Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2 Temmuz’da Kilis’teki bir iftar programında Suriyeli sığınmacılara (aşağıda göreceğimiz gibi, aslında onların çok küçük bir kesimine) vatandaşlık hakkı verilmesi düşüncesini açıklaması, burjuva siyaset kurumu içinde yeni bir tartışma yarattı.
Tartışmanın başlatıcısı olan iktidar, Erdoğan’ın ağzından, “Suriyeli kardeşlerimize bu yardımı yapacağız… onlara vatandaşlık imkanını vereceğiz” derken, burjuva muhalefet partileri, bu uygulamanın sözde yol açacağı “toplumsal sorunlar”a ilişkin “kaygılar” ile örtülü şoven milliyetçi bir tepki sergiliyor.
Bu arada, Metropoll adlı bir kamuoyu araştırma kuruluşunun dört ay önce yapmış olduğu bir araştırma, burjuva medyası tarafından, hiç kuşkusuz kasıtlı biçimde, yeniden gündeme getirildi. Araştırmaya göre, katılımcıların yüzde 83’ü Suriyelilere vatandaşlık verilmesine karşı çıkarken, öneriyi yalnızca yüzde 10’u destekliyormuş. Şirketin web sitesinde yer almayan araştırmanın ayrıntılı verilerine (katılımcıların sayısına, toplumsal konumuna vb.) sahip değiliz ama basında yer alan haberlere göre, CHP’lilerin yüzde 97’si, MHP’lilerin yüzde 94’ü ve AKP’lilerin yüzde 78’i Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verilmesine karşıymış. Bu oran, HDP’ye oy verdiğini ifade eden katılımcılarda yüzde 69 imiş.
Ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, iktidarın Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verilmesi düşüncesine yönelik tepkisini, “Profesörleri, sanatçıları, sporcuları, girişimcileri almalarına itiraz etmem. Ancak Cumhurbaşkanı, ‘Kim talep ederse’ diyor. Daha şimdiden gettolar oluşmuş. 3 milyon insanı nasıl sindireceksin? Esnafa sorsunlar, istiyor mu?” sözleriyle gösterdi. Kılıçdaroğlu’na göre, “Onların [Erdoğan’ın ve hükümetin] kafasının arkasında kendi çıkarları… Başkanlık için yeni oy kazanma planı var”dı. Ayrıca, “terör örgütü mensupları da Suriyelilerle birlikte sızıyor”du.
Kılıçdaroğlu’nun itirazlarına, beklendiği üzere şoven Türk milliyetçisi bir söylemle, MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli de katıldı. Bahçeli’ye göre, “Türk vatandaşlığının bir bedeli, bir şanı, bir sorumluluğu olmalı” idi. “Türkiye’nin varlığına yönelik” iç ve dış komplolar nakaratını tekrarlayan Bahçeli, “Türkiye’nin yeterince vahim sorunları varken, sırf siyasi gayelerle Suriyelilere vatandaşlık hakkı tanımak, hazmedilecek bir durum ve tercih değildir.” dedi. Ona göre, “Türk vatandaşlığı… önce hak edilmeli”ydi.
En açık biçimde Bahçeli’nin ağzından dile getirilen bu şoven milliyetçi tepki, sosyal medyadaki yansımasını, “Kendi ülkesinde savaştan kaçacak, sınavsız okula girip askerlik yapmayacak, 10 yıl sonra benden iyi yaşayacak.” diyen #ÜlkemdeSuriyeliİstemiyorum adlı hesapta buldu. (Bu tür satırları yazanların ve onaylayanların, Ankara destekli İslamcı çetelerin Suriye’nin önemli bir bölümünde estirdiği barbarlıkla karşılaşmasını, elbette hiç kimse istemez, ama insan, yine de, “Suriye’de olsan ne yapardın?” sorusunu sormadan edemiyor.)
Kılıçdaroğlu’nun “esnafa sorun” diyerek işaret ettiği bir küçük-burjuvanın ekonomik-toplumsal kriz karşısındaki ruh halini yansıtan bu faşizan söylem, yalnızca, Suriye’de yaşanan toplumsal felaket ve Ankara’nın orada oynadığı rol konusundaki derin cehaletin ifadesi değildir. Sosyal medyada yer alan bu tür ifadeler, aynı zamanda, Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verilmesi düşüncesine karşı çıkan bütün kesimlere damgasını vuran ve başta iktidardaki AKP olmak üzere bütün burjuva ve küçük-burjuva partilerin politikalarına yol gösteren faydacı yaklaşımın da dışavurumudur.
“Vatandaşlık” konusunun gündeme getirilmesinden önce de tüm sığınmacılar ve göçmenler için eşit vatandaşlık hakkını savunmayan HDP’nin konuya ilişkin aldığı tutum, onun en temel demokratik hakları bile savunmaktan aciz bir burjuva partisi olduğunun en son kanıtlarından birisidir. HDP sözcüsü Ayhan Bilgen’in, genel olarak “sığınmacıların iktidarın politikasına alet edilmesi”ne karşı çıkan ama Cenevre Sözleşmesi’ndeki çekinceyi kaldırmaya çağırmaktan daha fazlasını dile getiremeyen açıklaması, HDP’nin bu konuda diğer düzen partileriyle aynı duruşa sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık hakkı verilmesi üzerine sürmekte olan tartışma, Türkiye’deki burjuva siyaset kurumunun çürümüşlüğünü bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bütün düzen partileri, en sinik siyasi hesaplar uğruna, ülkeleri ABD emperyalizmi ve onun -başta Türkiye olmak üzere- bölgesel müttefiklerinin başlattığı bir rejim değişikliği savaşında yıkıma uğramış, önemli bölümü İslamcı teröristlerin barbarlığına teslim edilmiş bir ülkeden kaçan üç milyondan fazla insanın yaşamı ile oynamaya devam ediyorlar.
Türkiye’deki burjuva siyaset kurumu, muhalefetteki partiler de dahil, yalnızca Suriye’de sürmekte olan savaşın ya da binlerce insanın Ege’de ve Akdeniz’de ölmesinin suç ortağı değildir. Onlar, aynı zamanda, Türkiye’ye sığınan üç milyondan fazla Suriyelinin insanlık dışı koşullarda yaşamaya mahkum edilmesinin, on binlerce çocuğun ve kadının organ ve fuhuş mafyalarının insafına bırakılmasının, yüz binlercesinin atölyelerde ve tarlalarda boğaz tokluğuna çalıştırılmasının ya da sokaklarda dilenci konumuna düşürülmesinin de başlıca sorumlusudur.
CHP’den, MHP’ye ve HDP’ye kadar TBMM’de temsil edilen bütün muhalefet partileri ile onların meclis dışındaki izleyicileri, ABD emperyalizminin Suriye’de beş yıl önce başlattığı ve AKP iktidarının başlıca suç ortaklarından biri olduğu rejim değişikliği savaşını, şu ya da bu biçimde destekliyorlar.
Dahası, şimdi cumhurbaşkanının “vatandaşlık hakkı” önerisine karşı çıkan burjuva ve küçük-burjuva muhalefet, AKP iktidarının, Suriyeli sığınmacıları, “Suriyeliler kardeşlerimizdir, misafirlerimizdir, kucak açıyoruz” yalanı eşliğinde patronlar için ucuz işgücü ya da AB’ye karşı şantaj unsuru olarak kullanması karşısında, yıllarca sessiz kalmıştır. Bunun nedeni, bütün bu partilerin, Suriyeli sığınmacıların varlığını büyük bir kar/sömürü fırsatı olarak gören patronların çıkarlarını temsil ediyor olmalarıdır.
Onlar, göçmenlerin ve sığınmacıların durumunun iyileştirilmesi için atılması gereken en önemli adımlardan biri olan 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi üzerindeki çekinceyi kaldırma yönünde hiçbir şey yapmadılar. Türkiyeli egemenler, Cenevre Sözleşmesi’ni “coğrafi sınırlama”yla, sadece Avrupa’dan gelenlere “sığınmacı” statüsü tanıyacak şekilde imzalamıştı ve bu “coğrafi sınırlama” koşulu, 65 yıldır kaldırılmış değil! Bu yüzden, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların, uluslararası anlaşmalar eliyle -sınırlı da olsa- güvence altına alınmış hiçbir hakkı bulunmuyor.
Hükümet yetkililerinin “misafir“ olarak adlandırdığı Türkiye’deki Suriyelilerin “geçici koruma altındaki sığınmacı” gibi, ilk bakışta anlamsız gelen bir konuma mahkum edilmesi, onların her an sınır dışı edilme tehdidi altında tutulmasına olanak sağlamakta; onları, patronların ve siyasi iktidarların şantajlarına karşı bütünüyle savunmasız kılmaktadır.
“Vatandaşlık” tartışmasında Cenevre Sözleşmesi’ne konulan bu koşulun kaldırılmasından hiçbir şekilde söz edilmiyor olması, iktidarın Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verme kararının ardında “insani kaygılar”dan çok ekonomik ve siyasi çıkarların yattığının; burjuva muhalefetin de bunu onayladığının yalın bir göstergesidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verilmesi” önerisi ve bunun ardından iktidar sözcülerinin yaptıkları açıklamalar, yapılması gereken yasal değişikliklerde, “güvenliğin” yanı sıra, eğitim durumu, meslek ve mezhep gibi başka -ve ayrımcı- ölçütlerin de göz önünde bulundurulacağının işaretini veriyor. Başta Almanya olmak üzere kimi Avrupalı emperyalistlerin son birkaç yıl içinde vatandaşlığa kabul ettikleri Suriyelilere uyguladığı bu kriterler, burjuva muhalefetin kar odaklı gerici “kaygılarını” da gidermeye yöneliktir.
En önemlisi, muhalif siyasi partilerin ve medyanın koparttığı bütün yaygaraya karşın, söz konusu vatandaşlığın, bütün sığınmacıları ya da Suriyelileri içermeyecek olmasıdır. Yine basında yer alan haberlere göre, iktidar, ilk elde 30-40 bin olmak üzere, toplam 300.000 Suriyeliyi vatandaş yapmayı hesaplıyor. Yani, burjuvalar ve hali vakti yerinde küçük-burjuvalar ile bir kısım kalifiye işgücü (doktor, mühendis vb.) TC vatandaşı olurken, Türkiye’deki Suriyelilerin yüzde 90’dan fazlası, her an geri gönderilme tehdidi altında, insanlık dışı koşullarda yaşamaya çalışan sözde “misafir” konumunda tutulmaya devam edilecek.
Özetle, Erdoğan’ın “vatandaşlık önerisi”, derin bir kriz içindeki Türkiye burjuvazisinin, Türkiye’de zaten çok sayıda işyeri kurmuş olan ve on binlerce göçmen emekçiyi yıllardır köle gibi çalıştıran Suriyeli ortaklarının önünü açma ve onların Avrupa’ya gitmesinin önünü kesme hesabının ifadesidir. Bu kararı muhtemelen AB’nin patronlarına danışarak almış olan AKP’nin bundan edebileceği siyasi rant, yalnızca yan bir üründür.
Sosyalistler ve işçi sınıfı, emperyalizmin ve Türkiyeli egemenlerin yol açtığı felaketten kaçarak Türkiye’ye gelmiş olan Suriyelilerin kapitalist kar hesapları üzerine kurulu burjuva siyaset kurumunun sinik hesaplarına alet edilmesine şiddetle karşı çıkmalıdırlar. “Suriyelilere vatandaşlık verilmesi” üzerine burjuva siyaset ve medya kurumu içinde başlayan tartışmanın her iki kanadının da sermaye yanlısı yüzü açığa çıkartılmalı; Suriyeli emekçiler üzerinden oynanan bu gerici oyunu bozulmalıdır.
İşçi sınıfı, bankaların ve şirketlerin emrindeki burjuva politikacılar ile onların sendikacı ortaklarının, Suriyeli sığınmacıları sürekli artan işsizlik, yoksulluk ve toplumsal eşitsizlik için günah keçisi ilan eden propagandalarına zerre kadar prim vermemelidir. Milliyetçi ya da mezhepçi gerici bir söylemle desteklenen bu iddialar, bütün savaşların kapitalist kar sisteminin ürünü olduğu gerçeğini gizlemeye ve burjuva politikacıların Suriye ve Irak’ta yaşanan toplumsal yıkımdaki suç ortaklığını örtmeye yönelik yalanlardır.
Türkiyeli işçilerin, Suriyeli ve başka ülkelerden gelen kardeşleri ile hiçbir sorunu yoktur. Tersine, işçi sınıfının en fazla sömürülen ve ezilen kesimini oluşturan göçmen/sığınmacı işçiler, patronlara ve onların siyasi temsilcilerine karşı mücadelenin, potansiyel olarak, en militan bileşenleridir. Türkiyeli işçiler, sürekli kötüleşen çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirebilmek için, kendi güçlerine güç katacak olan, sığınmacı konumuna itilmiş kardeşleri ile sıkı sıkıya kenetlenmek zorundadır.
İşçiler, mülk sahibi sınıfların, onların partilerinin ve sendikacı uşaklarının işçileri milliyetçi, mezhepçi ya da bir başka temelde birbirine düşman kılmayı amaçlayan planlarını (ünlü “böl ve yönet“ politikası) boşa çıkartmalı; başta Suriyeliler olmak üzere, bütün sığınmacı ve göçmen emekçilere kayıtsız koşulsuz eşit vatandaşlık hakkı tanınması talebini yükseltmelidirler.