İspanya’da Pazar günü yapılan genel seçimlerden istikrarsız bir meclisin ortaya çıkması, yedi yıl önce küresel ekonomik krizin patlak vermesinden bu yana Avrupa’daki geleneksel burjuva siyasi düzenin dağılmasında yeni bir dönüm noktasına işaret etmektedir.
2015 yılı, Yunanistan’ın sosyal demokrat PASOK partisinin çöküşüyle ve kendi kemer sıkma karşıtı parti programını hızla inkar eden ve onlarca milyarlar avroluk yeni sosyal kesintileri dayatan Syriza (Radikal Sol Koalisyon) hükümetinin iktidara gelmesiyle başladı. Aynı yıl, bu kez İspanya’da, onlarca yıllık iktidar partilerinin benzer bir çöküşüyle sona eriyor.
Yunanistan’ın ardından, mali kriz ve kemer sıkma politikalarının devasa bir yıkım yarattığı Batı Avrupa ülkesi İspanya oldu. Düşük ücrete dayanan küçük bir ekonomik iyileşmeye rağmen İspanya kapitalizmi can çekişmektedir. Devlet bütçeleri ve sosyal programlardan aşırı kesintiler sonrasında, işsizlik yüzde 20’nin üzerine çıktı (gençler arasında ise yüzde 50). Kemer sıkma politikalarına ve iktidar seçkinlerine karşı patlamaya hazır bir toplumsal öfke söz konusu.
Pazar günkü seçimler, 1977’de faşist Franco diktatörlüğünün yıkılmasından beri İspanya’yı yöneten iki partinin, iktidardaki muhafazakar Halk Partisi (PP) ile Sosyalist Parti’nin (PSOE) reddedildiğini ortaya koydu. Bu partilerin ikisi de, 2008 yılından beri acımasız kemer sıkma önlemlerini dayattılar. Pazar günü yapılan seçimlerde, iki parti toplamda oyların ancak yarısını alabildi. Kalan oylar Podemos, sağcı Yurttaşlar Partisi ile Bask ve Katalan milliyetçi partileri de dahil olmak üzere küçük gruplar arasında bölündü.
Bir meclis çoğunluğu sağlayabilecek herhangi bir partinin ya da olası koalisyon partilerinin yokluğuyla; çeşitli partilerin umutsuz bir şekilde yeni bir hükümet biçimlendirmeye veya eğer yeni bir seçim çağrısı yapılırsa en iyi konumu almaya çalışacağı benzeri görülmemiş ve uzun süren bir kriz başladı.
Bu kriz durumunda işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı başlıca sorun, burjuva partilerinin seçim taktikleri değil fakat bağımsız olarak nasıl müdahale edeceği ve kendi sınıfsal çıkarlarını nasıl savunacağıdır. İşçi sınıfının karşısındaki meydan okuma, eski sosyal demokrat partilerin çökmesiyle, solda oluşan boşluğu doldurmak için ortaya çıkan ve gerçekte kemer sıkma yanlısı örgütler olan Podemos ve Syriza gibi orta sınıf “sol” partilerdir.
Podemos ve onun müttefiki Syriza, PSOE-PP iki partili sistemin çöküşünün ve İspanya’da istikrarsız bir dört partili sistemin oluşturulmasının, siyasi kurumların seçmenlerin taleplerine birden duyarlı olacağı yeni bir dönemin önünü açacağını iddia ediyor. Yunanistan Başbakanı ve Syriza lideri Aleksis Tsipras, Podemos’a Twitter üzerinden gönderdiği destek mesajında, “Kemer sıkma, artık, [Yunanistan’da olduğu gibi] İspanya’da da siyasi olarak yenilgiye uğratılmıştır” açıklamasını yaptı.
Podemos lideri Pablo Iglesias, “yeni bir İspanya doğdu” dedi ve PP ile PSOE tarafından dayatılan kemer sıkma önlemleri için suçu Almanya ve Avrupa Birliği’ne atmaya başladı. O, “Avrupa’ya mesajımız açıktır. İspanya, bir daha asla Almanya’nın periferisi olmayacaktır. Biz, ülkemize egemenliğin kelime anlamını iade etmek için çaba göstereceğiz.”
Bu, işçi sınıfını uyutmak üzere tasarlanmış sinik milliyetçi demagojidir.
Syriza, Yunanistan’da kemer sıkmayı yenilgiye uğratmamakta aksine uygulamaktadır. Seçim kampanyalarında Syriza’ya arka çıkan ve onun Yunanistan’da kemer sıkmayı dayatmasını savunan ve Syriza’nın başka seçeneği yoktu diyen Podemos, farklı olmadığını ispatlayacaktır. Podemos, işçi sınıfının kemer sıkmaya karşı mücadelesini engellemeyi başardığı ölçüde, yeniden toparlanması ve bizzat Podemos’un da içinde başrol oynayacağı yeni bir saldırıya hazırlanması için burjuvaziye zaman kazandırmaktadır.
İşçilerin ve gençliğin karşı karşıya olduğu başlıca görev, geçtiğimiz yılın başlarında Podemos’un oluşumu için model olarak sunulan Syriza’nın iktidara gelmesinden siyasi ve stratejik dersler çıkarmaktır. Syriza’nın kemer sıkmaya karşı “sol” bir politika yürütme vaatlerinin, sadece iktidara gelmek için tasarlanmış yalanlar olduğu kanıtlanmıştır. Göreve gelir gelmez onun politikaları, 1974 yılında Yunan askeri cuntasının çöküşünden sonra ortaya çıkan öğrenci hareketinden küçük-burjuva unsurları ve Yunan Stalinist “Avrokomünist” bürokrasisinin kalıntıları da dahil olmak üzere temsil ettikleri varlıklı orta sınıf katmanların çıkarlarına uyum sağladı.
Syriza, AB’nin kemer sıkma taleplerine karşı Avrupa işçi sınıfından hiçbir destek başvurusu girişiminde bulunmadı. Aksine, AB müzakerelerinden birkaç hafta sonra, Syriza, kemer sıkma Memorandumunu sürdürmek için bir taahhüt imzaladı. Yaz aylarında, AB yeni kesintiler talep ettiğinde, Tsipras istifa etmeyi bir bahane olarak kullanmak, sağcı bir hükümetin iktidarı almasına ve AB’nin taleplerini dayatmasına izin vermek için AB kemer sıkma programı konusunda kaybetmeyi umduğu bir referandum düzenledi.
İşçi sınıfı, AB’den ve Yunan şirket medyasından gelen tehditlere meydan okuyup AB kemer sıkma politikalarına “hayır” oyu verdiğinde, Tsipras oylama sonucunu tanımadı. O, Berlin’in Yunanistan’ı avro bölgesinden çıkarmasını önlemek için yeni bir acımasız kemer sıkma paketini kabul etti.
Tsipras, daha sonra, Wall Street ve Clinton Global Initiative’i ziyareti sırasında, yatırımcı yanlısı politikalarına müşteri çekmeye çalıştı ve “Yunanistan, birkaç yıl içinde, yabancı yatırım için başlıca çekim merkezi olacak” vaadinde bulundu; yani onun politikalarının sonucu olarak, bankacıların Yunan işgücünü aşırı sömürüye maruz bırakacağını vaat etti.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, Syriza deneyiminden dersler çıkaran 13 Kasım 2015 tarihli açıklamasında şöyle yazmıştı: “İleriye giden tek yol, işçi sınıfını Yunanistan’da ve uluslararası ölçekte seferber eden gerçek bir devrimci politikadan geçmektedir. Bu, kapitalist sınıfa yönelik doğrudan bir saldırıyı, onların servetlerinin kamulaştırılmasını; emekçilerin demokratik denetimi altına almak üzere, büyük bankalara ve üretici güçlere el konulmasını ve tüm Avrupa’da ve dünyada işçi devletlerinin kurulmasını gerektirir. Böylesi mücadeleler, Syriza gibi partilere karşı acımasız mücadele içinde işçi sınıfına siyasi önderlik sağlayacak olan Marksist partilerin inşasını gerektirmektedir.”
İspanya’da emekçiler uğruna mücadele eden bir parti, ancak Podemos’e karşı acımasız mücadele içinde doğabilir. Madrid’in Complutense Üniversitesi’nden bir grup Stalinist profesör tarafından kurulan, Anti-Kapitalist Sol gibi Syriza’ya destek vermiş sahte sol grupların yardım ettiği Podemos, egemen “kast”a karşı popülist sloganlarla İspanyol yurtseverliğine, orduya ve serbest piyasaya seslenmeyi birleştirmiştir.
Geçtiğimiz yıl, Podemos lideri Iglesias, New York’a yaptığı bir ziyaret sırasında ekonomi kanalı CNBC ile bir röportajında, partisinin PSOE ya da PP’nin her ikisiyle de çalışabileceğini belirtmiş ve serbest piyasanın bir “gerçeklik” olduğu açıklamasını yapmıştı. Bu yıl, orduda bir güçlendirme yöneliminin başlatılmasının ardından, Podemos, Libya’daki 2011 NATO savaşına İspanya’nın katılmasını yöneten General Julio Rodríguez Fernández’in Zaragoza ilinden aday olarak gösterilmesini gururla duyurmuştu.
Syriza’dan hiçbir farkı olmayan Podemos, Avrupa işçi sınıfını savaşa, kemer sıkmaya ve Avrupa Birliği’ne karşı birleştirme mücadelesinin amansız bir düşmanı olduğunu kanıtlayacaktır.