Cuma günü Batı Şeria’da ve Gazze Şeridi’nde İsrail askerleri ile yaşanan çatışmalarda en az iki Filistinli öldürüldü, 200’den fazlası da yaralandı. Protestolar, ABD Başkanı Donald Trump’ın, ABD’nin onlarca yıllık bölge politikasını altüst eden bir hamleyle, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasının ve ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den buraya taşıma sözü vermesinin ardından gerçekleşti.
İsrail askerleri, Gazze Şeridi’nden ordu mevzilerine ilerleyen yüzlerce protestocunun üzerine ateş açtı. Açılan ateşte, 30 yaşında bir protestocu öldürüldü, onlarca kişi yaralandı. Kudüs’te, polis, Eski Şehir’e girmeye çalışan göstericilere müdahale etti. Filistinli doktorlar, Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te en az 217 kişinin yaralandığını belirttiler. Perşembe günkü şiddetli çatışmalarda 31 Filistinli yaralanmıştı. Al-Jazeera, protestoların başlamasından beri 800’e yakın yaralı olduğunu bildirdi.
Protesto dalgası, Endonezya’dan Güneydoğu Asya’ya ve Kuzey Afrika’daki Tunus’a kadar uluslararası ölçekte yayıldı. Ürdün’ün başkenti Amman’da on binlerce kişi yürüdü. İran’ın başkenti Tahran’da toplanan büyük kalabalıklar, “İsrail’e ölüm”, “Amerika’ya ölüm” sloganı atıp Trump’ın ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun resimlerini yaktılar. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Trump’ın kararını, “yanlış, gayrimeşru, kışkırtıcı ve çok tehlikeli” diye adlandırdı.
İddia edilen bir roket atışına atıfta bulunan İsrail Hava Kuvvetleri, Cuma geç saatlerde Gazze Şeridi’ne hava saldırıları düzenledi ve altısı çocuk 25 Filistinliyi yaraladı. Haaretz, bir roketin İsrail’in Sderot kentinde patladığını ve herhangi bir kayba yol açmadığını bildirmişti.
Trump yönetiminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, kasıtlı bir kışkırtmaydı. Bu, uzun süredir kentin statüsünün yalnızca İsrail ile Filistinliler arasındaki barış görüşmeleriyle karara bağlanabileceğini savunan ve İsrail’in Doğu Kudüs’ü yasadışı ilhakını hiçbir zaman tanımamış olan uluslararası hukukun çiğnenmesidir. Bu hamle, ABD’nin ve emperyalist müttefiklerinin on yıllardır teşvik ettikleri “barış süreci” ve “iki devletli çözüm” maskaralığının nihai sonunu temsil etmektedir.
Trump’ın, İran’ın nükleer faaliyetleri üzerine 2015’te varılan anlaşmaya uygun davrandığını onaylamayı reddetmesinden yaklaşık iki ay sonra gelen Kudüs’ün tanınması kararı, ABD emperyalizminin Ortadoğu genelinde daha kapsamlı çatışmaları kışkırtmasının ve Tahran ile bölgesel bir savaşa hazırlanmasının parçasıdır. Kudüs ile ilgili açıklama, Pentagon’un Suriye’de daha önce kabul edilen sayının dört katı (2.000) ABD askeri bulunduğunu ve ABD güçlerinin orada süresiz olarak kalacağını kabul etmesi ile aynı gün gerçekleşti. Bu, Suriye çatışmasının, ülkedeki güçleri askeri olarak bozguna uğramış olan IŞİD teröristlerini hedeflediği iddialarının ikiyüzlülüğünü vurgulamaktadır. Gerçekte, Washington, enerji zengini Ortadoğu üzerinde tartışmasız ABD egemenliğini sağlamlaştırmak için İran’ın ve Rusya’nın etkisini geriletmeye kararlıdır.
Washington’ın stratejisi, İsrail’den ve başta Suudi Arabistan olmak üzere Sünni Körfez monarşilerinden bir koalisyon oluşturmayı kapsamaktadır.
Trump’ın hamlesi, Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı İsrail yönetimine, yalnızca protestoları ezmesi ve Batı Şeria’daki yayılmacı yerleşimlerine devam etmesi için değil ama aynı zamanda bölgesel düşmanlarıyla, Lübnan’daki Hizbullah ve İran yönetimi ile cepheleşmesini tırmandırması yönünde açık çek vermiştir. İsrail silahlı kuvvetleri, Eylül ayında, bir Hizbullah istilasına karşı İsrail savunmasını canlandıran, son 20 yıldaki en büyük tatbikatlarını gerçekleştirmişti. Tel Aviv, ayrıca, İran’ın etkisinin genişlemesini engellemek amacıyla, Suriye’deki silah sevkiyatlarını ve mevzileri düzenli olarak vuruyor. O, İran yanlısı güçlerin İsrail sınırı yakınına yerleşmeleri durumunda askeri harekat başlatacağını ilan etti.
İsrail, Riyad’ın Lübnan’daki istikrarsızlaştırma harekatını desteklemek de dahil, Suudi Arabistan’ın İran karşıtı sert tavrını da teşvik ediyor. Suudi monarşisi, Filistinlilerin yazgısıyla değil, İsrail’in desteği ve Trump yönetiminin onayıyla Tahran ile karşı karşıya gelmekle ilgileniyor.
Trump’ın politika değişikliği, bölgedeki gerilimleri şimdiden kaynama noktasına getirmiş durumda. Hem Hizbullah hem de Hamas, Filistinlileri bir üçüncü intifada başlatmaya çağırdı.
Filistin Yönetimi (FY) Başkanı Mahmud Abbas, Kudüs kararını “üzücü” diyerek kınadı ve üst düzey bir FY yetkilisi olan Cibril Recep, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’in bu ayın sonunda İsrail’e ve Filistin’e yapacağı planlanmış ziyaret sırasında Filistin topraklarında hoş karşılanmayacağını belirtti. Recep, Pence ile planlanmış olan bir görüşmenin iptal edileceğini sözlerine ekledi.
Filistin’in Birleşmiş Milletler temsilcisi Riyad Mansur, Trump’ın açıklamasının, ABD’yi, çatışmayı çözmeye yönelik barış görüşmelerinde herhangi bir önderlik rolünden dışlaması gerektiğini söyledi.
Aslında, hem FY hem de Hamas, Filistinli ve Arap kitlelerin gözünden büyük ölçüde düşmüş durumda. CIA’den gelen harçlıklarla yaşayan varlıklı seçkinleri temsil eden Abbas ve FY, İsrail’in ve ABD’nin Filistin halkına karşı güvenlik gücü işlevi görüyor. Onların, emperyalistlerin (ve Siyonistlerin) Ortadoğu’daki egemenliği çerçevesi içinde küçük bir Filistin devleti kurmak için çeşitli büyük güçler arasında manevra yapma biçimindeki tüm perspektiflerinin iflas ettiği gözler önüne serilmiştir.
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 13 Aralık’ta Kudüs’ü ele almak üzere düzenleyeceği olağanüstü toplantıya ev sahipliği yapacak olan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Trump’ın konuşmasının tüm bölgeyi bir “ateş çemberi”ne sokmuş olduğu uyarısında bulundu. Ne var ki, Türkiye’nin de dahil olduğu bölgedeki tüm burjuva yönetimler, Filistinlilerin onlarca yıldır ezilmesinin suç ortaklarıdır.
Trump’ın sözde “barış süreci” ve “iki devletli çözüm” sahtekarlığından kaba bir şekilde vazgeçmesi, burjuva milliyetçiliğinin özünde gerici karakterini vurgulamış; Arap ve Musevi işçi sınıfını sosyalist bir Ortadoğu uğruna ortak mücadelede birleştiren sosyalist ve enternasyonalist bir alternatif gereksinimini gündeme getirmiştir.
Trump’ın politika değişikliği, Washington ile Avrupa’daki sözde müttefikleri arasındaki çatlağı da derinleştirmiştir. Britanya, Fransa ve Almanya Trump’ın açıklamasını kınarken, Kanada, ABD’nin, Beyaz Saray’ın açıklamasına yönelik doğrudan eleştiriden kaçınan tek yakın müttefikidir.
Britanya ve Fransa, Cuma günü acil bir oturum çağrısı yapma konusunda BM Güvenlik Konseyi’nin diğer altı üyesine öncülük etti. Beklenildiği gibi, ABD, toplantıyı talep eden sekiz devletten biri değildi.
Güvenlik Konseyi’nde, ABD temsilcisi Nikki Haley, Trump yönetiminin tutumuna yönelik her türlü eleştiriyi kibirli bir şekilde reddetti ve bunun yerine, BM’nin sözde İsrail karşıtı önyargısına saldırdı. Haley, ABD’nin hala, iki tarafın da kabul etmesi durumunda iki devletli bir çözümü kabul edeceğini iddia etti.
Avrupalı emperyalist güçlerin Filistinlilerin ezilmesine olan ilgisi Trump’ınkinden daha fazla değildir. Onlar, şimdiki krizi, Ortadoğu’daki kendi konumlarını Washington zararına güçlendirmek için bir fırsat olarak görüyorlar.
AB dış politika şefi Federica Mogherini, Perşembe günü, ABD’nin yaklaşımı “bizi daha da karanlık zamanlara geri götürme potansiyeline sahip” ve “Kudüs’te olanlar tüm bölgeyi ve bütün dünyayı ilgilendiriyor.” dediğinde, Berlin’in ve Paris’in düşüncesini özetliyordu. Mogherini, Washington’ın barış sürecindeki rolünün, Trump’ın açıklaması sonucunda azalacağını söyledi. Bu, AB’nin odak noktasını yenilemesi ve bölgede daha aktif bir rol oynaması gerektiği anlamına geliyor.
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, Washington’ın kendisini Ortadoğu’da bir arabulucu olmaktan dışlamış olduğunu belirtti.
Alman Süddeutsche Zeitung gazetesi, bir makalede, Trump’ın Kuzey Kore konusundaki kışkırtmalarından farklı olarak, AB Ortadoğu’da “doğrudan çağrılıyor.” diye belirtti. Makale, şöyle devam ediyordu: “[AB] Coğrafi yakınlıktan ve tarihsel, siyasal ve ekonomik bağlardan dolayı, geçmişte kesinlikle hakkını vermediği bir sorumluluk taşıdığını düşünüyor.”
Bu yorumlar, Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in, Almanya’nın ABD’ye güçlü bir şekilde karşı çıkmasını ve kendi dış siyasi emellerini tanımlamasını istediği dış politikaya ilişkin konuşmasının hemen ardından gelmektedir.
Avrupa’nın verdiği tepki, Kudüs üzerine derinleşen krizin, bölgesel bir çatışma tehdidi yaratmakla kalmayıp, hem Amerikan hem de Avrupa emperyalizminin kendi üstünlüğünü ileri sürmeye çalıştığı Ortadoğu genelinde büyük güçler arası rekabetin şiddetlenmesini tetikleme işlevi görebileceğinin altını çizmektedir.
9 Aralık 2017