Küba’nın yeni anayasası “komünizm”e atıfları çıkarıp özel mülkiyeti tanıyor

22 Temmuz’da, Küba devlet medyası, hükümetin 1976’da yürürlüğe konmuş olan anayasanın yerine geçirmek üzere yeni bir anayasa taslağını onaylamış olduğunu bildirdi. İlk haberler, anayasanın “ayrıntılı tasarı”sını bir “tam reform” olarak tanımlıyordu. Sürece, mevcut devlet başkanı Miguel Díaz-Canel’in aralarında olduğu dikkatle seçilmiş üst düzey yetkililerin katılımıyla eski devlet başkanı Raúl Castro başkanlık ediyor. Son onayın, 15 Kasım’a kadar tamamlanacak bir referandumla gerçekleşmesi bekleniyor.

İlan edilen değişiklikler, bütün yönleriyle, Küba hükümetinin, Fidel Castro’nun küçük burjuva ulusalcı yönetiminin daha önceki bir dönemde yürürlüğe koyduğu radikal reformları kaldırmasında yeni bir aşamayı haber vermektedir.

Duyurulan değişiklikler arasında en önemlileri olarak, “piyasanın ve özel mülkiyet dahil yeni mülkiyet biçimlerinin rolünün tanınması” ve “uygun güvencelerle birlikte, yabancı sermayenin ülke ekonomisinin kalkınması için önemi”nin tanınması var. Küba bürokrasisi dolambaçlı tarzda yazmış olsa da, belgeden “komünizm”e atıfları çıkarma kararı, durumu yeterince özetlemektedir. Ekonominin başka sektörlerinde piyasanın işleyişin genişletilmesiyle kalınmayacak; üretim araçlarının özel mülkiyetin ve yabancı sermaye ve mülkiyet için korumaların yasal olarak yeniden getirilmesi söz konusu olacak.

Bu anayasal değişiklikler, Raúl Castro önderliğindeki Küba yönetiminin son yıllarda zaten yasallaştırdığı değişikliklerin çoğunu kalıcılaştırmak ve derinleştirmek anlamına gelmektedir. Bunlardan biri, “serbest meslek sahipleri”nin (cuentapropistas) yaratılmasıdır. En az 600.000 kişiden oluşan ya da toplam işgücünün yüzde 10’undan fazlasına denk düşen bu grup, büyük ölçüde, devlet sektöründeki işlerin ortadan kaldırılması yoluyla oluşturuldu. Bazı raporlar, çalışma yaşındaki her 10 Kübalıdan dördünün bir şekilde özel sektörde çalıştığını tahmin ediyor. Kemer sıkma girişimleri devlet sübvansiyonlarının giderek azalmasına neden olurken geçinmek için gitgide daha gerekli olan dövize erişmenin tek yolu bu.

Daha başarılı restoranları, dükkanları ve inşaat şirketlerini kapsayan serbest meslek sahiplerinin oluşturduğu küçük işletmelerin çoğu, uzun süredir işletmelerinin belirsiz yasal statüsünden yakınıyordu. Gerçekte zaten var olan özel mülkiyeti tanıyarak, hem bu işletmelerin ileride satılıp alınmasına hem sayılarının büyük çapta artmasına hem de durgun ve büyük ölçüde verimsiz devlet sektörünün büyük kısmının daha fazla küçülmesine kapı açıyor.

Daha da önemlisi, Küba hükümeti, öncelikle, Çin modeli doğrultusunda kazançlarda bir kesinti karşılığında yabancı yatırım çekme ve Küba işçilerini yabancı sermayenin doğrudan sömürüsüne sunma yoluyla, ekonomiyi daha dolaysız bir şekilde dünya piyasasıyla bütünleştirmek için her şeyi göze almış durumda. Doğrusu, Çinli Stalinistlerin serveti ve eşlerine ve dostlarına mülkiyet dağıtma güçleri, kuşkusuz, Küba egemen seçkinlerinin bunların mümkün olduğu bir yasal rejim arzusunu körüklemiştir.

2014’te, yabancı yatırım yasalarında yapılan değişiklikler, yüzde 100 yabancı mülkiyetle firmaları mümkün kılmıştı ve geçtiğimiz yıl içinde, Yabancı Ticaret ve Yatırım Bakanı Rodrigo Malmierca, bu türde en az 11 girişimin açılışının yapıldığını duyurdu. Bunların özel mülkiyetinin tanınması ve yabancı yatırım için anayasaya korumalar eklenmesiyle, kuşkusuz, hükümetin bir ortaklıktan vazgeçebileceğinden, şartların yeniden görüşülmesini talep edebileceğinden ve hatta başarılı olmayan başlayan bir işletmeye el koyabileceğinden duyulan korkuları gidermek amaçlanmaktadır.

Küba yönetimi, kendisini, Venezuela’nın adaya devasa petrol sübvansiyonları sağlamasına artık bel bağlayamayacağının kabulüne dayandırıyor. Küba ülke için gereksinimlerinin yüzde 30-40’ını karşılamaya yeterli enerji ürettiği için, bu düzenlemedeki herhangi bir değişiklik, dünya piyasasında enerji satın almak için gerekli ABD dolarlarına ulaşmak için enerji tüketiminde yıkıcı kesintileri ya da gıda gibi diğer can alıcı ithalatlarda derin kesintileri gerektirecek.

Hükümet, SSCB’nin dağılmasının onun Küba ekonomisine desteğini sona erdirdiği 1990’ların “Özel Dönemi”ne dönüşü ne pahasına olursa olsun önlemeyi umuyor. Bunun sonucu, yaygın ekonomik çöküş, açlık ve hükümete karşı, Ağustos 1994’teki Maleconazo gibi, protestolar olmuştu.

Daha 2016’da, Granma’nın editör yardımcısı, enerji tüketiminde ilan edilen kesintilerin protestolara yol açabileceği ve bu kez, “Malecon’a gidecek [yani toplumsal gerilimleri kişisel olarak yatıştıracak] bir Fidel yok” uyarısında bulunmuştu. Ayrıca, 1994’ten farklı olarak, Barack Obama görevden ayrılmadan hemen önce “ıslak ayak, kuru ayak” politikasına son verdiği için, yönetimden en çok mutsuz olan Kübalılar için ABD’ye görece kolay giriş biçimindeki bir emniyet vanası da artık mevcut değil.

Bu kaygı, şüphesiz, Donald Trump’ın seçilmesinin ardından, Washington ile uzlaşmanın görünüşe göre ani duruşunun sonucu olarak ivme kazanmıştır. Trump’ın seçilmesi, büyükelçilik personeli arasında beyin hasarı ve başka nörolojik belirtiler olduğuna ilişkin son derece kuşkulu iddiaların ardından Küba’daki ABD büyükelçiliğindeki konsolosluk hizmetlerinde ve diplomatik personel sayısında çarpıcı kesintilerle ve seyahat kısıtlamalarının yeniden uygulamaya konması ile sonuçlandı.

Küba yönetiminin, küçük burjuva ulusalcı bürokrasinin dışında ve uluslararası sermaye için daha güçlü bir köprübaşı olmak üzere yabancı yatırım garantileri üzerinden uzun vadeli bir servet ve güç temeli oluşturacak olan özel mülkiyete izin verme riskini alma istekliliğinin temeli budur.

Hükümet, yeni bir başbakanlık makamı oluşturma ve böylece devlet başkanlığının gücünü azaltma yoluyla ve ayrıca eşcinsel evliliği yasallaştırma üzerinden, bu giderek büyüyen küçük burjuva tabakalar arasındaki desteğini arttırmayı umuyor. Yönetim, kuşkusuz, bu ikinci adımı, LGBT bireylere yönelik onlarca yıllık baskının ve zorbalığın ardından, kendisinin uluslararası ölçekteki “ilerici” kimliğini cilalamak için kullanmayı amaçlıyor.

Küba yönetiminin, değişikliklerin “sosyalizmi inşa deneyimlerimiz gereğince anayasal metne katılması gerektiği” ve “sosyalizmin ve siyasi sistemin değişmezliği”nin anayasada bir madde olarak kalacağı yönündeki iddialarına karşın, gerçek şu ki, Küba’da var olan şey sosyalizm değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır.

Küçük burjuva Castro yönetimi, devrimci bir işçi partisinin yokluğunda ellerine düşen iktidarı alabilmiş ve hatta üretim araçlarını ulusallaştırma noktasına kadar radikal önlemler uygulamaya koyabilmiş olsa da, sonuç, hiçbir zaman, yalnızca işçi sınıfı tarafından uluslararası ölçekte gerçekleştirilen bir devrim temelinde kurulabilecek olan sosyalizm değildi.

Kübalı işçilerin kendilerini Küba hükümetinin saldırısına karşı savunmaları ve böyle bir devrime hazırlanmaları için, her şeyden önce gerekli olan şey, Küba’da Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin bir şubesini inşa etmektir.

Ayrıca bknz: Castroculuk ve Küçük Burjuva Ulusalcı Politikalar; Mehring Yayıncılık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir