Britanya, Fransa ve Almanya ile birlikte, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi konsolosluğunda işkence edilip öldürülmesini “mümkün olan en güçlü ifadelerle” kınayan ortak bir açıklama yaptı.
Dışişleri bakanları, Kaşıkçı’nın 2 Ekim’de konsolosluğa girmesinin ardından “tam olarak ne olduğunun açıklığa kavuşmasının acil bir gereklilik” olduğunu söylediler. Üçlü, “İfade özgürlüğünü ve özgür bir basını koruma, Almanya, Britanya ve Fransa için temel önceliklerdir” dedi.
Bu ikiyüzlü protesto, medyanın, Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı suikastını çevreleyen olaylara ilişkin en son versiyonunu neredeyse hep bir ağızdan reddetmesinin ve onu, suikast emrini verdiği tahmin edilen Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ı koruma yönündeki basit bir örtbas olarak adlandırmasının ardından geldi.
Her üç emperyalist güç de (en çok da Britanya), Suudi Arabistan’da ve Körfez devletlerinde geniş çaplı ekonomik çıkarlara sahiptir. ABD’nin izinden giden Londra, Başkan Donald Trump Washington’daki siyaset kurumundan gelen basınç altında Krallık’ın apaçık yalanlarına önceki desteğini sınırlandırana kadar, olay hakkında hemen hemen hiç yorum yapmadı. Trump, Suudilerin açıklamasından “tatmin olmadığını” söylemiş ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu Riyad’a göndermişti.
O zaman bile, Britanya’nın açıklamaları dikkatle ayarlanmıştı. Geçtiğimiz haftanın sonunda, Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt, Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı’nın ortadan kaybolmasından sorumlu olduğunun bulunması durumunda “tepkinin değerlendirileceğini” söylüyordu. Hunt, Britanya’nın Suudi Arabistan’a silah satışını durdurup durdurmayacağına hakkında bir soru gelince, “stratejik ilişki”den söz etti ve BBC’ye, Britanya’nın “çok sıkı bir silah satışı denetimi mekanizması”na sahip olduğunu söyledi.
Suudi Arabistan’da bu hafta düzenlenecek yatırım konferansından artık çekilmiş olan Uluslararası Ticaret Bakanı Liam Fox’un sözcüsü, “Britanya, Cemal Kaşıkçı’nın ortadan kaybolması hakkında çok kaygılı… onun kaybolmasından sorumlu olanlar hesap vermeli” dedi.
Britanya’nın “değerlendirdiği” tepki, Mart ayında Sergey ve Yulia Skripal’in zehirlendiği iddiasının ardından yürüttüğü şiddetli Rusya karşıtı kampanya ile bütünüyle çelişmektedir. Başbakan Theresa May’in Muhafazakar hükümeti, babanın ve kızının Devlet Başkanı Vladimir Putin’in emrini verdiği bir operasyonun kurbanları olduğu konusunda ısrar etmişti. May, Moskova’nın suçluluğunu kanıtlayan hiçbir kanıt sunmadan, onlarca Rus diplomatı sınır dışı etmiş ve Moskova’ya karşı yaptırımların genişletilmesi çağrısı yapmıştı.
Britanya’nın sessizliği, hem petrol zengini Körfez’i kontrol etmede Suud Hanedanı’na bağımlılığını hem de bu rejimler kendi halklarından gelen tehdit altında iken krallığa ve aynı şekilde gerici diğer petrol monarşilerine yaptığı büyük silah satışları konusunda duyduğu kaygıları yansıtmaktadır. Bu yakın ilişki, 11 Eylül 2001’den beri, “terörle ve radikalleşme ile mücadele” söylemiyle gerekçelendirilmiş ve birbirini izleyen hükümetler, göstermelik bir şekilde, “Körfez’in güvenliği, bizim güvenliğimizdir” cümlesini tekrarlamıştır.
Londra’nın, bir zamanlar imparatorluğunun “koruması” altında bulunan Körfez’deki başlıca çıkarı, BP ve Royal Dutch Shell petrol şirketlerinin kar payını güvence altına almaktır.
İsrail’in 1967’de ve 1973’te Arap milliyetçisi yönetimleri yenilgiye uğratması, 1973’te Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) kurulmasının ardından petrol fiyatlarının dört katına çıkması ve artan petrol talebi, Arap Yarımadası’nın feodal devletlerini güçlendirip zenginleştirmeye ve etkilerini arttırmaya hizmet etmişti.
1976’ya gelindiğinde, Britanya, ekonomik açıdan tükenmiş bir güçtü ve bir kurtarma paketi için Uluslararası Para Fonu’na (IMF) yönelmek zorunda kalmıştı. Bu koşullar altında, Britanya, Körfez devletlerinin servetinin Londra finans merkezi üzerinden yeniden işleme sokulmasını ve Britanya’nın askeri donanımlarını ve imalat ürünlerini satın almak üzere kullanılmasını sağlamak için büyük çaba sarfetti.
Daha yüksek petrol fiyatları, Kuzey Denizi petrolünün çıkarılmasının ekonomik açıdan uygun hale gelmesine de yardımcı oldu. Sonuçta, Britanya, artık, petrolünün sadece yüzde 3’ünü ve doğalgaz tedarikinin yüzde 20’sini Katar’dan alıyor. Britanya petrol sektörü (ABD’deki petrol sektörü gibi), büyük bir üretici olarak, üretici olmayanların tersine yüksek fiyatlardan kazanç sağlarken, hükümet vergi yoluyla ek gelirler elde ediyor. Bu, azımsanmayacak rezervleri ona bir “yön değiştiren üretici” olarak davranma olanağı veren Suudi Arabistan ile yakın çalışma ilişkisini avantajlı kılıyor.
Körfez, May hükümetinin Brexit’in Britanya için sonuçlarını dengelemek üzere “Küresel Britanya” başlığı altında planlı bir hamle yapması nedeniyle, Londra için 2016’dan beri her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.
Bugün, Körfez’in hükümet fonları ve özel servetleri, Britanya’nın emlak piyasasında, şirketlerinde ve bankalarında yaşamsal bir yatırım kaynağı oluşturmaktadır. Bu sermaye akışı, Britanya’nın kronik ticaret açığını dengelemeye, poundun değerini korumaya ve Britanya mali sektörü için kar üretmeye yardımcı olmuştur.
1985’te imzalanan ve Britanya’nın en büyük imalat şirketi olan BAE şirketi tarafından devasa rüşvetlerle güvence altına alınan 43 milyar poundluk al-Yamamah silah anlaşması, Suud Hanedanı’na modern bir hava kuvveti ve hava savunma sistemi sağladı. 2006’da, dönemin Başbakanı Tony Blair, 2007’de imzalanacak 40 milyar pound değerindeki diğer Suudi silah anlaşmalarını sağlama almak için, Ciddi Yolsuzluklar Bürosu’nun (SFO) BAE şirketinin rüşvetine yönelik soruşturmasını durdurmak üzere müdahale etmişti.
Bu silahlar ve onlara eşlik eden askeri eğitim, Suudi kraliyet ailesi ve Körfez İşbirliği Konseyi’nin diğer üyeleri tarafından, 2011’de Britanya’nın eski sömürgesi Bahreyn’deki muhalefeti bastırmak için kullanıldı. Basında yer alan haberler, Britanya’nın, Bahreyn ordusuna ve polisine kapsamlı bir eğitim sağlamış olduğunu ortaya çıkardı. Ayrıca, “daha geniş bölgenin istikrarını geliştirmek amacıyla, eğitim ve kapasite geliştirme dahil şu andaki ve gelecekteki savunma görevi faaliyetleri için bir çerçeve sağlamak” üzere bir Savunma İşbirliği Anlaşması yapılmıştı.
Britanya’nın yakın dönemde 500 askeri, denizciyi ve havacıyı görevlendirdiği kalıcı bir askeri üs açtığı Bahreyn, Britanya’ya Afganistan’a ve Irak’a karşı operasyonları için önemli bir harekat mevzisi sağladı. Yeni tesisler, Britanya’ya Körfez’i ve stratejik Hürmüz Boğazı’nı denetleme ve İran ile askeri bir çatışmada önemli bir rol oynama olanağı sağlayacak.
Daily Telegraph’ın 2011’de yazdıklarına göre, Britanya, askeri personelinin güvenlik güçlerine kitleleri kontrol etme eğitimi verdiği Suudi Arabistan’da gizli bir askeri eğitim birliğine sahipti. Avam Kamarası’nın Seçilmiş Dış İlişkiler Komitesi, 2014’te, Britanya askeri personelinin Ulusal Muhafızları eğittiğini doğrulayan ve Britanya’nın Suudi Arabistan’da 130 dolayında askere sahip olduğunu belirten daha fazla ayrıntı sağladı.
Britanya, Riyad’a, Yemen’deki askeri operasyonları için diplomatik örtünün yanı sıra, silah, istihbarat ve eğitim sağlamayı sürdürüyor. Birleşmiş Milletler’e göre, Yemen’deki savaş, dolaylı olarak kıtlıktan ölenler dahil, çoğunluğu sivil 60.000’den fazla ölüme yol açtı ve şu anda 14 milyon insan açlıktan ölümle karşı karşıya bulunuyor.
Ocak 2016’da, Yemen’de Suudilerin öncülüğünde devam eden bombardıman harekatı hakkında konuşan Suudi Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr, “Komuta ve kontrol merkezimizde Britanyalı, Amerikalı ve diğer ülkelerden yetkililer var. Onlar, hedef listesinin ne olduğunu, ne yapıp ne yapmadığımızı biliyorlar.” demişti.
Hem devlet görevlileri ve askeri personel işbirliği hem de BAE şirketinin krallık ile sözleşmeleri, Savunma Bakanlığı Suudi Silahlı Kuvvetleri Projeleri (MODSAP) ile ortak faaliyetleri kapsamaktadır. Hükümet, BAE şirketi ve onun taşeronları arasındaki çizgi, gitgide bulanıklaşmıştır.
Britanya’yı dünyanın en büyük ikinci silah ihracatçısı olarak konumlandıran bu silah anlaşmaları, Britanya’nın silah ihracatını ve savunma sanayisini beslemede büyük rol oynuyor. Bunlar, aynı zamanda, Körfez’in petrol monarşilerinin yaşama gücünü ve Britanya’nın bir askeri güç olarak konumunu destekliyor. Daha geçtiğimiz yıl, Britanya, Suud Hanedanı’na bağlılığını doğrulayan yeni bir Askeri ve Güvenlik İşbirliği Anlaşması imzaladı.
Londra’nın Kaşıkçı suikastı üzerine yorumda bulunma konusundaki isteksizliği, cinayetin tetiklediği krizin, Suudi Arabistan’daki ekonomik sorunları yoğunlaştıracağından ve geniş kapsamlı toplumsal değişim taleplerini körükleyeceğinden duyduğu korkudan kaynaklanmaktadır. Eski sömürge gücü, Mısır’da Mübarek diktatörlüğünü deviren devrimci hareketten yedi yıl sonra, petrol zengini Suudi Arabistan’da ve onun Körfez’deki komşularında kitlesel bir siyasi ayaklanma çıkmasından büyük korku duymaktadır.