Marksizm ve sahte sol: David North’un Leipzig Kitap Fuarı’ndaki röportajı

Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin Uluslararası Yayın Kurulu başkanı David North, 18 Mart’ta, Almanya’nın Leipzig kentindeki Kitap Fuarı’nda, Frankfurt Okulu, Postmodernizm ve Sahte Solun Politikası: Marksist Bir Eleştiri adlı kitabının Almanca baskısını tanıttı. North’un sunumunun ardından, Schattenblick gazetesinden bir muhabir onunla röportaj yaptı. Röportaj 29 Mart’ta yayınlandı ve çevrimiçi olarak Schattenblick web sitesine kondu. Röportajın Almanca’dan çevirisini, Schattenblick’in izniyle aşağıda yayımlıyoruz.

*

Schattenblick: Leipzig Kitap Fuarı’na gelen ve sol politika hakkında gerçek bir fikre sahip olmayan ortalama ziyaretçiye, gerçek sol ile sahte sol arasındaki farkı nasıl açıklarsınız?

David North: “Sahte sol”un kısa ama öz bir tanımını kitabımda vermiştim: “Sahte sol, orta sınıfın ayrıcalıklı ve hali vakti yerinde kesimlerinin sosyo-ekonomik çıkarlarını ilerletmek için popülist sloganlar ve demokratik söylemler kullanan siyasi partileri, örgütleri ve teorik/ideolojik eğilimleri ifade etmektedir.”

David North Leipzig Kitap Fuarı’nda Frankfurt Okulu, Postmodernizm ve Sahte Solun Politikası: Marksist Bir Eleştiri’yi sunuyor

Açıklamaya çalıştığım şey, sahte solun, kimlik politikalarının çeşitli biçimleriyle orta sınıfın hali vakti yerinde kesimlerini temsil ettiği. Onların ırk, milliyet, cinsel yönelim ve cinsiyet üzerine yoğunlaşmaları, özünde, nüfusun en zengin yüzde 10’u içindeki çatışmalarla ilişkilidir. Bu ayrıcalıklı tabaka içinde bile, servetin eşitsiz dağılımı söz konusu. Toplumun bu hali vakti yerinde kesimi içinde de, servetin en büyük kısmının en zengin yüzde 1’e gitmesiyle ilgili azımsanmayacak bir hoşnutsuzluk var.

Bu, bizim Amerika Birleşik Devletleri’nde “pozitif ayrımcılık” dediğimiz şey dahil olmak üzere, kimlik politikasının yükseltilmesine yol açmış durumda. Kotalar, işlerin belli bir yüzdesinin belirlenmiş azınlıklar için ayrılması ve hatta, en uç durumlarda, o azınlığın ve kadın öğrencilerin yalnızca kendi cinsiyetlerinden ve ırklarından profesörler tarafından eğitilmesi talepleri yükseltiliyor. Bu tür talepler, servetin toplumdaki en varlıklı tabaka içinde daha tatmin edici bir bölüşümünü güvence altına almayı amaçlamaktadır. Sözde sol örgütlerin bu taleplerin peşinde koşmasının, işçi sınıfı mücadelesi ile hiçbir ilgisi yoktur. Sahte solun rolü anlaşılmış değildir ve birçok kişinin, Syriza’nın Yunanistan’da iktidara gelmesinin ve neredeyse hemen bütün önceki taleplerini ve sözlerini inkar etmeye başlamasının ardından şok olmasının nedeni budur.

Dün, bana, Junge Welt’in [Almanya’daki Sol Parti’nin gazetesi] bir sayısı verildi. Bu yayının büyük ölçüde kişisel cinsel yönelim ile ilgili konulara ayrılmış olduğu gerçeğiyle karşılaştım. Bu, Junge Welt’in, Almanya’nın hızla yeniden askerileşmeye doğru ilerlediği sıradaki odak noktasıdır. Kitabın tanıtımı sırasında az önce açıkladığım gibi, Almanya dünya gücü olma uğruna yeni bir yönelime girmiştir. Sol bir gazetenin üzerine odaklanması gereken konu bu değil mi? Neden Almanya’da hiçbir kayda değer savaş karşıtı gösteri yok? Neden savaşa karşı hiçbir örgütlü muhalefet bulunmuyor?

Almanya’daki partimiz, sağcı unsurların Berlin Humboldt Üniversitesi fakültesindeki varlığı konusunda ciddi bir mücadeleye girmiş durumda. Hareketimiz dışında, Profesör Jörg Baberowski gibi insanlara yönelik neredeyse hiçbir açık muhalefet bulunmuyor. Hatta o, Sol Parti tarafından savunuldu. [1]

Sahte soldan söz edildiğinde, emperyalizmin, insan haklarını bir bahane olarak kullanarak yeni-sömürgeci askeri müdahaleleri meşrulaştıran ve destekleyen müttefiklerinden bahsedilmektedir. Bu, terimin, Marx, Engels, Lenin, Troçki, Kautsky, Luxemburg, Liebknecht, Mehring ve devrimci tarihteki pek çok diğer önemli kişi tarafından anlaşıldığı haliyle sol politika ile hiçbir ilgisi olmayan bir “sol”dur.

SB: Almanya’da, örneğin nükleer enerji santrallerine ve kömür kullanımına karşı protesto gerçekleştiren aktivist hareketleri var. Onlar, mevcut koşullara yönelik muhalefetlerini dile getirmek için kendilerini ağaçlara ya da tren raylarına zincirleme gibi eylemler düzenliyorlar. Bununla beraber, onların birçoğu komünizmi reddediyor. Toplumsal çelişkilere duyarlı ve onların üstesinden gelmek için bir şeyler yapmak isteyen bu insanlara nasıl ulaşılabilir?

DN: Sözünü ettiğiniz sorunlar üzerine protestoda bulunan çoğu insanın samimiyetinden şüphem yok. Hiç kimseye kişisel nedenlerle saldırmıyorum. Ama siyasi eğilimleri dikkatle incelememiz ve onların nesnel toplumsal içeriğini araştırmamız gerekir. Çevresel sorunlar ile ilgili protestoların, meşruluklarına rağmen, ister istemez, açıkça belirlenmiş bir sınıf karakteri bulunmuyor. Özellikle Almanya’da, Georg Lukács’ın oldukça isabetli bir şekilde “romantik kapitalizm karşıtlığı” olarak tanımladığı şeyin farklı biçimlerinin uzun bir geleneği var. [2]

Kapitalist ortamın bireysel yaşam biçimini ve kaygıları etkilediği düşüncesi ile harekete geçirilen bireysel kapitalizm karşıtlığı, toplumsal olarak temelsizdir. Bu yönelimin iyi bilinen bir temsilcisi, anti-Marksist bir kapitalizm karşıtı olan Gustav Landauer idi. [3] O, özellikle, sosyalist politikanın, öncü ve belirleyici devrimci güç olarak işçi sınıfının seferberliği ile birleşmesine karşı çıkıyordu.

Sorunuzda tanımladığınız şey, bana anarşizan bir küçük-burjuva hareketini anımsatıyor. Biz, Amerika Birleşik Devletleri’nde buna benzer bir şeye, Wall Street’i İşgal Et hareketi ile tanık olmuştuk. Peki, o [hareket]  ne başardı? Hiçbir şey! Birçok radikal eğilimin bakış açısına derinden kök salmış üstesinden gelinmesi gereken sorunlar arasında, işçi sınıfına uzaklık ve güvensizlik de var.

Herbert Marcuse’un etkisinin ideolojik sonuçlarından biri, pek çok radikale işçi sınıfına yönelik derin bir düşmanlığın bulaşmasıydı. [4] Marcuse, defalarca, işçi sınıfının, özellikle ABD’de gerici bir güç olduğunu ve bu işçilerin özünde faşizan olduğunu vurguladı. O, işçi sınıfı konusunda kesinlikle bir şey bilmiyordu. Ancak işçi sınıfı karşıtı bu önyargılar, bugüne kadar güçlü kalmıştır.

Bana, Donald Trump’ın ABD’deki ön seçimlerde beyaz işçiler arasında neden destek bulduğu soruldu. Bu bir durum, ama aynı işçilerin Kasım’da ya Donald Trump’a ya da Bernie Sanders’a oy vereceklerini söylediklerini duymak hiç de olağandışı değil. Bu, onların, mevcut sisteme bir alternatif aradıkları anlamına gelmektedir. Sözünü ettiğim küçük-burjuva sahte solun işçi sınıfına söyleyecek kesinlikle hiçbir şeyi yoktur.

SB: Sınıf bilinçli işçiler var mı?

DN: Öncelikle, bir işçi sınıfı var ve o, ezilen bir sınıf. Bizler, Marksizmin klasiklerine dönmeliyiz. Marksist aydınların büyük temsilcileri, Marx ile Engels’ten başlayarak, işçi sınıfı içinde sosyalist bilincin gelişmesi için çalıştılar. Onlar, işçi sınıfının, sosyalist devrimin temel nesnel gücünü oluşturduğunu anlamıştı. Bununla birlikte, söylediğim gibi, işçi sınıfı ezilmiştir ve sosyalist teoriyi kendiliğinden geliştiremez. Bu, ciddi mücadeleler boyunca geliştirilecektir.

Çağımızın güçlükleri, sizin sorunuzda ifadesini buluyor: Bir işçi sınıfı var mı? Amerika Birleşik Devletleri’nde “işçi sınıfı” kavramının reddedildiğini belirtmeye değer. Hiçbir politikacı bu kavramı kullanmaz ve buna, Bernie Sanders dahildir. O, yalnızca, “orta sınıf”tan söz ediyor. Diğer bir ifadeyle, işçi sınıfının varlığı, başka hiçbir yerde, dünyadaki en büyük işçi sınıfı nüfuslarından birine sahip bu ülkede olduğu kadar büyük bir gayretle inkar edilmemiştir!

Bu, bizi, Avrupa’daki işçi sınıfının geçmişteki yenilgilerinin aydınların moral çöküşü üzerindeki etkisi sorununa geri getiriyor. Marcuse’un dahil olduğu Frankfurt Okulu’nun görüşleri, onları işçi sınıfını reddetmeye götüren derin bir siyasi karamsarlığı ifade ediyordu. Ancak geçmişteki yenilgiler, işçi sınıfının ‘devrimci olmayan’ karakterini kanıtlamıyordu. Yenilgilerin nedenlerini incelemek gerekiyordu. Fakat Marcuse, Komünist partilerin rolünü hiçbir zaman incelemedi. O, hiçbir zaman, Stalinizmin siyasi bir eleştirisini geliştirmedi.

SB: Marcuse’un Amerikan istihbarat örgütleri ile birlikte çalıştığı doğru değil mi? [5]

DN: Evet. Bu, onun kötümserliğinin bir ifadesiydi.

SB: Burada, Leipzig Kitap Fuarı’nda yazın (literatür) ile ilgileniliyor. Troçkizmin bakış açısı içinde, kültürün rolü nedir?

DN: Ben, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin (WSWS) yayın kurulu başkanıyım. WSWS, kültüre ilişkin konulara çok büyük önem veriyor. Gördüğümüz üzere, siyasi kriz, örneğin çağdaş sinemanın son derece geri düzeyinde olduğu gibi, kültür dünyasına da yansımış durumda.

Dünya Sosyalist Web Sitesi, daha bugün, Jonathan Franzen’in Purity’si hakkında bir inceleme yayınladı. Oldukça kötü bir roman. Siyasetin ve kültürün sorunları birbirine bağlıdır. Bizler, gerçek bir devrimci gerçekçiliğin geri döndüğünü görmek istiyoruz ve o, -her zaman açıklamak gerektiği üzere- “Sosyalist Gerçekçilik” veya Stalinist gerçekçilik değildir. Tersine, bizim gerçekçilik anlayışımız, toplumda ve politikada yansıtıldığı gibi, zamanımızın sorunları ile ilgilenen bir gerçekliktir. Bu, film ve her sanat dalı için son derece önemlidir.

SB: Demokratik Parti’nin başkan adaylığına soyunan Bernie Sanders’a değindiniz. Sosyal Sorumluluk İçin Fizikçiler’in iki kurucusundan biri ve eski başkanı olan ve onlarca yıldır nükleer silahsızlanma kampanyası yürüten Helen Caldicott, Sanders’in, kaybetse bile, Amerikan gençliği içinde bir devrimci potansiyeli serbest bıraktığını; Amerika Birleşik Devletleri’nin, seçimden sonra asla öncesinde olduğu gibi olmayacağını söyledi. Bu değerlendirmeye katılıyor musunuz?

DN: Bu durumu Sanders yaratmadı ve niyeti bunu yapmak da değildi. O, eski bir radikalden başka bir şey değil ve sol Demokratlar ile çok sayıda bağa sahip. Onlar, benim “Amerikan politikasının Leydi Macbeth’i” olarak adlandırdığım Hillary Clinton’a yönelik büyük hoşnutsuzluk olduğunu çok iyi biliyorlardı. Sanders, Demokratik Parti’nin solunda bağımsız bir siyasi hareketin ortaya çıkma olasılığından rahatsızlığını itiraf etmişti. Onun siyasi bir yıldırımsavar işlevi görmeyi önermesinin nedeni budur. Onun amacı, bu hoşnutsuzluğu kabul edilebilir kanallar içinde tutmaktı ve halktan gelen karşılık onu tamamen sersemletti. O, işçiler arasında destek bulacağını kesinlikle beklemiyordu. Bu olasılığı hiç kimse önceden görmedi. Ama ben bir sosyalist olarak, sıklıkla şunu söyleyen işçilerle karşılaşıyorum: “Evet, sizin adamınıza oy vereceğim. Onunlayım.” Onlar gerçekten, onun [Sanders’in] partinin üyesi olduğunu düşünüyorlar.

O, kuşkusuz böyle biri değil. Ama giderek daha fazla insanın gerçek sosyalizmin ne olduğunu öğrenmek ile ilgileneceğine inanıyorum. Amerikalı işçiler devrim düşüncesinden korkmuyorlar. Ondan korkan orta sınıftır. Ancak işçiler, bizim ABD’de “Asıl olan” diye adlandırdığımız şeyi isteyecekler. Bunun ortaya çıkmaması durumunda, elbette, Trump gibi bir şarlatanın iktidara gelmesi tehlikesi söz konusu. Ancak ne o [Trump] ne de Sanders dahil olmak üzere diğer adaylar, gerçekten işçi sınıfına sesleniyor.

Ben, insanların siyaset hakkında ciddi olarak düşünmeye başladığı kanısındayım. Ayrıca, faşizmin Amerika Birleşik Devletleri’nde öyle kolay kolay iktidara gelemeyeceği konusunda bana inanabilirsiniz. Bir Amerikan Hitler’i için iktidarı almak o kadar kolay olmayacak.

Sekiz yıl önce, birçok kişi, tüm Amerikalı işçilerin ırkçı olduğunu ileri sürüyordu. Oysa milyonlarca beyaz işçi, kendi çıkarlarını savunacak diye, Afrika kökenli bir Amerikalıya oy vermeye hazırdı ve onlar Barack Obama’ya oy verdiler. Bununla birlikte, onlar, Obama tarafından bütünüyle hayal kırıklığına uğratıldılar. Obama onlar için hiçbir şey yapmadı. O, durmadan daha fazla sağa kaydı. İnsansız hava aracı savaşını tırmandırdı. Onların sağlık hizmetlerinin altını oydu. Ama sahte sol Obama’yı destekliyor.

SB: Polis cinayetinin sonucu olarak ortaya çıkan Siyah protesto hareketi ile sol güçler arasında bir ittifak düşünebilir misiniz? Belki Kara Panter hareketine benzer bir şey?

DN: Irkçılık elbette var ama bu, özünde, bir sınıf meselesidir. Polis tarafından öldürülen çok sayıda beyaz genç var. “Siyah Yaşamlar Önemlidir” diye ilan edildiğinde, birisi, “Tüm yaşamlar önemlidir” diye karşılık verince, o zaman ırkçı olmakla suçlanıyor. Ama bu doğru değil. Polis vahşeti sınıfsal bir sorundur. Bizler, ırkçılığın var olduğunu yadsımıyoruz. Irkçılığın nesnel temelleri neler? Irkçılık, işçi sınıfını bölmeye hizmet etmektedir. Irkçılığın amacı, daima bu olmuştur. Almanya’daki Musevi karşıtlığının amacı neydi? O, sosyalizme karşı bir silahtı. Hitler’in ilk biyografilerinden birinde, Alman yazar Konrad Heiden, Hitler’in Musevilerden banker Rothschild nedeniyle değil ama sosyalist Karl Marx’tan dolayı nefret ettiğini açıklıyordu. Musevi karşıtlığı sınıfsal bir sorundu.

SB: Birçok sığınmacı Avrupa’ya girmeye çalışıyor. Avrupa Birliği ne yapmalı?

DN: Bu işçi sınıfının çözmesi gereken bir sorun. AB, sığınmacılar için hiç bir şey yapmayacak. O, Avrupa Kalesi yaratıyor. Yapılması gereken ilk şey, AB’nin ve ABD’nin sorumlusu olduğu savaşlara son vermektir. Onlar, Irak’ı, sonra Libya’yı ve şimdi de Suriye’yi mahvettiler. Tüm bu savaşları onlar başlattı. Neden Suriye’den yüz binlerce sığınmacı var? Çünkü orada, rejim değişikliği uğruna başlatılmış bir savaş var. O, bir devrim değildi.

  1. Dünya Savaşı konulu konferanslar verdiğimde, genellikle öğrencilere şunu sorarım: Nürnberg Duruşması’nda Nazi suçlulara yönelik iddianamedeki ilk madde neydi? Çoğu insan, Nazilerin Musevileri öldürdükleri için duruşmaya getirildikleri yanıtını verir. Bu, gerçekten doğru değildir. Nazilere yönelik birinci suçlama, onların “barışa karşı suçlar” işlemiş olmalarıydı. Yani, onlar, savaşı, siyasi amaçlara ulaşmanın bir aracı olarak kullanmışlardı. Bush bunu yaptı. Clinton bunu yaptı. Obama bunu yaptı. Onların hepsi savaş suçlusudur ve sığınmacı krizinin sorumlularıdır.

Söylediğim gibi, ilk iş, savaşları durdurmaktır. Dahası, herkes dilediği yerde yaşama hakkına sahip olmalıdır. Tüm sığınmacıların bakımı sağlanmalı ve onlar için kabul edilebilir yaşam koşulları güvence altına alınmalıdır. Kişisel serveti 10 milyon dolardan fazla olan herkese yüzde 80’lik bir ek vergi konulması, bunun için ve diğer sosyal sorunlar için gerekli fonu sağlayacaktır.

SB: Bay North, bu görüşme için teşekkür ederiz.

*

Son Notlar:

[1] Berlin Humboldt Üniversitesi’ndeki Doğu Avrupa araştırmaları bölümünün başkanı olan Jörg Baberowski, Adolf Hitler ile Nazi rejiminin en kötü şöhretli akademik savunucusu olan Ernst Nolte’un en öne çıkan savunucusudur. Baberowski, Şubat 2014’te, Almanya’nın yüksek tirajlı haber dergisi Der Spiegel ile bir röportajda şunu belirtmişti: “Hitler kötü niyetli değildi. O, masasında, insanların Musevilerin ortadan kaldırılması hakkında konuşmasını istemiyordu.”

[2] Georg Lukács (1885-1971), Macaristanlı bir sosyalist ve felsefeci idi.

[3] Gustav Landauer (1871-1919), 1890’larda Almanya Sosyal Demokrat Partisi ile ilişkisini kesti ve anarşist hareket içinde önemli kişiliklerden biri olarak ortaya çıktı.

[4] Herbert Marcuse (1898-1979), Frankfurt Okulu’nun önde gelen temsilcilerinden biriydi. Marcuse, Nazilerden kaçmasının ardından, bir üniversite profesörü olduğu ve Tek Boyutlu İnsan kitabı dahil olmak üzere, 1960’lar öğrenci hareketini etkileyen çeşitli kitaplar yazdığı Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti.

[5] Marcuse, iyi bilindiği üzere, II. Dünya Savaşı sırasında, CIA’in önceli olan OSS için çalışmıştı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir