Koronavirüs salgını şiddetle devam etmesine rağmen, hükümetlerin ve şirketlerin –sendika bürokrasisinin suç ortaklığıyla– işçileri gerekli olmayan sektörlerde çalışmaya zorlamasına karşı Avrupa genelinde grevler meydana geliyor ve işçiler arasındaki öfke büyüyor.
İtalya, Fransa, Britanya, İspanya ve Almanya’nın büyük kısmında en az bir haftadır sürdürülen tecride rağmen vaka sayısı hâlâ hızla artıyor. Dün dünya genelinde doğrulanmış vaka sayısı 464.683’e yükselirken, Avrupa’daki toplam vaka sayısı 254.619’a, ölü sayısı ise 14.375’e yükseldi. İspanya’da 5.553 yeni vaka ve 454 ölüm; İtalya’da 5.210 yeni vaka ve 683 ölüm; Almanya’da 4.332 yeni vaka ve 47 ölüm; Fransa’da 2.929 yeni vaka ve 231 ölüm; Britanya’da 1.452 yeni vaka ve 43 ölüm; İsviçre’de ise 1020 yeni vaka ve 31 ölüm kaydedildi.
Avrupa genelinde geniş işçi kitleleri için test ve hastane bakımı mevcut değil. Bunun yerine işçilere ağrı kesici alıp evde kalmaları ve ağır zatürrenin gelişip gelişmeyeceğini beklemeleri söyleniyor. Bu ise geçtiğimiz hafta güney Londra’da üç çocuk annesi Kayla Williams’ın ölümünde olduğu gibi trajedilere yol açıyor. 20 Mart’ta sağlık görevlileri ona “öncelik” durumu olmadığı için hastaneye yatırılamayacağını söylediler. Tedavi edilmeyen Williams, ertesi gün evinde COVID-19’dan hayatını kaybetti.
Roma’daki Kolezyum, bir maskenin atıldığı su birikintisinden yansıyor; 8 Mart 2020 Pazar. (Alfredo Falcone/LaPresse via AP)
İşçiler, hükümetlerin milyarlarca avroluk kurtarma paketleriyle nakde boğulan ve yatırımcılarına kâr sağlamaları için kendilerinden işe geri dönmelerini talep eden büyük şirketlere son derece öfkeliler. Halbuki salgının yayılmasını önlemek için mümkün olduğunca çok işçinin evde kalması gerekiyor. İşyerlerinde daha fazla sosyal temas kaçınılmaz olarak daha fazla koronavirüs ölümüne yol açarken, işçilere, aslında “zenginlerin kârları için ölmek ister misiniz” sorusu yöneltiliyor.
Dün, İtalya’nın Milano ve Roma bölgelerinde, metal işçileri sendikaların çağrısıyla bir günlük greve gitti. Bu grev, Başbakan Giuseppe Conte hükümetini ve yozlaşmış sendikaları ülke genelinde karantina uygulamayı kabul etmeye zorlayan bir fiili grev dalgasından iki hafta sonra gerçekleşti. Metal işçilerinin grevinin yanı sıra, Torrazza Piemonte’deki dev tesis dahil olmak üzere Amazon tesislerinde grevler ve petrol istasyonu görevlilerinin iş bırakma tehditleri söz konusu.
İtalya ve Avrupa genelinde hâlâ çalışmaya zorlanan geniş işçi kesimleri de (posta, market ve banka çalışanları) greve gitmeyi tartışıyor. İşçiler, özellikle gerekli olmayan sektörlerde koronavirüse karşı uygun maske ve koruyucu donanım olmadan çalıştırılmalarına öfkeliler.
Madrid’in güneyindeki bir işçi sınıfı semtinde yaşayan bir market çalışanı, kentte en az 12.000 kişinin hastalığa yakalanmasının, 1.500 kişinin ölmesinin ve 1000’den fazla kişinin yoğun bakıma alınmasının ardından tehlikeli koşullarda çalıştırılmalarından duyduğu korkuyu ve öfkeyi basına dile getirdi: “Bizler, Titanik’teki üçüncü sınıf yolcularız. Bir hiç uğruna hayatlarımızı tehlikeye atıyoruz. Gözden çıkarılıyoruz.”
Benzer şekilde, Fransa, Saran’da bulunan Amazon tesisindeki işçilerin büyük bir kısmı geçtiğimiz hafta hastalık izni aldı ve birkaç yüz işçi, işyerinde hayati bir tehdit olduğunda ücretli izin alma haklarını (Fransa yasalarında korunan bir hak) talep etmek için sendika yetkilileri ve şirket yönetimi ile yapılan toplantıya katıldı. Saran’daki bir işçi şunları söylüyordu: “Bir pakete en az yirmi farklı insan elliyor. Her gün ölüm korkusuyla işe geliyoruz. Bu şekilde devam edemez.”
Saran’daki işçiler birçok ülkeye yüz maskesi, el temizleyici jel ve başka önemli malzemelerden gönderirlerken, kendilerine hiçbir koruyucu donanım verilmiyor ve sık sık işçiler arasında 2 metre bulunması kuralını ihlal ederek birlikte paketleme yapmaları gerekiyor. Bir diğer işçi, bu ölümcül koşulları kabul etmelerini sağlamak için yönetimden gelen iki avroluk zam teklifinin “utanç verici” olduğunu söyledi.
Amazon işçileri, PSA’nın Mulhouse ve Trémery’deki otomotiv fabrikalarında, Onnaing’deki Toyota tesisinde, Sandouville’deki Renault fabrikasında, Crespin’deki Bombardier fabrikasında ve Saint Nazaire’deki Chantiers de l’Atlantique tersanesinde çalışan kardeşlerini takip ettiler. Tüm bu işçiler, işyerlerindeki hayati tehlikeden uzak durma haklarını kullanarak iş bıraktı.
Egemen sınıfın temsilcileri, fabrikaları kimin kontrol edeceği konusunda işçilerden gelen ve giderek artan meydan okumanın son derece farkındalar ve bundan kaygılılar. Fransa’daki MEDEF işveren federasyonunun başkan yardımcısı Patrick Martin, “Sağlık önlemleriyle faaliyetlerin yasaklanmadığı birçok yer dahil olmak üzere her sektörde, işçilerin tavırlarında son derece sert bir değişim söz konusu,” diye uyarıda bulundu. Duyarsızca, işçileri COVID-19’un doğurduğu ölümcül tehdide “aşırı tepki” göstermekle suçlayan Martin, yönetimin “işçilerden gelen basınç nedeniyle üretimi daha fazla sürdüremeyebileceği”nden yakındı.
Dün, Kuzey İrlanda’daki çeşitli yiyecek üretimi tesislerinde (Lurgan’daki ABP Meats ve Seagoe, Portadown ile Co Armagh’daki Moy Park) çalışan işçiler iş bıraktı. Çalışmaya devam etmeleri halkın gıda tedarik etmesi açısından kritik olduğu için bu tesislerdeki işçiler “en önemli işçi” statüsündeler. Ancak bu sözde çok önemli statüye rağmen, bu tesislerdeki işçiler de çok kötü, hatta ölümcül koşullarda çalıştırılıyorlar.
Mal varlığı tahminen 2,45 milyar avro olan Larry Goodman’ın sahibi olduğu ABP’de greve giden işçiler, işyerinde sosyal mesafe önlemlerinin alınmasını ve COVID-19 testleri pozitif çıkan işçilerin daha önce çalıştıkları yerlerin yoğun biçimde temizlenmesini talep ettiler. Faaliyetleri İrlanda Cumhuriyeti’nden Fransa’ya ve Hollanda’ya kadar uzanan Britanya merkezli bir ulusötesi şirket olan Moy Park’taki işçiler, hastalığın bulaşmasını önlemek için gerekli temel güvenlik tedbirlerinin ihlal edildiğini ve kalabalık bir yemekhaneye doluşmaya zorlandıklarını gösteren fotoğrafları Twitter’da yayımladılar.
İşçiler için, salgına ve kapitalist sınıfın sorumsuz politikalarına karşı ileriye giden yol, mücadelelerini sendikalardan bağımsız eylem komiteleri üzerinden örgütlemelerinden geçiyor. İşçileri işbaşı yapmaya zorlayan şirketler ve hükümet tarafından kontrol edilen ve fonlanan sendika bürokrasilerine asla güvenilemez. Salgın, halk sağlığını korumak için işçilerin sanayi tesislerinin denetimini alması gerekliliğini çoktan göstermişken, aynı zamanda işçilerin siyasi iktidarı alması gerektiğini de gözler önüne seriyor.
Dün İtalya’da bir günlük grev sırasında sendikalar ile Conte ve Confindustria işveren federasyonu arasında yapılan görüşmelerden çıkarılacak ders budur. Confindustria tüm grevlerin durdurulmasını talep eder ve Conte İtalya’nın işçi grevlerini “kaldıramayacağını” iddia ederken, sendikalar, işyerlerinin faaliyetlerinin “gerekli” olduğu konusunda polisin ve şirketlerin ortak onay vermesine ilişkin rezil bir anlaşmayı onayladılar. Bu, onlara, işçileri işbaşı yapmaya zorlama olanağı verecek.
Hali vakti yerinde sendika bürokratları, işçilerin evde kalma talebini hiçe sayan bir anlaşmayı bile bile imzaladılar. Sendikalar, Confindustria ile ortak yayımlanan bir açıklamada, “bölgesel kuruluşların, gerekli tedarik zincirinin sürekliliğini sağlamak açısından işlevsel faaliyetlerde bulunan şirketlerin uygunluğunun belgelenmesine yardımcı olmak için” polis memurlarını da kapsayacağını belirttiler.
İtalya’nın ya da Avrupa’nın grevlere yol açan talepleri kaldıramayacağı iddiası siyasi bir yalandır. Doğrusu Avrupa’nın kaldıramayacağı şey, mali aristokrasiyi zenginleştirmek üzere belirlenen politikaların daha fazla ölüme yol açmasıdır.
Şirketler ve milyarder yatırımcılar Avrupa Merkez Bankası’ndan 750 milyar ve Almanya’da 1,1 trilyon avroluk kurtarma paketleri aldılar. Her büyük Avrupa devleti, esas olarak büyük şirketlerin yararlandığı yüz milyarlarca avroluk devlet yardımları yaptı. Bu fonların bir kısmı sendika bürokrasisine tahsis ediliyor. Süper zenginler COVID-19 salgınını trilyonlarca avroyu gasp etmek için kullanırken, hükümetlerin uyguladığı politikalar salgının devam etmesine neden oluyor.
İşçiler ve mali aristokrasi arasında belirleyici bir çatışmaya doğru gidiliyor.
Avrupa’da hükümetlerin salgına karşı saldırgan bir müdahalede bulunmamasından dolayı işçiler arasında öfke büyüyor. Fransa’da Odoxa’nın gerçekleştirdiği bir ankete göre, katılımcıların yüzde 70’i hükümetin halka gerçekleri söylediğine inanmıyor; yüzde 79’u hükümetin net bir politikasının olmadığını düşünüyor ve yüzde 88’i halkın eve kapanmasının daha önce başlamış olması gerektiğine inanıyor. Fransız hükümetinin salgına yönelik politikasının ana hatları –evde kalmaya karşı çıkması, salgına karşı güvenlik önlemlerini küçümsemesi, hastaları testten ve tedaviden yoksun bırakması– Avrupa genelinde benzerdi.
İleriye giden yol, işçi sınıfının, süper zenginlere verilen devasa miktardaki kamu parasına el koymak ve bu kaynakları salgına karşı uluslararası ölçekte koordine edilen bir mücadeleyi de kapsayan sosyalist politikalara yönlendirmek için devrimci mücadeleye girişmesinden geçmektedir.