıtı bir kabarmayla sarsıldı.
Ancak, Lev Troçki’nin ve Dördüncü Enternasyonal’in önceden uyarmış olduğu gibi, emperyalizmin gölgesinde gelişen sömürge burjuvazisi, Güney Asya emekçilerinin devrimci seferberliğine düşmandı.
Kendi mülkiyetleri için dehşete kapılan ve işçi sınıfının giderek artan militanlığından korkan Hindistan’ın, Pakistan’ın ve Sri Lanka’nın yeni yeni gelişen rakip burjuvazileri, 1947-48’de, Britanya’nın sömürgecilik aygıtının denetimini miras aldıkları ve Güney Asya’nın topluluksal ve etnik temelde bölünmesine suç ortaklığı yaptıkları bir güç aktarımı anlaşması yaptılar. Yalnızca demokratik devrimin, büyük toprak mülkiyetini ve kast sistemini kapsayan yakıcı sorunlarının hiçbiri çözülmemekle kalmadı; akılcı ekonomik gelişmeye ket vuran, toplulukçuluğu yücelten, Hindistan ve Pakistan devletleri arasında gerici bir askeri stratejik rekabeti körükleyen ve emperyalizme egemenliğini uygulaması için bir düzenek işlevi gören gerici bir devlet yapısı dayatıldı.
Yetmiş yıl sonra, Güney Asya, jeopolitik ve toplumsal bir barut fıçısıdır.
DEUK’un önceki 1 Mayıs toplantılarında, Güney Asya’nın ve Hint Okyanusu bölgesinin emperyalist ve büyük güç çatışması girdabına çekildiği uyarısında bulunmuştuk. Bundan, en çok ABD emperyalizmi sorumludur. O, geçtiğimiz 17 yıldır Afganistan’da acımasız bir yeni sömürgeci savaş sürdürüyor ve Çin’e yönelik pervasız askeri stratejik saldırganlığında Hindistan’dan yararlanmak için elinden geleni yapıyor. Washington, bu süreçte, geleneksel bölgesel müttefiki Pakistan ile ilişkileri, Güney Asya’nın nükleer silahlı rakip devletleri arasındaki bölgesel “dehşet dengesi”ni altüst edecek şekilde, çarpıcı biçimde geriletti.
Pakistan ile Çin’in birbirine yardımcı olmasından kaygı duyan Hint burjuvazisi, kendi yağmacı büyük güç emellerini gerçekleştirmek için, Washington’ın ABD emperyalizminin bir valiliği işlevi görme teklifini istekle kabul etmiş durumda.
Bu süreç, Narendra Modi ve onun Hindu üstünlükçüsü BJP partisi yönetimi altında, bölge ve dünya için en uğursuz sonuçlarıyla birlikte hız kazanmıştır. Hindistan, geçtiğimiz iki yılda iki kez (ilki 2016 sonbaharında Pakistan’la ve ardından geçtiğimiz yaz Çin’le), hızla topyekün bir savaşa ve potansiyel olarak ABD’yi ve diğer büyük güçleri kapsayan bir çatışmaya dönüşebilecek bir sınır savaşının eşiğine geldi.
Güney Asya her zamankinden daha fazla küresel kapitalist üretim zincirleri ağına düşerken, Batılı şirket medyasında bölgenin ekonomik dönüşümüne ilişkin çok şey söylendi. Gerçekte, kapitalist gelişmenin meyvelerini, küçük bir kapitalist seçkinler grubu ve onların siyasi yandaşları toplamıştır. Kitleler için, yoksulluk, ekonomik güvencesizlik ve sefalet hüküm sürmektedir.
Bangladeş’te, çoğu ayda 65 dolardan az kazanan dört milyon hazır giyim işçisi, haftada altı, hatta yedi gün, çalışma şartları son derece kötü işyerlerinde köle gibi çalışıyor. Modi, yabancı yatırımcıları çekmeyi amaçlayan “Hindistan’da Üret” kampanyasının parçası olarak, Hindistan’daki sanayi işçilerinin ücretlerinin Çin’dekilerin dörtte birinden fazla olmamasıyla övünüyor.
1990’ların ortalarından beri, Hindistanlı milyarderlerin sayısı ikiden 100’ün üstüne çıkarak 50 kat artmış ve tepedeki yüzde 1’in el koyduğu gelir payı yüzde 23’e yükselmiş durumda.
Ancak işçi sınıfı sadece bir sömürü nesnesi değildir. Küresel ölçekte birbirine bağlanmış sektörlerde çalışan Güney Asya’daki on milyonlarca işçi ve geniş kitleler arasında, artan bir toplumsal muhalefet söz konusu.
Son aylarda, Hindistan’da, başkaları arasında Tamil Nadu otobüs şoförlerini ve öğretmenlerini, kuzey Hindistan kırsalındaki sağlık işçilerini, 1,5 milyon Uber ve Ola şoförünü kapsayan bir grev dalgasına ve balıkçıların, köylülerin ve Dalitlerin büyük protestolarına tanık olundu.
Hindistan’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı M.K. Narayanan, bu hafta yayınlanan kaygılı bir makalede, hükümeti ve onun siyaset seçkinleri içindeki sözde muhaliflerini, toplumsal hoşnutsuzluğu etkisiz hale getirmek ve gerekirse bastırmak için “ileriye dönük adımlar” atmaya çağırdı. Narayanan, şunları yazdı: “Ülke içindeki durum, güven verici olmaktan çok uzak görünüyor. … Protestoların ve ajitasyonların kendi başlarına bir canlılığı vardır ve onların potansiyelinin küçümsenmesi büyük üzüntüye yol açabilir. Bu yüzden, ulusun önderlerinin eski Çin atasözüne kulak asmaları yararlı olabilir: ‘kuleye doğru sertçe esen rüzgar, dağda yükselen bir fırtınanın habercisidir.’”
Benzer şekilde, Sri Lanka’da, işçiler, öğrenciler, kır ve kent yoksulları Sirisena-Wickremasinghe koalisyon hükümetinin uygulamakta olduğu, IMF’nin dayattığı acımasız kemer sıkma önlemlerine başkaldırıyorlar.
Sınıf mücadelesinin bu yeniden canlanması, burjuvaziye ve onun savaş ve gericilik gündemine karşı mücadelenin hangi nesnel güce dayanması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.
Büyük sorun, bu hareketi devrimci sosyalist bir perspektif, program ve önderlik ile siyasi olarak donatmaktır.
İşçi sınıfının bağımsız bir siyasi güç olarak seferberliği, sözde sol düzen partilerine, sendika aygıtlarına ve onların sahte sol müttefiklerine karşı amansız bir mücadeleyi gerektirmektedir.
Hindistan’da, BJP ile mücadele adına, Hindistan burjuvazisinin geleneksel partisi olan ve onun Hindistan’ı küresel sermaye için bir ucuz emek cenneti haline getirme ve ABD emperyalizmi ile “küresel stratejik ortaklık” kurma yöneliminin başını çekmiş olan Kongre Partisi ile ittifak kurmaya hazır olduğunu ilan eden Stalinistler, sınıf mücadelesinin yoğunlaşmasına, işçi sınıfını burjuvaziye tabi kılma çabalarını ikiye katlayarak tepki veriyorlar.
Stalinistlerin işçi sınıfının mücadelelerine ve arayışına yönelik yaklaşımı, onların, düzmece cinayet suçlamalarıyla ömür boyu hapse mahkum edilen 13 Maruti Suzuki işçisini tamamen terk etmeleriyle örneklenmektedir. Hindistan’daki işverenler, işçileri, düzenli olarak, “bir Maruti Suzuki”yle; yani, yoksulluk ücretlerine ve acımasız çalışma koşullarına yönelik bir meydan okumayı polis, mahkemeler ve siyaset kurumu ile birlikte vahşice bastırmakla tehdit ediyorlar. Ancak Stalinistler, işverenler ve Kongre Partisi ile sıcak ilişkilerinin bozulacağı korkusuyla, hapse atılan Maruti Suzuki işçilerine cüzzamlı muamelesi yapıyor, onların durumlarına ve mücadelelerine ilişkin her türlü ifadeyi sansürlüyorlar.
Sri Lanka’da, sahte solun rolü hiç de daha az zararlı değildir. Onlar, Washington’ın Çin’e çok yakın görülen sağcı bir devlet başkanından kurtulmak için üç buçuk yıl önce düzenlediği bir “yönetim değişikliği” operasyonunu, “ortak muhalefet”i demokratik bir alternatif olarak alkışlayarak desteklediler. Şimdi de, iktidara gelmesine yardım ettikleri kemer sıkma ve emperyalizm yanlısı hükümete karşı patlayan kitlesel mücadeleleri yalıtmak ve boğmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Onlar, her şeyden çok, işçi sınıfının toplumsal krize kendi sosyalist çözümünü ileri süren ve ezilen emekçileri bir işçi hükümeti uğruna mücadelede kendi arkasında toplayan bağımsız bir siyasi güç oluşturmasını engellemeye çalışıyorlar.
DEUK, bu 1 Mayıs toplantısında, tüm dünyadaki işçileri, Maruti Suzuki’deki sınıf savaşı tutuklularının özgürlüğünü kazanma kampanyasını yoğunlaştırmaya çağırır.
İşçileri ve gençleri, emperyalist savaşa ve tüm sıkıntıların ve savaşın kaynağı olan kapitalizme karşı dünya işçi sınıfının önderliğindeki bir hareketin parçası olarak, Güney Asya’nın gerici devlet sınırlarının ötesinde bir savaş karşıtı hareketin inşasında bize katılmaya çağırıyoruz.
Son ve en az bunlar kadar önemlisi; bugün bizi dinleyen herkesi DEUK’a katılmaya çağırıyorum. İşçiler tüm dünyada özünde aynı sorunlarla ve aynı düşmanla karşı karşıyalar ve giderek artan şekilde, kemer sıkmaya ve savaşa karşı devlet sınırlarının ve kıtaların ötesine taşan mücadelelere girecekler. Ancak işçi sınıfının nesnel birliğinin, Sosyalist Devrimin Dünya Partisi’nin inşasında bilinçli ifadesini bulması gerekiyor. Bu parti, DEUK’tur.
7 Mayıs 2018