Avustralya seçimlerinin uluslararası önemi

Geçtiğimiz hafta Britanya’nın Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma oyunun ardından bu Cumartesi günü yapılacak olan Avustralya federal seçimleri, kötüleşen küresel ekonomik çöküş, artan jeo-politik gerilimler ve her bir ülkede derinleşen toplumsal eşitsizlik eliyle körüklenen siyasi çalkantının başka bir işaretidir.

Başbakan Malcolm Turnbull, her iki mecliste de çoğunluğu güvenceye almak ve egemen çevrelerde talep edilen militarizm ve kemer sıkma gündemini kararlılıkla sürdürmek amacıyla, Temsilciler Meclisi’ndeki ve Senato’daki tüm sandalyeler için az rastlanır bir “ikili” seçim çağrısında bulunmuştu. Sekiz hafta sonra, Turnbull’un parlamentoyu kendi Liberal-Ulusal Koalisyon’unun tam kontrolü altına alma hedefi, Cumartesi günkü seçimlerin en az olası sonucudur.

Hem Koalisyon’a hem de muhalefetteki İşçi Partisi’ne yönelik hayal kırıklığı ve öfke öylesine yoğun ve yaygın ki, her iki partinin de alt mecliste mutlak çoğunluğu sağlayamadığı bir parlamento dahil olmak üzere, hiçbir şey göz ardı edilemez. Senatodaki en olası sonuç, Yeşiller’in, azınlık partilerinin ve bağımsızların, güç dengesini elde tutma ve hükümetin yasa yapmasını engelleme yeteneğine sahip olmaya devam etmesi.

Cumartesi günkü seçimi kuşatan belirsizlik, üçü parti içi darbeler yoluyla olmak üzere, dört kez başbakan değişimine tanık olunan altı yıllık keskin siyasi istikrarsızlığın ardından geliyor. Kevin Rudd, 2010 yılında, İşçi Partili başbakan olarak, Julia Gillard tarafından yerinden edilmiş; Gillard da, İşçi Partisi’nin kesin olarak yenilgiye uğradığı 2013 seçimleri arifesinde, Rudd tarafından devrilmişti. Tony Abbott ise, bir yıldan kısa bir süre önce, Liberal Parti lideri ve başbakan olarak, Turnbull tarafından yerinden edildi.

Yaygın muhalefetinin normal siyasi kanalların dışına taşıyor olduğuna ilişkin kaygılar, yalnızca Avustralya basınında bolca bulunmakla kalmayıp uluslararası medyada da ifade ediliyor.

Australian Financial Review, bir ön sayfa yazısıyla, CEO’ların, istikrarlı bir hükümet çağrısı yapan ve seçmenleri, “çoğunluksuz bir parlamentoya yol açabilecek ve ekonomiye yıllarca zarar verebilecek bağımsız ve uç partilere Brexit tarzı oy vermekten sakınma” uyarısında bulunan yorumlarını derledi. Küresel ekonomik durgunluk, özellikle de Çin’deki yavaşlama, madencilik sektöründeki uzun süren büyümeyi sona erdirerek, Avustralya ekonomisine sert bir darbe indirdi. Bu, büyük şirketlerin “reformlar”ı, yani daha düşük ücretler ve daha “esnek” çalışma koşullarının yanı sıra sosyal harcamalarda derin kesintileri hızlandırma yönündeki keskin talepleri kışkırtıyor.

Dün, New York Times’ta yayımlanan, “Avustralya seçimlerinde kazanmaya en yakın aday hoşnutsuzluk” başlıklı uzun bir makalede, Turnbull’un “[parlamentoda] daha güçlü bir temsil elde etme planı, Britanya’nın Avrupa Birliği’nden ayrılma oyunu kışkırtmış ve Avrupa kıtası ile Amerika Birleşik Devletleri’ndeki popülist hareketleri körükleyen öfkeden farklı olmayan güçlere çarpmış durumda. Avustralyalı seçmenler, her iki düzen partisinin liderlerine horgörüyle bakıyor.” deniyordu.

Brexit oyu, hem Avrupa Birliği’nin ve bizzat Britanya’nın geleceği hem de daha geniş olarak küresel jeo-politik ve kapitalist ekonomi için kapsamlı sonuçlara sahiptir. ABD’nin “Asya’ya dönüş”ünde ve Çin’e karşı askeri yığınağında önemli bir müttefik olan Canberra’daki siyasi istikrarsızlığın da sonuçları var. ABD, daha önce, Avustralya’nın “Asya’ya dönüş”e desteğini garantiye almak için, tercihi Washington’ı Pekin ile uzlaştırmak olan Rudd’u yerinden eden 2010’daki İşçi Partisi darbesi aracılığıyla müdahale etmişti.

Altı yıl sonra, Çin’e yönelik ABD provokasyonları, özellikle de Güney Çin Denizi’nde, Avustralya ordusunun Pentagon’un Çin’e karşı savaş planlarına entegrasyonunu içerecek şekilde, çarpıcı biçimde tırmanmıştır. Herhangi bir tartışmanın savaş karşıtı muhalefeti tetikleyeceğinden ve kötüleşen yaşam standartlarına yönelik mevcut halk muhalefetini besleyeceğinden endişe eden tüm siyaset ve medya kurumu, seçim kampanyası boyunca, [bu konulara ilişkin] bir sessizlik komplosu sürdürmüştür.

Avustralya’da, Britanya’da olduğu gibi, seçmenlerin büyük partilerden yaygın biçimde uzaklaşması, işlere, çalışma koşullarına ve emekçilerin yaşam standartlarına yönelik onlarca yıllık kapsamlı saldırıların ürünüdür. Britanya’da Margaret Thatcher’ın Muhafazakar Parti hükümeti tarafından başlatılmış olan şey, 1983-1996 arasında, Bob Hawke ile Paul Keating’in İşçi Partisi hükümetleri tarafından, sendikaların tam işbirliğiyle Avustralya’da gerçekleştirildi. Şiddetli saldırı, sonraki Koalisyon ve İşçi Partisi hükümetleri eliyle, özellikle de, kamu harcamaları kesintilerinde yeni rekorlar kıran İşçi Partili Gillard’ın Yeşiller destekli azınlık hükümeti tarafından derinleştirildi.

İşçi Partisi’nin önderi Shorten, Salı günü Ulusal Basın Kulübü’nde yaptığı son seçim konuşmasında, Turnbull hükümetini “olumsuz durumun ve eşitsizliğin ön koşullarını yaratmak” ile suçladı. Bu, ABD ile Britanya’yı son aylarda sarmış olan türde “daha uç çözümler için bir arayış”a, “yabancılaşmaya, marjinalleşmeye” yol açmıştı. O, Pauline Hanson’ın Tek Ulus partisi ile Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) ve Donald Trump’ın başkanlık kampanyası gibi aşırı sağcı hareketler arasında paralellik kurdu.

Zenginler ile yoksullar arasında var olan ve İşçi Partisi’nin büyük sorumluluk taşıdığı büyük ve giderek genişleyen toplumsal uçurum, kuşkusuz, özellikle göçmenlere ve sığınmacılara karşı yönelen ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını kışkırtmaya çalışan Tek Ulus gibi sağcı popülist oluşumlar tarafından kendi çıkarına kullanılmıştır.

Bununla birlikte, savaşa yönelik büyüyen kaygılarla birleşen aynı toplumsal kriz, ilerici çözümler arayan işçi ve gençlik kesimlerinin sola yönelmesini de teşvik etmektedir. Bu, en açık şekilde, ABD başkanlık kampanyasında, onun sosyalizmi temsil ettiği yanlış inancıyla Bernie Sanders’ı destekleyen milyonlarca genç tarafından dışa vurulmuştur. Avustralya’da, Sosyalist İttifak ve Sosyalist Alternatif gibi çeşitli sahte sol örgütlerce desteklenen Yeşiller, kendisini, ortaya çıkan siyasi radikalleşmeyi güvenli parlamenter kanallara akıtmaya uygun konuma sokmaya çalışıyor.

Uluslararası işçi sınıfının savaşa ve kemer sıkmaya karşı birleşik bir hareketini inşa etme uğruna mücadele eden Avustralya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (SEP), Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ne (DEUK) bağlı kardeş partileriyle birlikte yürüttüğü kampanyanın önemi burada yatmaktadır. Avustralya seçimlerindeki siyasi oynaklık, küresel kapitalist sistemin -Brexit oyuyla keskin bir şekilde dışa vurulan- derin krizinin bir diğer göstergesidir. Kapitalizmin, insanlığa, toplumsal sefaletten ve bir üçüncü dünya savaşına sürüklenmekten başka sunacak hiçbir şeyi bulunmuyor. Tek alternatif, yalnızca SEP’in ve DEUK’un savunduğu sosyalist enternasyonalizm uğruna mücadeledir.

SEP ile bağlantıya geçmek ve partiye dahil olmak için web sitemizi veya Facebook sayfamızı ziyaret edin.

Yetki veren: James Cogan, Shop 6, 212 South Terrace, Bankstown Plaza, Bankstown, NSW 2200.

30 Haziran 2016

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir