14 Aralık’tan bu yana sokağa çıkma yasağının devam ettiği ve 120 bin kişilik nüfusun 20 bine indiği Şırnak’ın Cizre ilçesindeki trajedi, bölgede yaklaşık altı aydır devam eden savaşın kirli yüzünü bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
23 Ocak Cumartesi günü bir eve havan topu isabet etmesinin ardından 30 kadar kişi beş katlı bir binanın bodrum katına sığınmıştı. Burada mahsur kalanlara ambulans ulaştırılmaması nedeniyle şimdiye kadar 7 kişi öldü, geri kalanlardan 15’inin yaralı olduğu, 8 kişinin ise onlara baktığı belirtiliyor. HDP Şırnak milletvekili Faysal Sarıyıldız, yaralılardan Sultan Irmak’ın, özel harekat polislerinin binaya yönelik saldırısının ardından öldüğünü söyledi.
Evde bulunanlardan geri kalanlar, tedavi göremedikleri için kan kaybı, binaya isabet eden toplar ve susuzluk nedeniyle, doğrudan ölüm tehdidi altında.
Hükümetin ve burjuva medyanın olayın ortaya çıkmasından beri verdiği tepki, bütünüyle devletin sorumluluğunu inkar etme, orada bulunanları karalama ve sonuçta, ölüme terk etme biçiminde şekilleniyor.
Şırnak valiliğinden sağlık bakanına ve başbakana kadar bütün yetkililer, ambulansların oraya ulaşamamasının gerekçesini, binaya gitmek üzere sokağa giren ambulanslara ateş açılması olarak açıklıyor ve evdekilerin yaralıları güvenli bölgeye taşımasını istiyorlar. Dışarıya çıktıkları anda vurulma tehlikesi altında olan sivillere yönelik bu “isteğin” pervasızlığı, yetkililerin bu talep doğallıkla karşılanamadığında başvurdukları “zaten niyetleri başka” argümanında iyice mide bulandırıcı bir hal alıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, Ankara’da ve burjuva medyada egemen olan bu insanlık dışı tutumun boyutunu, “belki de yaralı değiller” diyerek gözler önüne seriyor.
Evde bulunanlar, yaralıları ve ölüleri gösteren fotoğrafları gönderirken, binanın dışında yalnızca panzerlerin olduğunu ve ateşin bu panzerlerden açıldığını ifade ediyorlar. Bir kısmı olay üzerine İçişleri Bakanlığı’nda açlık grevine başlayan HDP’li vekiller de, Cizre’de, İçişleri Bakanlığı’nın verdiği talimatlara uymayan ve kendi başına hareket eden bir yapılanmanın olduğundan söz ediyorlar.
“Hükümeti dinlemeyen bir yapı” iddiası, Cizre’de yaşananların başlıca sorumlusu olan hükümetin sorumluluğunu hafifletmeye hizmet etmektedir. Bu, aynı zamanda, bir kent savaşı için orduyu ve polisi seferber eden hükümetin, sivil ölümlerini zaten göze almış, polise ve askere tam yetki vermiş olduğu gerçeğinin üstünü örtmektedir. Tersi durumda, sokağa çıkma yasağı kaldırılır, başta üst düzey yetkililer olmak üzere, yüzlerce polis ya da asker görevden alınır, onlar hakkında soruşturma başlatılırdı.
Hükümet ve medya, iddialarını sözde sağlamlaştırmak için binada bulunanlar arasında PKK yöneticilerinin ve hatta bir “Sırp keskin nişancı”nın olduğundan dem vuracak kadar ileri gitmiş durumda. Haberlerde, daha önce de devletin suçlarını gizlemek için defalarca başvurulan yöntemlerle, bina çevresinde “yabancı görünümlü” insanların görüldüğü yönünde iddialar ortaya atılıyor. Özetle, “orada bulunanlar teröristtir ve “öldürülmeleri normal” algısı hakim kılınmaya çalışılıyor.
Evde mahsur kalanların yaşadığı trajediden sadece üç gün önce, yaralılarını ve cenazelerini almaya giden sivillerin üstüne ateş açılmış, aralarında HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, Cizre Belediye eş başkanları, İMC TV muhabiri Saadet Yıldız ve İMC TV kameramanı Refik Tekin’in de bulunduğu sivil gruptan iki kişi ölmüş ve 10’dan fazla kişi de yaralanmıştı.
Üç cenazeyi ve dört yaralıyı kaymakamlığın bilgisi dahilinde alan beyaz bayraklı sivil gruba panzerlerden ateş açılması, Anadolu Ajansı tarafından şu şekilde çarpıtılmıştı: “Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde güvenlik güçleri ile teröristler arasında çatışma çıktı. Çatışmada 3 terörist etkisiz hale getirildi, 9 terörist yaralandı. Çatışma alanındaki yaralı teröristler, Cizre Belediyesi’ne ait cenaze araçları ve ambulansla kaçırılmaya çalışıldı. Yaralılar arasında bir televizyon kanalında kameraman olduğu ileri sürülen bir kişinin de yer aldığı belirtildi.”
Siyasi iktidarın tetikçisi resmi haber ajansı tarafından servis edilen bu haber, Milliyet, Hürriyet ve Star gibi gazetelerin web sitelerinde de tekrarlandı. Sivillerin katledilmeye çalışıldığı bu olay, saldırı sırasında, İMC TV çalışanı Refik Tekin’in kamerasının hala kayıtta olması sayesinde gözler önüne serildi (Video).
Hastanede yaralı yatan kameraman Refik Tekin, iktidarın Anadolu Ajansı’nın talimatına uygun olarak polis gözetiminde tutuluyor ve Cizre Cumhuriyet Savcılığı’nın çıkardığı gözaltı kararında, kendisinden “bölücü terör örgütü üyesi” olarak bahsediliyor.
Bütün bunlar, hükümetin savaş ve diktatörlük yöneliminde hiçbir sınır tanımadığının açık bir ifadesidir. İktidar-büyük şirket medyasının gönüllü olarak hizmet ettiği resmi propaganda, şimdi, kamuoyunu, binanın özel timler tarafından basılmasına ve içeridekilerin çatışma süsü verilerek “ölü ele geçirilmesi”ne hazırlıyor.
“PKK ile mücadele” maskesi altında Kürt illerinde estirilen devlet terörü, yalnızca başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da yaşanan emperyalist yağma savaşlarının bir uzantısı değil; aynı zamanda, egemen sınıfın herhangi bir kitlesel işçi ya da öğrenci hareketi karşısında alacağı tavrın habercisidir.
Türkiyeli egemen sınıfın savaş ve diktatörlük yönelimi, iktidarı “sağduyulu” olmaya davet eden uysal açıklamalarla ya da kendileri de aynı yönelim içindeki emperyalist hükümetlere yapılan çağrılarla önlenemez. Kapitalizmin doğrudan ve kaçınılmaz ürünü olan savaşa son vermenin tek yolu, tüm kimliklerden emekçilerin, enternasyonalist sosyalist bir program temelinde iktidarı almak üzere harekete geçmesidir. Bu, yalnızca, işçi sınıfının, kendisini din, mezhep, milliyet vb. eksenlerde bölen bütün burjuva partilerden ve onların kuyruğundaki sahte soldan koparak, kendi devrimci önderliğini, Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa etmesiyle başarılabilir.