Britanya Avrupa Birliği’nden ayrıldı: Milliyetçiliğe karşı Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri!

Britanya, 31 Ocak akşamı, 47 yıldır üye olduğu Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılıyor. Ayrılma, 2016’da AB üyeliği üzerine yapılan ve yüzde 52’lik kıl payı bir çoğunluğun ayrılma lehine oy verdiği referandumdan üç buçuk yıl sonra gerçekleşiyor.

Brexit referandumu çağrısı, dönemin Muhafazakar Partili Başbakanı David Cameron tarafından, partinin AB karşıtı hizbini devre dışı bırakmak ve Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’ne (UKIP) geçeceğinden korktuğu bir destek tabanını yatıştırmak amacıyla yapılmıştı. Cameron’ın –parlamentodaki üç ana partinin, sendikaların, bankaların, mali sektörün, AB devletlerinin ve ABD Başkanı Barack Obama’nın yardımı sayesinde– referandumun Kalma lehine sonuçlanacağı hesabı geri tepti ve bir dereceye kadar “Westminster seçkinleri”ne ve “düzen”e duyulan tam gelişmemiş düşmanlık nedeniyle Ayrılma oyu ile sonuçlandı.

2016’dan beri, Brexit’i erteleme ya da iptal etme yönünde sayısız girişiminde bulunuldu. Fakat Brexit artık bir gerçeklik. Halkın Brexit hakkındaki düşünceleri siyasi olarak ne kadar karmakarışık olursa olsun, Brexit’in egemen sınıfın başlıca hizipleri tarafından teşvik edilmesi, yirminci yüzyılda iki dünya savaşına yol açan kapitalist sistemin küresel krizinin ürettiği emperyalistler arası uzlaşmazlıklarda yaşanan devasa tırmanmanın sonucudur.

Her iki hizip de eşit ölçüde gericidir. Kalma yanlısı hizip, Britanya’nın küresel konumunu AB ticaret bloğu ve onun büyük tek pazarı içinde korumayı istiyordu. Ayrılma yanlısı güçler ise, AB’yi, mali spekülasyon için tüm kısıtlamalardan arındırılmış bir temel olarak, Britanya’nın ABD ile güçlendirilmiş ve özellikle Almanya ile Fransa’yı hedef alan küresel bir ticaret ve yatırım politikası izlemesinin önündeki bir engel olarak görüyordu.

Dolayısıyla Brexit, kapitalizm ürettiği küresel ekonomik ve toplumsal çelişkilerin bir ürünüdür. Bu, referandum oylamasından birkaç ay sonra Donald Trump’ın 2016 ABD başkanlık seçimlerinde seçilmesi ve  kendi milliyetçi “Önce Amerika” gündemini savunması ile vurgulandı. Trump, Brexit’i, müttefik olmayan bir “rakip” ve Almanya’nın çıkarlarını ilerleten bir “kartel” olmakla suçladığı AB’nin parçalanmasını teşvik etmenin bir aracı olarak sahiplendi.

Brexit, Troçki’nin, Avrupa kıtasın kapitalizm altında uyumlu bir biçimde birleştirmenin olanaksız olduğu ısrarını doğrulamıştır. Brexit, AB’nin, sadece ABD ile olan çatışmaları değil, Avrupa devletleri arasındaki çatışmaları da yoğunlaştıran merkezkaç güçlerin basıncı altında şiddetlenen çöküşünün en ileri ifadesidir. Dahası, Brexit ve küresel piyasalar ile kaynakların kontrolü uğruna kapışma eliyle dışa vurulan milliyetçi eğilimler, özellikle Rusya’yı ve Çin’i hedef alan bir emperyalist militarizm patlamasına yol açıyor ve bu durum, tüm dünyayı savaşa sokma tehdidi oluşturuyor.

Britanya egemen seçkinleri ve onların rakipleri işlere, ücretlere yönelik amansız bir saldırı ve temel sosyal hizmetlerin ortadan kaldırılması yoluyla küresel alanda rekabetçi kalmaya çalışırken, ticaret savaşının ve askeri silahlanmanın bedelini artan kemer sıkma dolayımıyla işçi sınıfı ödüyor. Brexit’in asıl ekonomik ve toplumsal gündemi, Johnson hükümetinin “Thatcher devrimini tamamlama” ve Londra’yı “Thames’teki Singapur” olarak yeniden biçimlendirme hedefleriyle özetleniyor.

Bu sınıf savaşı saldırısı, demokratik hakların ve özgürlüklerin bastırılmasını gerektirmektedir. Demokratik yönetimin yerini polis devleti yöntemlerine bırakmasına tanık olunmaktadır. Hükümetin, “anlaşmasız” Brexit durumunda on binlerce askerin ve çevik kuvvet polisinin görevlendirilmesini kapsayan “Yellowhammer Operasyonu”, emekçilerin aralıksız yoksullaşmasının kaçınılmaz ürünü olan toplumsal çatışma ile baş etme yönündeki gerçek planları oluşturmaktadır. Yasanın, önce taşımacılık sektöründe, sonra da “elzem” görülen tüm hizmetlerde ve sektörlerde bütün grevleri yasaklaması planlanmış durumda. Hükümet, aynı zamanda, “Önleme” stratejisine çok sayıda barışçıl protesto grubunu ve sol partiyi dahil etti ve aynısını terörle mücadele yasası için de yapmayı planlıyor.

İşçi sınıfının şu anda karşı karşıya olduğu vahim tehlikelerin sorumluluğu, özellikle İşçi Partisi önderi Jeremy Corbyn’e ve onun sahte sol ve Stalinist eğilimler içindeki destekleyicilerine düşmektedir.

Corbyn, dört yıl boyunca, kendisini kemer sıkmanın ve emperyalizmin muhalifi olarak sunmasına yönelik halk desteğini, sınıf mücadelesini ve Britanya emperyalizmine her türlü meydana okumayı bastırmak için kullandı. Her ne kadar kusurlu da olsa AB’nin işçilerin çıkarları doğrultusunda iyileştirilebileceğini iddia ederek, Cameron ile beraber Kalma kampanyasındaki yerini aldı. Bu savunma, Yunanistan, İspanya, Portekiz ve diğer ülkelerdeki işçilere karşı yıkıcı kemer sıkma programları uygulaması ve “Avrupa Kalesi” politikası nedeniyle AB’ye karşı var olan yaygın muhalefete karşı koymayı amaçlıyordu. AB’nin göçmen karşıtı bu acımasız önlemleri, Akdeniz’de binlerce insanın ölümüne ve kıta genelinde dikenli tel örgülerin ve fiili toplama kamplarının kurulmasına yol açmıştı. Corbyn, bu doğrultuda, Yunanistan’daki Syriza ile aynı rolü oynadı. AB’nin dayattığı kemer sıkmaya karşı çıkma sözü veren Syriza, önceki Yeni Demokrasi hükümetinden daha kötü saldırıları hayata geçirmiş; toplama kamplarını ve sığınmacıların sınır dışı edilmesi sürecini yönetmişti.

İçlerinde en gerici rol, “Sol Ayrılma” ya da “Lexit” yanlısı olan Sosyalist İşçi Partisi, Sosyalist Parti ve Stalinist Komünist Parti tarafından oynandı. Bu partiler, Brexit’in ardından Corbyn’in güya “Britanya tipi sosyalizmi” uygulamaya koyabileceği iddiasıyla ekonomik ulusalcılık temelinde AB’ye karşı çıktılar. Bu politika, işçi sınıfını, resmi Ayrılma kampanyasına önderlik eden, egemen seçkinler içindeki en gerici unsurlara siyasi olarak tabi kıldı. Bu, en alçakça ifadesini, Sol Ayrılma sözcüsü George Galloway’in, “Sol, sağ, sol, sağ! Birlikte ileri marş” diyerek UKIP önderi Nigel Farage ve çeşitli sağcı Muhafazakarlar ile yan yana faaliyet yürütmesinde buldu.

Galloway, şimdi, “Britanya’nın AB’den çekilmesini olumlu karşılayan” ve göçmen karşıtı önlemler alınmasını talep eden Britanya İşçiler Partisi’ni kurdu. “Yurtsever bir kabarma” öngören Galloway, “kendi bayraklarını, kendi uluslarını, kültürünü, geleneğini ve tarihini sindiremeyen… ulusal karşıtı, Britanya karşıtı” olarak görülen “solcuların” “tarihe karışacağı” tehdidinde bulunuyor.

Corbyn’in ve sahte solun politikalarının net sonucu, tüm egemen seçkinlere karşı şiddetli bir mücadele ile karşı karşıya olan işçileri silahsızlandıran tehlikeli bölünmeleri teşvik etmek olmuştur.

Yalnızca Sosyalist Eşitlik Partisi (SEP), işçi sınıfı için sosyalist enternasyonalizm uğruna ilkeli bir mücadele temelinde gerçekten bağımsız bir program ileri sürmüştür.

SEP, işçi sınıfını burjuvazinin şu ya da bu gerici kampına yedeklemeye zorlayan tüm girişimlere karşı çıkarak, Brexit referandumunun aktif boykotu çağrısı yaptı. Perspektifimiz, işçi sınıfının Avrupa genelinde bağımsız siyasi seferberliğine dayanıyordu.

Açıklamamızda, “SEP, Avrupa Birliği’ne uzlaşmaz bir şekilde düşmandır; ancak bizim muhalefetimiz sağdan değil, soldan gelmektedir,” diyorduk.

Devamında şunları açıklıyorduk: “Sosyalistlerin önceliği, işçi sınıfının yalnızca bugünkü değil; aynı zamanda gelecekteki çıkarlarını da korumaktır. Mevcut durumdaki en büyük siyasi tehlike, sözde bir ‘sol milliyetçilik’in benimsenmesi temelinde sınıf bayraklarının karıştırılmasıdır.”

SEP, “aktif boykotu, bireysel bir protesto olarak değil, işçi sınıfının siyasi netleşmesinin başlangıcının ve İşçi Partisi ile sendika bürokrasisi ve onların sahte sol savunucuları tarafından yaratılmış olan yönelimsizliğe karşı koymanın bir aracı olarak kavramaktadır… İşçi sınıfı, referandumdaki her iki kanat tarafından da teşvik edilen ulusal şovenizme ve yabancı düşmanlığına karşı, yaşam standartlarının ve demokratik hakların savunusunda Avrupa’nın dört bir yanındaki işçilerin mücadelelerini birleştirmek için, kendi enternasyonalist programını ileri sürmelidir. İşçilerin, ulusötesi şirketlerin Avrupa’sına alternatifi, Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna mücadeledir.”

Bu perspektifin gerçekleştirilmesinin nesnel temeli, şimdi, Hindistan, Meksika, Porto Riko, Ekvador, Kolombiya, Şili, ABD, Cezayir, Lübnan, Irak, İran, Sudan, Kenya, Güney Afrika ve Hindistan’da milyonlarca insanı kapsayan; Avrupa’da Sarı Yelekliler ve Macron’a karşı kamu sektörü grevleri ile örneklenen küresel bir grev ve kitlesel protesto patlaması biçiminde ortaya çıkıyor.

Batı Fransa’da bulunan Rennes’de gösteri yapan protestocular; 5 Aralık 2019 [Kaynak: AP Photo/David Vincent]

Rupert Murdoch’un Sun gazetesi, Brexit’in sınıf mücadelesinin Kanal’ın ötesine geçmesini engelleyeceğini umduğunu vurguladı: “Kıtadaki komşularımız iddiaya göre Avrupa Birliği üyeliğinin sağladığı istikrarın tadını çıkarırken, Britanya’nın kaos içine düşeceği sanılıyordu.” Bunun yerine, “Artık siyaset kurumuna ve iradesini dayatan polise yönelen katıksız şiddet ve öfke düzeyi dahil olmak üzere Fransa’daki iç kargaşa, kontrolden çıkma tehlikesi ile karşı karşıya.”

Sun gazetesi hayal kuruyor. Toplumsal gerilimler kırılma noktasında. İşçilere ve gençlere yapılması planlanan saldırılar, Dünya Sosyalist Web Sitesi‘nin “yoğunlaşan sınıf mücadelesi ve dünya sosyalist devrimi ile geçecek bir on yıl” öngörüsünün tamamlayıcı parçası olarak, Britanya’da kaçınılmaz olarak sınıf mücadelesinin patlamasına yol açacaktır.

İşçi sınıfının kaderi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin önderliği altında, ortak sınıf düşmanına karşı uluslararası birliğine bağlıdır. SEP, kardeş partileriyle birlikte, sosyalizm uğruna birleşik bir Avrupa ve dünya işçi sınıfı hareketi oluşturarak, artık gündemde olan devrimci mücadelelere gerekli önderliği sağlayacaktır.

31 Ocak 2020

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir