Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin Cumartesi günü Suudi devlet medyası üzerinden duyurulan istifası, ABD’nin, Suudi Arabistan’ın ve İsrail’in İran ile askeri çatışma hazırlıklarının daha da tırmanmasına işaret etmektedir.
2016’da ikinci kez başbakan olan (daha önce 2009-2011 yılları arasında başbakandı) ve Sünni Gelecek Hareketi partisinin başında bulunan Hariri, İran destekli ve Şiilerin baskın olduğu Hizbullah hareketinin önemli rol oynadığı bir sözde ulusal birlik hükümetine başkanlık ediyordu.
Hariri, Suudi Al-Arabiya televizyonunda okuduğu istifa konuşmasında, Suudi monarşisininkini yineleyen bir söylemle, hem Hizbullah’ı hem de İran’ı şiddetle suçladı. O, “İran’ın olduğu her yerde çekişmeler ve savaş görüyoruz.” iddasında bulundu ve ekledi: “Bölgemizde zarar veren bütün elleri keseceğiz.”
Hariri, “Ben, çok açık bir şekilde, nerede olursa olsun yıkım ve çatışma yayan İran’a işaret ediyorum ve onun, Arap ülkelerinin, Lübnan’ın, Suriye’nin, Bahreyn’in ve Yemen’in iç işlerine müdahalelerine tanıklık ediyorum.” dedi.
Hariri’nin ani ve beklenmedik istifası, Riyad’ın, bir düzineye yakın Suudi prensinin ve onlarca bakanın ve eski bakanın yolsuzluk suçlamalarıyla hızla tutuklanmasıyla sarsıldığı gün gerçekleşti. Tutuklanıp bir Suudi hapishanesi yerine Ritz-Carlton Oteli’nde alıkonulanlar arasında, eski Kral Abdullah’ın oğlu ve Ulusal Muhafız’ın başındaki Prens Mutaib bin Abdullah da bulunuyor. Kendisinin Kingdom Holding şirketi ABD’de ve Avrupa’da büyük çıkarlara sahip olan milyarder Prens El Velid bin Talal da tutuklananlar arasında.
Tutuklamalar için uygun bir bahane sağlayan yolsuzluk, Suudi monarşi sisteminde yaygındır. Bundaki asıl amaç, “yolsuzlukla mücadele” operasyonuna önderlik eden Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın gücünü pekiştirmek ve onun tahta geçmesini sağlama almaktır.
Bununla birlikte, tutuklamalar, Hariri’nin istifası ile doğrudan ilişkili de olabilir. Suudi kraliyet ailesi, son aylarda, bin Salman’ın sıkıca özdeşleştiği Yemen’deki ABD destekli uzun ve kanlı savaş konusundaki bölünmelerle karışmış durumdaydı. Tutuklamalar, hem savaş hem de Riyad’ın Washington ve Tel Aviv ile ittifak içinde yürütülen İran karşıtı kampanyasının sürmekte olan tırmanması ile ilgili her türlü muhalefeti bastırmayı amaçlıyor olabilir.
Hariri’nin istifasının Suudi yönetiminin emri ve doğrudan işbirliği ile gerçekleştiği yönünde her türlü belirti var.
Geçtiğimiz Pazar günü Hizbullah’ın Basra Körfezi monarşisine yönelik “savaş”ı konusundaki “sessizliği” nedeniyle Hariri hükümetini açıkça azarlamış olan Suudi Arabistan’ın Basra Körfezi İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Tamer el Sabhan, söz konusu olayda önemli bir rol oynadı. O, Hizbullah’a “güç yoluyla karşı konulması”nı talep etmiş ve eklemişti: “Onunla siyasi ve ekonomik olarak ya da medya üzerinden birlikte çalışan ve işbirliği yapan herkes, cezalandırılmalı.” Bu, açıkça Hariri’yi de kapsayacak bir sınıflandırmaydı.
Hizbullah, CIA ile işbirliği içinde çalışan Riyad ve Körfez’deki diğer Sünni petrol şeyhlikleri tarafından sağlanan milyarlarca dolarlık silah ve para yardımı ile Suriye’yi enkaz haline getirmiş olan El Kaide bağlantılı İslamcı “asiler”in yenilgiye uğratılmasında Beşar Esad hükümetine yardım ederek oynadığı rol nedeniyle Suudi yönetiminin giderek artan öfkesini çekiyordu.
İsrail’in 1982’de Lübnan’ı istila etmesine yanıt olarak ortaya çıkan Şii tabanlı hareket, 1983’te ABD Deniz Piyadeleri’nin Beyrut’taki kışlasını bombalayarak ABD’nin Lübnan’dan çıkarılmasını başarmış ve 2000 yılında İsrail’i Lübnan’ın güneyindeki işgalini sona erdirmeye zorlamıştı. Örgüt, 2006’da da, bir aylık bir savaşta tükenene kadar İsrail ordusu ile savaşmıştı.
Hizbullah Lübnanlı Şii kapitalistlerin ve tüccarların çıkarlarını savunan burjuva bir hareket olmakla birlikte, İsrail’e karşı direnişi ve “ezilenler”e yönelik popülist söylemleriyle, Şii tabanının ötesinde destek kazanmıştı.
Hariri, Sabhan’ın onu açıkça Hizbullah ile işbirliği yapmakla suçlamasından iki gün sonra, ailesinin milyarlarca dolarlık inşaat firmasının bulunduğu Suudi Arabistan’a kaçtı. Hariri, Lübnan ve Suudi Arabistan yurttaşı.
Sabhan, Twitter’dan, “Lübnan’ın esenliği ile ilgili birçok konu”yu tartıştıklarını ve “Allah’ın izniyle, daha iyi şeyler olacağı”nı belirtirken, Hariri, yine Twitter’da, “sevgili dostum Sabhan ile uzatılmış bir toplantı” yaptığını haber veriyordu.
Bunun ardından, elbette, Hariri’nin, Lübnan’ın mezhep temelli hassas siyasi sistemini krize sokacak ve ülkeyi bir kez daha iç savaşa sürükleme olasılığını gündeme getirecek şekilde istifa etmesi gelecekti.
Hariri, istifasını ve Suudi başkentinde bulunmasını açıklarken, Lübnan’da hayatına yönelik tehditler olduğunu ve babasının 2005’te öldürüldüğü bir ortama geri dönmekten korktuğunu iddia etti. Lübnan başbakanına yönelik acemice yapılmış bir suikast girişiminin gerçekleştiğini iddia eden Suudi medyası, bu konuyu ayrıntılı olarak işledi. Lübnan güvenlik güçleri, bu tür bir girişimin ya da bir komplounun varlığını şiddetle reddettiler. Lübnan Devlet Başkanı Michel Aoun, Hariri’nin istifasını Beyrut’a dönene kadar kabul etmeyeceğini söyledi.
Hariri, Hizbullah’a uzun süre sert biçimde karşı çıkmış ve onu, Lübnan’ın eski başbakanı olan babası Refik Hariri’ye 2005’te suikast düzenlemekle suçlamış olsa da, Hizbullah’ın müttefiki Aoun’un devlet başkanı seçilmesini desteklemiş ve Şii tabanlı güçlü hareket ile bir hükümet kurmak üzere atanmayı kabul etmişti. Bu, Lübnan’ın uzun süreli siyasi çıkmazında bir kırılma olarak görülmüştü. Hariri, ayrıca, daha önce, Hizbullah’ı, El Kaide bağlantılı milisleri Suriye-Lübnan sınırından atmaktaki rolü nedeniyle övmüştü.
Değişen şey, Washington’ın hem Suudi Arabistan hem de İsrail ile ittifak içinde İran’a karşı yürüttüğü kampanyayı yoğunlaştırmış olmasıdır. Trump yönetimi, kendisini Tahran ile savaş yoluna sokacak şekilde, İran nükleer anlaşmasını altüst etme istekliliğinin işaretini vermiş; ABD Kongresi, geçtiğimiz ay, Hizbullah’a karşı yetkililerinden ikisinin başına milyonlarca dolarlık para ödülü konulması dahil bir dizi yeni yaptırımı yasalaştırmıştı.
1975’ten 1989’a kadar ülkeyi tüketmiş olan bir iç savaş yaşayan Lübnan, ABD emperyalizminin, petrol zengini Ortadoğu üzerinde egemenlik kurmasının önündeki bir engel olarak İran’ı ortadan kaldırma yöneliminde bir savaş alanına dönüştürülme tehlikesi ile karşı karşıya. ABD yönetimi, bu amaçla, Lübnan için potansiyel olarak yıkıcı sonuçlarıyla birlikte, Sünni ve Şii Müslümanlar arasındaki mezhepsel gerilimleri kasten körüklemeye çalışıyor.
İsrail yönetimi, Hariri’nin adımlarından duyduğu sevinci gizlemeye kalkışmadı. Başbakan Benjamin Netanyahu, Lübnan başbakanının istifasını ve Riyad’daki açıklamalarını, “İran’ın saldırganlığına karşı harekete geçmesi için uluslararası topluma yapılmış bir uyarı” olarak kutladı.
Ülkenin eşkıya gibi Savunma Bakanı Avigdor Liberman, Twitter’da şunları yazdı: “Lübnan=Hizbullah. Hizbullah=İran. Lübnan=İran. İran, dünya için tehlikelidir. Saad Hariri bugün bunu kanıtladı. Nokta.”
“Şimdi, Hariri, İsrail’e, kuzeyde bir savaşın patlaması durumunda yalnızca Hizbullah’a değil, İran’a ve Lübnan’a karşı topyekün ve uzlaşmaz bir harekat için daha fazla meşruiyet kazandırmış görünüyor.” diye yazan Jerusalem Post, daha da açık sözlüydü.
Gazete, savaşın başlaması durumunda “İsrail Lübnan’ı taş devrine geri döndürecek” sözü veren güvenlik kabinesi üyesi ve eski bir İsrail generali olan Yoav Gallant’ın sözlerini onaylayarak aktardı.