Fransa’daki “Sarı Yelek” protestoları ve Jean-Luc Mélenchon’un kapitalizm yanlısı popülizmi

Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron’a karşı patlak veren kitlesel protestolar, onlarca yıl boyunca Avrupa “solu” olarak geçinen yozlaşmış, küçük burjuva Marksizm karşıtlarının iflasını hızla teşhir ediyor.

İşçilerin, emeklilerin ve küçük esnafın akaryakıt vergisi zammına ve emeklilik maaşı kesintilerine karşı protestoları, sendika bürokrasilerinin ve resmi siyasi partilerin kontrolünden bağımsız olarak, Facebook üzerinden örgütlenmişti. Bu güçler, “sarı yelek” protestolarından uzak durdular; onlar bu protestoları ne bekliyor ne de istiyorlardı. Onların “sarı yelekliler”e yönelik düşmanlığı, Stalinist sendika yöneticisi Philippe Martinez’in (CGT) “sarı yelekliler” ile yürümeyi reddetmesiyle ve bunu, onlara neo-faşist oldukları iftirasını atarak gerekçelendirmesiyle örneklenmişti.

Bu yüzden, Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) önderi Jean-Luc Mélenchon, “sarı yelek” protestolarına katılacağını söyleyince, bir protestocu Twitter’da onu şöyle yanıtlamıştı: “Hareketi kendi çıkarın için kullanıp bitirmeye çalışıyorsun; geri dön ve kankan Macron’la çene çal.” Bu hafta sonu, Mélenchon, kendi bloğunda, sosyalizmin öldüğünü ve işçi sınıfının siyasi olarak ilgisiz olduğunu ilan eden “Sarı yelekli yurttaş devrimi üzerine” başlıklı bir yazı yayınladı.

Mélenchon, şöyle yazıyor: “Çok sevinçliyim. Benim açımdan, mevcut olaylar, Halk Devri kitabımda özetlendiği haliyle yurttaş devrimi teorisinde temellendirilmiş olan teorik şemanın doğrulanmasıdır… Bu kavramsallaştırma, geleneksel solun ve aşırı solun bu konudaki geleneksel dogmalarından ayrılmaktadır.” Mélenchon, kitap “yeni bir aktör öneriyor: ‘halk’” ve “Tarih’in dinamiğindeki kaçınılmaz çift olarak proletaryanın ve sosyalist devrimin merkeziliğinden bir kopuş” gerçekleştiriyor, diye ekliyor.

Mélenchon’un, popülizmin (“halkçılık”) Marksizm üzerindeki üstünlüğü hakkında böbürlenmesi saçmadır. Eğer Mélenchon üstün teoriye sahipti ise, neden işçi sınıfı ve ezilen orta sınıf kesimler arasında kitlesel protestoların patlak vermesiyle gafil avlandı ve neden protestocular ona saldırıya geçip küstah bir kariyerist olduğunu söylediler?

Doğrusu, “sarı yelekliler” protestolarının patlak vermesi, Mélenchon’un popülizmini doğrulamamış; tersine, paramparça etmiştir. Şoförleri ve emeklileri etkileyen vergi artışlarına karşı protestolar, Macron’a, toplumsal eşitsizliğe ve mali aristokrasinin ayrıcalıklarına karşı patlayıcı sınıfsal öfkeyi gösterdi. Sınıf, bugün her zamankinden daha fazla tartışılmaktadır. Fransa’da ve dünya çapında hakim olan devasa toplumsal eşitsizliğe, kapitalist sömürüye ve egemen sınıfın kibrine karşı büyük bir öfke gelişiyor.

Ancak, Mélenchon gibi burjuva politikacıları, Marksizmi ve Troçkizmi bastıracak şekilde, onlarca yıl boyunca “sol” diye geçinen şeye yön verdiler. Bunun sonucunda, “sarı yelekliler”, var olan tüm kapitalist siyasi partilere düşmanlıklarını göstermek amacıyla, “apolitik” olduklarını ve bunun ayrıcalıklıların değil “halkın” hareketi olduğunu iddia ediyorlar. Dolayısıyla, Mélenchon’un düşünceleri, ona haklı olarak güvenmeyen protestocular arasında bile, belirli bir etki yapmaya devam ediyor.

Bununla birlikte, Mélenchon’un, işçi sınıfının uluslararası sosyalist devriminin bir alternatifi olarak ulusal bir halk devrimini önermesi, kapitalist mali aristokrasiye karşı mücadelenin gelişmesin önündeki gerici bir engeldir. Bu, tam da “sarı yelek” protestolarının Avrupa geneline yayıldığı ve Fransa’da giderek büyüyen işçi kesimlerinin “sarı yeleklileri” desteklemek için greve gittiği sırada, Fransız işçileri uluslararası sınıf kardeşlerinden ve Fransa içindeki yabancı işçilerden ayırmaktadır.

Bu önerinin hedefi, gelişen hareketi kapitalizme ve Fransız devletine bağlamaktır. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Fransa şubesi olan Sosyalist Eşitlik Partisi (Parti de l’égalité socialiste) ise, işçi sınıfı içinde eylem komiteleri kurma çağrısı yapıyor. Sendikalardan bağımsız olan bu tür organlar, büyüyen grev eylemlerini bir araya getirip, protestocuları ve işçi sınıfı mahallelerini polis vahşetine ve haksız polis gözaltılarına karşı savunabilir. Bu komiteler, siyasi iktidarı işçilere aktarmak için uluslararası bir hareketin örgütsel çerçevesini oluşturabilirler.

Mélenchon’un kelime oyunu, mali aristokrasiyi, polisi ve mevcut kapitalist devleti devrimden korumayı amaçlamaktadır. O, şunları belirtiyor: “Devlet iktidarının böyle bir [popülist] hareketin darbeleri altında nasıl düşebileceğini söylemek benim işim değil. Benim açımdan, özellikle sonuç barışçıl ve demokratik olmalı. Yani, her durumda, bu, krize yönelik kurumsal bir çözüm bulunması meselesidir… Bizim öncelikli görevimiz, mevcut demokratik yöntemleri kullanmaktır; örneğin, tüm muhalefet partileri bir güvensizlik önergesi ile beraber tek bir şey talep ediyor: yeni seçimler. ”

Belirtmek gerekir ki, Mélenchon, Ulusal Meclis için yeni seçimler düzenlenmesi talebiyle, geçtiğimiz yıl önerdiği, Macron’un başbakanı olma stratejisini yeniden deniyor. Bu, Macron’u iktidarda tutacağı için, ana sloganlarından biri “Macron, istifa” olan “sarı yelekli” protestocuların yüzüne indirilmiş bir tokattır.

Uluslararası işçi sınıfının acı deneyimleri, bu perspektifin işçi sınıfı için bir çıkmaz sokak olduğunun altını çizmektedir. Pierre Lambert’in Enternasyonalist Komünist Örgüt’ünün (OCI) Troçkizmden ve DEUK’tan ulusalcı temelde kopmasının ardından, bu örgütten bir senatör ve bakan olarak uzun bir kariyer yaptığı büyük sermayenin Sosyalist Parti’sine (PS) geçen, 1968’in eski bir öğrenci radikali olan Mélenchon, Yunanistan’daki Syriza’nın ve İspanya’daki Podemos’un Fransız müttefikidir.

Bu partilerin sicili, Mélenchon’un pazarlamakta olduğu popülist perspektifin işçiler için bir tuzak olduğuna ilişkin bir uyarıdır. Syrizalı Başbakan Aleksis Çipras, iktidardaki dört yılının ardından, Avrupa Birliği’nin (AB) kemer sıkma politikalarını uygulaması, Ortadoğu’daki savaşlara suç ortaklığı ve berbat koşullardaki Yunan toplama kamplarında kapana kısılmış sığınmacılara yönelik acımasız zulmü ile ünlüdür. Podemos’a gelince; o, Çipras’ın Yunanistan’da ulusal düzeyde uyguladığı aynı gerici politikaları, İspanya’da bölgesel düzeyde uyguluyor.

“Sarı yelekliler” yüksek vergileri, düşük alım gücünü ve Macron’un bir Avrupa ordusuna fon oluşturmak için tasarlanmış vergilerini protesto ederken, Fransa’da bu tür bir hükümetin kurulmasının önerilmesi, Mélenchon’un bu harekete yönelik düşmanlığının apaçık bir işaretidir. İşçi sınıfının, “sarı yelekliler” tarafından gündeme getirilen ve ihtiyacı yaygın biçimde hissedilen talepleri ilerletmek için önünde duran tek yol, iktidarı ele geçirmeyi amaçlamaktan geçmektedir.

İşçi sınıfı, böyle bir mücadele için, kendi sosyalist-Troçkist partisine ihtiyaç duymaktadır. Mélenchon’un ve müttefiklerinin sicili, Mélenchon gibi işçilere düşman yozlaşmış yetkililerin sosyalist değil ama gerici popülistler olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Onun sinik makalesi, mevcut toplumsal ve siyasi düzeni savunmak için popülizmi yükseltirken, “sol”un ve “sosyalizm”in adını lekelemek için kendi iflasını kullanmayı amaçlamaktadır.

Mélenchon, oldukça bilinçli bir şekilde, en az CGT önderi Martinez kadar, “sarı yelekli” protestoculara düşmandır. O, bu stratejinin, alternatiflere kıyasla, protestolara mümkün olan en az sayıda tavizi vermeyi gerektireceği görüşü temelinde, yeni seçimleri savunmaktadır.

“Krize yönelik olası çözümler konusu”nu irdeleyen Mélenchon, şunları yazıyor: “üç çözüm olduğu görülüyor. İlki, hareketin moralini bozup onu sona erdirmektir ki bu, tehlikeli ve zaten çok açık. İkincisi, parlamentonun dağıtılması ve seçimler. Bu, demokrasiye uygun bir mantıktır. Ne protestocular ne de hükümet ve onun meclis çoğunluğu pes etmek istediği için; demokrasi karar vermelidir. Son olarak, üçüncüsü: harekete boyun eğilmesi. Bu, en kolayı olur ama kabul etmek gerekiyor ki, gün geçtikçe, protestocuların taleplerinin ölçeği çok geniş bir şekilde büyümüştür. Öyle ki, gerçekten de, seçim en iyi ya da her durumda en barışçıl seçenek olacaktır.”

Bazıları artık protestoculara karşı müdahale etmek üzere orduya çağrı yapan polis sendikalarından geniş kesimleri içeren LFI partisinin önderi Mélenchon, şu sonuca varıyor: “Tüm bunlardan, benim aklıma tek bir hedef geliyor: krizden olası en iyi çıkış yolunu bulmak için her zaman sorumlu bir şekilde davranmak.”

Mélenchon’un bu krizde kendisine belirlediği başlıca görevin, derin ve potansiyel olarak ölümcül bir krizin ortasında, Macron hükümetini kurtarıp savunmak olduğu açıkça ortadadır. O, okurlarını, “güvenlik güçlerinin” protestoların üzerine gitmek için verilen “emirlere itaat etmeyi reddetmesi” olasılığı konusunda uyarıyor ve şunları ekliyor: “Elbette, bu tür bir kırılganlık yoktan var olmaz. Şu anki durum budur. Binlerce saatlik ödenmemiş mesailer, diğer güvenlik kurumlarında da olduğu gibi, polis içinde 100’den fazla intihar, birkaç gün içindeki gergin sendika seçimleri, durum her yerde patlayıcı.”

Mélenchon, polis sendikalarının önümüzdeki Cumartesi günkü “sarı yelek” protestolarına karşı daha saldırgan bir polis müdahalesi yönündeki çağrılarını tekrarlayacak şekilde, şunu ekliyor: “Her durumda, sarı yeleklilerin Cumartesi protestolarına yönelik mevcut polislik düzenlemeleri, uzun vadede sürdürülemezdir.”

Bu açıklamalar, DEUK’un ve PES’in, Mélenchon gibi sahte solcu güçlerin gerici rolü hakkındaki uyarılarını doğrulamaktadır. Kitleler içindeki toplumsal öfkenin yükselişine karşı kapitalist devleti savunanlar, yalnızca mecazi olarak değil ama gerçek anlamda da, barikatın diğer tarafında yer almaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir