Cumartesi akşamı, İsrail, Şam Uluslararası Havaalanı yakınlarındaki hedeflere bir dizi füze saldırısı düzenledi. Tel Aviv’in Suriye çatışmasına yönelik saldırgan müdahalelerindeki son hamleler olan hava saldırıları, söylendiğine göre, İran güçlerine ya da Lübnanlı Hizbullah milislerine ait bir silah deposunu ortadan kaldırmayı hedefliyordu.
Suriye hükümetinin haber ajansı SANA’ya göre ise, İsrail’in füzeleri havaalanını hedef almış ancak hava savunma sistemleri tarafından engellenmişti. Esad karşıtı muhalefetle bağları bulunan Britanya merkezli bir grup olan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, hedefin havaalanı olmadığını, yakınlardaki silah deposu olduğunu bildirdi.
İsrail hükümeti her zamanki gibi saldırıyı doğrulamayı ya da yalanlamayı reddederken, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Pazar günkü açıklamaları, Tel Aviv’in müdahalesini adeta doğruluyordu. Netanyahu, saldırılara ilişkin haberlerin ardından, “İsrail, durmaksızın, düşmanlarımızın gelişmiş silahlarla donanmalarını engellemeye çalışıyor. Kırmızı çizgilerimiz her zamanki kadar keskin ve onları kabul ettirme kararlılığımız her zamanki kadar güçlü.” diyordu.
Eğer Netanyahu’nun sağcı hükümeti Suriye’de bu kadar saldırgan bir şekilde ilerleyebiliyorsa, bunun nedeni, onun kışkırtıcı hava saldırılarının Washington’ın tam desteğine sahip olmasıdır. Trump yönetimi, tüm siyaset ve ordu kurumu ile birlikte, İsrail’i, İran’ı Suriye’den çıkarma ve Tahran ile savaşa hazırlanma sürecindeki başlıca bir müttefik olarak görmektedir. Böyle bir savaşın, tüm Ortadoğu ve ötesi için yıkıcı sonuçları olacaktır.
Bu ayın başında, İsrail jetleri, Suriye’nin kuzeybatısındaki Hama kentinde bulunan İran mevzilerini vurdular. Ağustos ayında, Suriye medyası, İsrail medyasının Masyaf’taki bir kimyasal silah geliştirme tesisini yönettiğini iddia ettiği hükümete bağlı bir bilim insanı olan Aziz Asber’in öldürülmesinden İsrail istihbaratı Mossad’ı sorumlu tutmuştu. Eylül ayının başında, İsrail ordusu sözcüsü, Tel Aviv’in son 18 ayda Suriye’ye 800’den fazla füze attığını ve 200 hedefi vurduğunu doğruladı.
Mayıs’ta, İsrail, Suriye’deki mevzilere bir dizi hava saldırısı düzenlemek için, Trump’ın İran nükleer anlaşmasını iptal etmesine sarılmıştı. En az 14 kişinin öldüğü saldırı, bölgeyi savaşın eşiğine getirmişti. İki taraf, saldırılara misilleme olarak Golan Tepeleri’ndeki İsrail mevzilerine 20 civarında roket atılmasının ardından neredeyse topyekün çatışmaya giriyordu. Bu misilleme, İsrail hava kuvvetlerinin başka füze saldırıları ile karşılık vermesine yol açmıştı.
Tel Aviv’in en son saldırısı, Suriye’deki büyük güçler arasında bir savaş tehlikesinin keskin biçimde tırmandığı koşullarda geldi. Son iki haftadır, Washington ve Avrupalı müttefikleri, Esad yönetimine ve Rusya’ya birlikte baskı uyguladı. Tehditler arasında, Şam ile Moskova’nın İdlib vilayetindeki El Kaide’ye bağlı savaşçıları askeri olarak ezme planlarını ilerletmeleri durumunda, topyekün bir saldırı başlatma da vardı. On gün önce, Pentagon, Suriye’nin güneydoğusuna, Rusya’nın gözünü korkutmak için topçu ve hava saldırısı tatbikatları düzenleyen 100 Deniz Piyadesi gönderdi.
ABD’nin, Esad karşıtı milisler için bir eğitim alanı işlevi gören Suriye-Irak sınırındaki bir üssü sağlamlaştırmayı amaçlayan saldırgan askeri takviyesi, Trump yönetimi ve şirket medyası tarafından, ikiyüzlü bir şekilde, İdlib’de “insan hakları”na yönelik ortaya çıkan tehdide gönderme yaparak gerekçelendirildi. New York Times ve Washington Post gazeteleri savaşın en büyük “insani” felaket olacağına ilişkin uyarılar yayınlarken, ABD’nin BM Temsilcisi Niki Haley, geçtiğimiz Çarşamba günü Fox News ile yaptığı bir röportajda, İdlib’teki sivil halk içinde kaygılandığını iddia ediyordu.
ABD’nin emperyalist şiddetinin bu tür savunucularının ikiyüzlülüğü sınır tanımamaktadır. ABD, Şam’da rejim değişikliği gerçekleştirme amacıyla İslamcı asileri desteklemesi üzerinden Suriye katliamının başlıca sorumlusu olmasının yanı sıra, mevcut çatışmada Suriye’deki ve komşu Irak’taki sivil halka karşı en korkunç suçlara bulaşmıştır. Musul ve Rakka kentlerini ele geçirmek için ABD önderliğinde düzenlenen acımasız saldırılar on binlerce insanın ölümüne yol açmış; bu bölgelerin büyük kısmını enkaz haline getirmiştir.
Washington, bu pervasız gündemi, enerji zengini ve stratejik açıdan önemli Ortadoğu üzerinde tartışmasız kontrolünü sağlamlaştırmaya kararlı olduğu için benimsemiştir. Amerikan egemen seçkinleri, her ne pahasına olursa olsun, Esad’ın, Rusya’nın ve İran’ın desteğiyle tüm Suriye üzerinde denetimi yeniden kazanmasını önlemek istiyorlar. Çünkü bu, Washington’ın, savaş sonrası Suriye’den fiilen dışlanmasına yol açacak ve İran’ı kontrol altına almak için daha geniş bir savaşa hazırlık yöneliminde ciddi bir yenilgi anlamına gelecektir.
Cuma günü, Moskova, Suriye hükümetinin İdlib’e yönelik saldırısının ertelendiğini doğruladı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bugün [17 Eylül], Türkiye Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’la, İdlib’de bundan sonraki adımlar konusunda anlaşma sağlamak için apar topar düzenlenen bir zirvede bir araya gelecek.
Erdoğan, Ankara’nın Rusya destekli bir saldırıya göz yummayacağını açıkça ortaya koydu. İdlib’e yönelik bir saldırının kentin 3 milyon sakininin büyük bir kısmının Türkiye sınırına akın etmesine yol açacak olmasından korkan Erdoğan, saldırıya hazırlananlara bir uyarı olarak, İdlib’deki Türk askeri mevzilerine takviye gönderme talimatı verdi. Türkiye’nin, İdlib’de, İran ve Rusya ile yapılan ve vilayeti bir çatışmasızlık bölgesi haline getiren anlaşmanın ardından kurulmuş birden çok askeri kontrol noktası bulunuyor.
Rusya, İran ve Türkiye arasındaki ittifak, Suriye çatışmasında her ülkenin kendi ve zaman zaman çelişkili çıkarlarının peşinden koşuyor olması nedeniyle, her zaman bir çıkar ittifakıydı. Türkiye başlangıçta Esad’ı devirmeye çalışmışken, İran, Şam’ın yanında müdahale ederek Suriye’deki etkisini genişletmeyi ve Suudi Arabistan’a ve İsrail’e karşı bölgesel güç emellerini kuvvetlendirmeyi umuyordu. Rusya’nın müdahalesi ise, asıl olarak, Kremlin’in Ortadoğu’daki tek müttefiki olan Esad’ı iktidarda tutmaya odaklanmıştı.
Bununla birlikte, Türkiye’nin, NATO müttefiki Washington’la, ABD’nin IŞİD’e karşı operasyonlar sırasında Ankara’nın onlarca yıldır bastırma savaşı yürüttüğü Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bağlantılı Kürt milislere (YPG/SDG) yaslanması nedeniyle arası açıldı. Erdoğan, Kürt güçlerini geri püskürtmek ve Kürtlerin denetiminde birleşik bir toprak parçasının ortaya çıkmasını engellemek için Suriye’nin kuzeyine iki büyük saldırıya girişmeden önce, Türkiye’nin 2015 sonunda bir Rus jetini vurup düşürmesinin ardından Putin’le yaşanan anlaşmazlıklarını çözümledi.
Erdoğan ile Putin’in bir uzlaşmaya varıp varamayacağı belirsizliğini koruyor. Basında yer alan kimi haberlere göre, görüşülmekte olan bir senaryo doğrultusunda, Ankara, Rusya’nın İdlib’deki El Kaide mevzilerine karşı saldırılarına rıza gösterecek; bununla birlikte, AKP hükümeti, Suriye askerlerinin topyekün bir kara saldırısına karşı çıkmayı sürdüyor. Türkiye, İdlib içinde ve çevresinde bulunan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) birliklerinin başlıca destekleyicisi konumunda ve diplomatik bir çözüm çağrısı yapıyor.
Bununla birlikte, ABD önderliğinde büyük bir askeri müdahale olması durumunda, Türkiye, bir kez daha Rusya ile arasına mesafe koyabilir. Ankara, hem Washington’a hem Avrupa’ya, İdlib konusunun üstesinden gelmeye destek verme çağrısı yaptı.
Tüm belirtiler, ABD önderliğindeki bir askeri harekatın, Nisan 2017’de ve Nisan 2018’de yapılan füze saldırılarından çok daha büyük bir saldırı olacağına işaret ediyor. Washington, Fransa’yı ve Britanya’yı askeri harekata katılmaya teşvik etmekle kalmıyor; Almanya’yı da, açıkça, yeni bir “gönüllülük koalisyonu”na katılmaya çağırıyor. Trump yönetiminin yeni Suriye danışmanı James Jeffrey, Perşembe günü, Berlin’deki ziyareti sırasında, “Siyasi destek göstermenin en iyi yolu, sözle değil ama asker dayanışmayla olur.” diye belirtti.