İstanbul’daki sığınmacı karşıtı provokasyon ciddi bir uyarıdır

29 Haziran Cumartesi günü İstanbul’un Küçükçekmece ilçesinde bulunan İkitelli’de asılsız bir iddia üzerinden Suriyelilere karşı gerçekleştirilen provokasyon, egemen seçkinler ve medya eliyle kışkırtılan Suriyeli sığınmacı karşıtı şovenizmin ulaştığı tehlikeli boyuta ilişkin ciddi bir uyarıdır.

İkitelli’de bir esnafın kız çocuğunun tacize uğradığı iddiası, kaynağı ve doğruluğu teyit edilmeden sosyal medya üzerinden hızla yayıldı ve toplanan kalabalık Suriyelilerin bulunduğu düşünülen çeşitli yerlere saldırıya geçti. Polis merkezinin önünde toplanan kalabalığa, polis tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahale etti.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “12 yaşındaki Suriyeli bir çocuğun, 12 yaşındaki bir başka çocuğa camdan ‘Gel, gel,’” diye seslendiğini, “Herhangi bir fiziki temas, taciz, tecavüz olayı” olmadığını ve çocuğun ailesinin Suriyeli çocuktan şikayetçi olmadığını ifade etti.

İstanbul Valiliği ise, yaptığı açıklamada, şunları belirtiyordu: “Küçükçekmece ilçemizin Mehmet Akif Mahallesi’nde dün akşam saat 20.36’da ALO 155 hattına A.D. adlı bir çocuğa yönelik sözlü cinsel taciz iddiasıyla ilgili ihbarda bulunulmuştur. Hemen olay yerine sevk edilen İlçe Emniyet Müdürlüğü ekiplerince, yabancı uyruklu E.A. adlı (suça sürüklenen çocuk) şüpheli ile mağdur olduğu iddia edilen çocuk, saat 21.15’te Çocuk Polisi Şubesine teslim edilmiştir. Olayın görgü tanığı, mağdur olduğu iddia edilen çocuk ve çocuğun anne-babasının ifadelerinde ‘konunun yanlış anlamadan kaynaklandığı ve herhangi bir kişiden şikayetçi olmadıklarını’ beyan ettikleri anlaşılmış olup adli ve idari tahkikatı sürdürülmektedir.”

Suriyeliler hakkındaki bir iddianın hızla son derece tehlikeli bir provokasyona dönüşmesi, yıllardır teşvik edilen Suriyeli karşıtlığının bir ürünüdür ve bunun sorumlusu tüm siyaset kurumu ve yabancı düşmanı kampanya yürüten medyadır.

Suriye’de ABD emperyalizmi önderliğindeki NATO güçleri tarafından kışkırtılan; hem iktidarın hem de muhalefetin suç ortağı olduğu kanlı vekil savaşından kaçarak Türkiye’ye ve başka ülkelere sığınan Suriyeli sığınmacılar, büyüyen ekonomik kriz ve tırmanan toplumsal gerilim koşullarında, işçi sınıfının dikkatini başka yöne çevirmek üzere gitgide daha çok günah keçisi ilan ediliyorlar.

Yerel seçim sürecinde ve öncesinde, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve aşırı sağcı İYİ Parti “Suriyeliler evlerine dönmeli” kampanyasında başı çekerken, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) de ülkelerine geri giden sığınmacıların sayısıyla övünüyordu. İktidarın İstanbul büyükşehir belediye başkanı adayı Binali Yıldırım, sığınmacıları “kulaklarından tutup göndermekle” tehdit etti.

Suriyeli düşmanlığının yaygınlaştırılmasında öne çıkan yalanlardan biri de, Suriyelilerin devletten maaş aldığı iddiası. Gerçekte, sığınmacı statüsü tanınmayan ve iş bulmaları halinde çoğu durumda ortalamanın yarısı ücrete çalıştırılan Suriyelilerin ezici çoğunluğu Türkiye’de sefalet içinde yaşıyor.

Resmi rakamlara göre Türkiye’deki nüfusu 3,6 milyonun üzerinde olan Suriyelilerin yaklaşık 1,5 milyonu, Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen ayda 120 liralık bir yardım almakta ve Türkiye devleti Suriyelilere herhangi bir nakit yardımı yapmamaktadır. AB’nin bu cılız yardımının arkasında, sığınmacıların Avrupa’ya geçmesini engellemesi için Erdoğan hükümeti ile yaptıkları kirli anlaşma bulunmaktadır.

Avrupa Birliği, ABD, Türkiye egemen sınıfının AKP ile CHP önderliğindeki iki hizbi, Ortadoğu’daki emperyalist savaşlar konusunda olduğu kadar, sığınmacı ve göçmen karşıtlığında da birleşiyor. Erdoğan’ın G20 zirvesinde samimi bir görüntü vermekle övündüğü ABD Başkanı Trump’ın göçmen karşıtı politikası ülke içinde toplama kampları kurulması ve toplu göçmen avı ile tırmanırken, Meksika sınırında alınan önlemler en son El Salvadorlu bir baba ve iki yaşından küçük kızının nehirde boğulmasında insanlık dışı yüzünü tüm dünyanın önünde gözler önüne serdi.

Erdoğan’ın sığınmacıların Türkiye’ye hapsedilmesi konusunda anlaşma yaptığı ve yerel seçim sonuçlarının ardından CHP’yi ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu coşkuyla destekleyen AB’nin ve Almanya’nın “Avrupa Kalesi” adlı sığınmacı karşıtı politikası, geçtiğimiz yıldan bu yana Akdeniz’de sığınmacıların kurtarılmasını yasadışı hale getirmiş durumda.

Avrupa’nın sınırlarını sığınmacılara kapatan bu politikayla birlikte, denizde sığınmacıların kurtarılmasının yasaklanmasının yanı sıra, yakalanan sığınmacılar toplama kamplarına kapatılıyor ve Ortadoğu’ya ve Afrika’ya sınır dışı ediliyorlar. Yapılan bir araştırmaya göre, AB’nin ve üye devletlerinin politikaları son beş yılda en az 14.000 insanın ölümüne yol açmış durumda.

Bu koşullarda, Sea Watch 3 adlı sığınmacı kurtarma gemisinin Alman kaptanı Carola Rackete, Cuma akşamı, denizde kurtardığı 42 kişiyi İtalya’nın Lampedusa adası limanına çıkarmasının ardından gözaltına alındı. Haberlere göre, karşılaşacağı para cezasına karşı başlatılan kampanyada 1 milyon avrodan fazla para toplandı ve özgürlüğünü talep eden bir çevrimiçi dilekçe kısa sürede 100 bin dolayında imza topladı. Rackete’e yönelik yaygın dayanışma kampanyası, AB’nin insanlık dışı politikasının geniş kitlelerce mahkum edildiğinin açık bir ifadesidir.

Türkiye’deki Suriyeli karşıtı gerici söylemin ve provokasyonların amacı, işçi sınıfını ulusal temelde bölmek ve Ortadoğu genelindeki işçilerin ortak mücadelesini engellemektir. CHP, İYİ Parti ve onların medya destekleyicileri, bu amaçla, yıllardır, Suriyelileri geri gönderme üzerine referandum düzenleme çağrıları yapıyor ve kapitalizmin neden olduğu işsizlik, yoksulluk ve toplumsal eşitsizlikten onları sorumlu tutuyorlar. Bu, burjuvaziye, toplumsal olarak gerici politikalarını ve emperyalist savaş politikasıyla işbirliğini sürdürme olanağı veriyor.

Bu koşullarda, Türkiye’deki sığınmacılar bir yandan egemen sınıfın partilerinin ve medyanın hedefi konumundayken, geçmişte göçmenleri ve sığınmacıları sözde de olsa savunan sahte sol gruplar, CHP ile Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) arkasında kapitalist düzenle bütünleşmelerini, çaresiz sığınmacıların durumunu görmezden gelerek ve onları kaderlerine terk ederek pekiştiriyorlar.

Erdoğan hükümetinin temelsiz iddialarıyla antidemokratik bir şekilde yenilenen İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimini İYİ Parti’nin, HDP’nin ve çok sayıda sahte sol grubun desteğiyle kazanan CHP’li Ekrem İmamoğlu, 1 Temmuz’da çıktığı Haber Global canlı yayınında, sığınmacı konusuyla ilgili, “Örneğin, taciz konusunda suçlamalar var ama bilgi alıyoruz ki gerçekten öyle bir konu yok,” sözleriyle provokasyonların asılsızlığını kabul ederken, “Ama vatandaş güven duymadığından dolayı sokakta,” sözleriyle, kendi partisinin ve müttefiki İYİ Parti’nin yaratılan şovenist histerideki rolünü gizlemeye çalıştı.

CHP ile İYİ Parti’nin Suriyeli karşıtı kampanyasından rahatsız olmayan sözde “demokrasi” ve “insan hakları” savunucusu HDP ise, kışkırtılan sığınmacı şovenist histeriye karşı çıkmıyor ve sessiz kalarak suç ortaklığı yapıyor.

Bu konuda en utanç verici rol, CHP önderliğindeki burjuva muhalefetin arkasında hizaya geçmiş olan sahte sol tarafından oynanmaktadır. Son provokasyona ve hem medyada hem de sosyal medyada yayılan Suriyeli karşıtı yalan haberlere karşı hiçbir şey yapmayan bu “sol”un en öne çıkan temsilcilerinden biri, 31 Mart yerel seçimlerinde CHP’den belediye başkanı adayı olmuştu.

İstanbul Beyoğlu’ndan CHP adına Millet İttifakı’nın adayı olarak yerel seçime katılan ve HDP’nin destek verdiği Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) önderi Alper Taş, İYİ Partili dostlarıyla birlikte kampanya yürütür ve birbirlerine övgüler düzerlerken, İYİ Parti’nin İstanbul Fatih adayı İlay Aksoy, onlardan birkaç kilometre ötede, “Fatih’i Suriyelilere teslim etmeyeceğim” pankartı asarak kampanya yürütüyordu.

Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların içinde bulunduğu kötü durum ve gelecekteki olası tehlikeler, demokratik hakları savunmanın göçmenleri ve sığınmacıları savunmaya ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğunu göstermektedir.

Dahası bu durum, işçi sınıfını ulusal temelde bölmeye hizmet eden ve her durumda egemen sınıfın ekmeğine yağ süren sığınmacı karşıtı şovenizme karşı mücadelenin ve işçi sınıfının en korunmasız kesimini oluşturan sığınmacıların savunusunun emperyalist savaş yanlısı düzen partilerine ve onların arkasındaki sahte sol gruplara bırakılamayacağını göstermektedir.

Tüm demokratik hak savunucuları, burjuva partilerinin ve sahte sol grupların bu şovenist histerideki suç ortaklığını görmeli ve sığınmacıları savunmak üzere harekete geçmelidir. Savaşa ve onun temel nedeni olan kapitalizme karşı tüm kimliklerden işçi sınıfının uluslararası birliği uğruna mücadelede, Sosyalist Eşitlik’e destek olun!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir