Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Salı günü, Canberra’da, ABD ile Çin arasında bir savaşın, çatışma her iki tarafa da yıkıcı kayıplar getireceği için düşünülemez olduğunu söyledi. Bununla birlikte, gerçek şu ki, Wang’a Trump yönetiminin Pekin’e yönelik savaşçı duruşu hakkında soru sorulması, iki nükleer güç arasında artan çatışma korkusunun başka bir belirtisidir.
Avustralyalı mevkidaşı Julie Boishop ile ortak basın toplantısında konuşan Wang’a, bir Avustralyalı gazeteci tarafından, “bir dizi sorun konusunda Çin’e yönelik daha güçlü ve çok daha saldırgan bir duruş” işareti veren yeni ABD yönetiminin açıklamalarına yönelik tepkisi soruldu. “ABD ile Çin arasında savaş olasılığı hakkında gerçekten ne kadar endişelisiniz?”
Gazeteci, özellikle, ABD ile Çin arasında beş-on yıl içinde Güney Çin Denizi üzerine savaş öngörüsünde bulunan Trump’ın baş danışmanı Steve Bannon’un açıklamalarına dikkat çekti. Geçtiğimiz yıl Mart ayında aşırı sağcı Breibart web sitesinde konuşan Bannon, “Bu konuda kuşkuya yer yok. Sığlıkları alıyor, onları aslında sabit uçak gemileri yapıyor ve oralara füzeler yerleştiriyorlar.” demişti.
Wang, savaş tehlikesini önemsiz gibi göstermek için çok çaba harcadı. O, “Çin-ABD ilişkilerinde” geçtiğimiz 40 yılda yaşanan “sert, hatta bazen akıldışı hatalar”a rağmen, bu ilişki, “her türlü zorluğa karşı koymuş ve sürekli ilerleme kaydetmiştir.” dedi.
Bannon’u eleştiren Wang, “Her aklı başında politikacı, her iki taraf da kaybedeceği, her iki taraf da bunu göze Salamayacağı için, Çin ile ABD arasında çatışma olamayacağını açıkça kabul eder.”
Ne var ki, Trump yönetimi, önceki Obama yönetiminin Çin’e karşı “Asya’ya dönüş” biçimindeki cepheleşmeci tavrını sürdürürken, Amerikan emperyalizminin çıkarlarını her yola başvurarak öne sürme yönünde asli bir değişikliği temsil etmektedir. Trump’ın özellikle Çin’i hedef alan “Önce Amerika” demagojisi, ABD’nin tarihsel gerilemesini, rakiplerine ve aynı şekilde müttefiklerine karşı mücadelede -askeri olanlar da dahil- her yolla durdurma yönünde amansız bir kararlılığı ifade etmektedir.
Dahası, Wang Bannon’ı önemsemezken, Trump Breitbart News’ün faşizan eski editörünü, Ulusal Güvenlik Konseyi’nin; yani hem acil durumlara ve krizlere yanıt vermekle hem de provokasyonları, askeri müdahaleleri ve savaşları hazırlayıp yönetmekle görevli kurulun en tepesine yerleştirmiştir.
Bannon’un, Obama yönetimi, Çin’in komşularıyla toprak anlaşmazlıklarına istikrarsızlaştırıcı müdahaleleri yoluyla, bölgeyi tehlikeli bir uluslararası parlama noktasına dönüştürdüğü Güney Çin Denizi’ne odaklanmış olması bir rastlantı değildir. Çin’in bir avuç adacık üzerindeki toprak ıslah faaliyetlerini kullanan Obama, üç “denizcilik özgürlüğü” operasyonuna (yani ABD donanmasına ait destroyerlerin Çin’in hak iddia ettiği kara sularına gönderilmesine) yeşil ışık yaktı.
Trump ve danışmanları, Obama yönetiminin eylemlerini, Güney Çin Denizi konusunda Pekin ile karşı karşıya gelişte yeterince etkili olmamakla eleştirdiler. Şimdi ABD Dışişleri Bakanı olan Rex Tillerson, Kongre’deki onay sorgusunda, Trump yönetimi, “Çin’e, ilk olarak, ada oluşturmanın durdurulacak ve ikincisi, o adalara erişiminize izin verilmeyecek biçiminde açık bir sinyal gönderecek” demişti.
Çin adacıkları etrafındaki 12 deniz mili içine ABD destroyerleri gönderilmesi, bir askeri çatışma riski yaratan pervasız ve provokatif bir yönelimdi. Tillerson’un Çin’in kendi Güney Çin Denizi’ne erişimini engelleme tehdidi, yalnızca, tartışmalı sularda bir deniz ablukası uygulayarak yerine getirilebilir ki bu, açık bir savaş nedenidir.
Dışişleri Bakanı Wang, göreve gelmiş Trump yönetiminin, katı Çin karşıtı duruşunu daha şimdiden yumuşatıyor olduğunu ileri sürdü. O, yeni ABD Savunma Bakanı James Mattis’in Güney Çin Denizi anlaşmazlıkları konusunda diplomasinin önemini vurguladığına dikkat çekti.
İlk yurtdışı ziyaretlerinde Güney Kore’ye ve Japonya’ya giden Mattis, Seul ile Güney Kore’de bir anti-balistik füze sistemi konuşlandırma anlaşması yaparak ve Kuzey Kore’yi ABD’ye ve müttefiklerine saldırması halinde “ezici” güçle tehdit ederek, Çin ile gerilimleri zaten yükseltmişti. Mattis, Japonya’da, ABD’nin, Doğu Çin Denizi’ndeki tartışmalı adacıklar üzerine Çin ile herhangi bir savaşta Japonya’yı destekleyeceğini doğruladı.
Bu iki patlamaya hazır parlama noktası üzerine Pekin’den gelen öfkeli tepkilere yol açan Mattis’in, Güney Çin Denizi konusundaki açıklamaları görece ılımlıydı. O, Çin toprak ıslah faaliyetlerinin “bölgedeki ülkelerin güvenini param parça etmiş” olduğunu ancak ABD’nin sorunları çözmek için diplomatik çabaları tüketeceğini ilan etti ve “Bu aralar köklü askeri hamlelere herhangi bir ihtiyaç duymuyoruz.” dedi.
Mattis kamuoyu önünde çatışmadan önce “bu aralar” diplomasi çağrısı yapsa da, çeşitli haber kaynaklarına göre, üst düzey Japon yetkililere, özel olarak, çok daha saldırgan askeri önlemlerden söz etmiş.
Nikkei Asian Review, şöyle yazdı: “Mattis, Amerika’nın, Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki tutumuna artık hoşgörülü olmayacağını söyledi. O, denizcilik özgürlüğünü korumada aktif bir rol alma sözü verdi… ABD, özellikle, Çin’in denizde inşa ettiği insan yapımı adaların 12 deniz mili içindeki devriye sıklığını arttırmaya hazırlanıyor.”
Gazete, ayrıca, ABD savunma bakanının, “Çin’in bugünkü genişlemesini, Ming Hanedanı’nın haraç sistemini yeniden kurma yönünde bir çabaya benzeten” yorumlarından söz etti: “Mattis’in söylediğine göre, Pekin, bugün, modern dünyada hoş görülmeyecek çabalar yoluyla benzer bir yapıyı yeniden kurmak için askeri ve ekonomik gücünü kullanmaya çalışıyor olabilir.”
Savaşçı bir ABD yönetimiyle ve savaş tehdidiyle karşı karşıya olan Çin Komünist Partisi (ÇKP), Washington’ı yatıştırmaya çalışmak ile çatışma tehlikesini yalnızca yükseltecek olan bir silahlanma yarışına girmek arasında gidip geliyor. Çin’in Merkezi Askeri Komisyonu’ndan üst düzey yetkili Liu Guoshun, geçtiğimiz ay, “[ABD] başkanının görev süresi içinde bir savaş, bu gece patlak veren bir savaş, sadece sloganlar değil, gerçekliktir.” uyarısında bulunmuştu.
Bir avuç süper zengin seçkinin çıkarlarını temsil eden Çin yönetimi, doğası gereği, savaşa gidişi durdurma kapasitesine sahip tek toplumsal güç olan Çin’deki, ABD’deki ve dünya çapındaki işçi sınıfına herhangi bir çağrı yapmaktan acizdir.
Trump yönetiminin Çin’e karşı ticaret savaşı önlemleri uygulama, Amerikan emperyalizminin acil çıkarları içinde yer almamaları durumunda ittifakları ve çok taraflı anlaşmaları parçalama ve en önemlisi, Amerikan egemenliğini zorla kabul ettirmek için ABD ordusunu genişletme ve kullanma tehditleri, tüm bölgeyi istikrarsızlaştırmaktadır. Güney Çin Denizi’ndeki anlaşmazlıklar, yıkıcı bir savaşı hızlandırabilecek tetikleyicilerden sadece biridir.
9 Şubat 2017