1980’lerde, François Mitterrand’ın sosyal demokrat/Stalinist koaliyon hükümetinin kemer sıkma politikalarına ve fabrikaları kapatmalarına karşı yükselen işçi sınıfı öfkesinin ortasında, Stalinist Fransız Komünist Partisi’nin (PCF) Manukyan Grubu’na yönelik tutumu üzerine bir tartışma patlak verdi. Manukyan’ın eşi Mélinée ve Mont-Valérien hapishanesinde vurulan Marcel’in kardeşi Simon Rajman, PCF’yi, polis tarafından izlendiğini bildiği Manukyan Grubu’nu yüzüstü bırakmakla suçladı.
1943’te, Manukyan Grubu’nun üyeleri, mücadeleyi oralarda sürdürmek için, güney bölgelerindeki kentlere aktarılmalarını talep etmiş, PCF ise bunu reddetmişti. Manukyan, giderek daha tehlikeli eylemler gerçekleştirme emri almalarından dolayı, kaygılarını eşiyle paylaşmıştı. Manukyan, PCF önderliğinden söz ederken şöyle diyordu: “Sanırım ölümümüze yol açmak istiyorlar.”
Manukyan, Gestapo tarafından idam edilmeden kısa süre önce eşine yazdığı ünlü mektubunda, Alman halkına kin beslemediğini vurgulamıştı. O, PCF önderliğine bir gönderme olduğu düşünülen satırlarda, “Postunu kurtarmak için bize ihanet eden ve bizi satanlar dışında, bana zarar veren ya da zarar vermek istemiş olan herkesi affediyorum.” diyordu.
Mosco Boucault’nun 1983 tarihli, tamamlanmasının ardından Fransız televizyonlarında iki yıl yasaklı kalan Terrorists in Retirement (Emekli Terörist) filmi, Manukyan tarafından yapılan ve onun ölümünün ardından Mélinée tarafından yinelenen suçlamaların doğruluğunu kanıtlıyordu.
PCF’nin yeraltı Direniş önderi Jacques Duclos ile Keskin Nişancılar ve Partizanlar-Göçmen İşgücü (FTP-MOI) önderliği arasında bir irtibat subayı olan Louis Gronowski, Manukyan Grubu’nun feda edilmesi kararını soğukkanlılıkla savunmuştu: “Güvenlik nedeniyle, bazı militanları saklanmaya göndermiştik. … Ama kalıp savaşacak birilerine ihtiyacımız vardı. Evet, her savaşta kurban edilenler vardır.”
Bu tartışmada, Çakaryan, PCF’yi savunmak için müdahale etti. O, 1986 yılında yayınlanan Kızıl Afiş’in Keskin Nişancıları adlı kitabında, Mélinée Manukyan’ın suçlamalarına karşı çıkıyor ve grubun yok edilmesinin tek sorumlusunun, FTO-MOI’nin Manukyan’dan önce Paris askeri şefi olan Boris Holban olduğu teorisini ileri sürüyordu. Çakaryan, FTP-MOI üzerine, Mont-Valérien’de Vurulanlar (1991) ve Kızıl Afiş’in Komandoları (2012) adlı iki kitap daha yazacaktı.
PCF’nin Manukyan Grubu’na yönelik tavrını meşrulaştırma girişimlerinin arkasında, güçlü sınıfsal çıkarlar yatmaktadır. Nazi işgalinden Kurtuluş ve Mayıs-Haziran 1968 genel grevi sırasındaki devrimci mücadelelere ihanet eden PCF, kapitalist egemenliğin bir köşe taşı haline gelmişti. Nazizme karşı mücadeleyi, Fransız emperyalist politikacıları ile kurulan ittifaka uygun bir şekilde, sadece bir ulusal kurtuluş mücadelesi olarak sunan PCF, işçilerin kendiliğinden faşizm karşıtı duyarlılıklarını eski Vichy rejimi yetkilisi Mitterrand’ın sağcı politikalarına tabi kılmaya çalışıyordu.
Ancak, PCF’nin Direniş’teki sicilinin ve Troçkizme yönelik öldürücü düşmanlığının eleştirilmesi, dolaylı olarak, Batı Avrupalı Stalinistlerin işbirlikçi burjuvazileri kurtarma politikasının sorgulanması ve Avrupa kapitalizmine tarihsel alternatif olarak sosyalizm meselesinin gündeme gelmesi riski oluşturuyordu.
Troçkizmden ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nden (DEUK) tümüyle kopmuş olan küçük burjuva eğilimler, Manukyan Grubu’nun ortadan kalkmasını çevreleyen siyasi sessizliğin sürdürülmesinde büyük bir rol oynadılar. Pablocu Devrimci Komünist Birlik (Ligue communiste révolutionnaire, LCR) ve Pierre Lambert’in Enternasyonalist Komünist Örgüt’ü (Organisation communiste internationaliste, OCI), Kurtuluş sırasındaki sosyal demokrat/Stalinist ittifakının uzak bir yansıması olan Sosyalist Parti (PS)-PCF’nin Sol Birlik ittifakını destekleme biçimindeki yanlış, ulusalcı perspektifi benimsediler. Onlar, PS ve PCF ile ittifaklarını bozmamak için, Manukyan Grubu üzerine yazılarında, grubun Sol Muhalefet ile bağlarını önemsiz gibi gösterdiler ya da gizlediler.
PCF ile FTP partizan önderliklerinin neden Manukyan Grubu’nu kurban etmeye karar verdikleri sorusu, hala açıklığa kavuşmuş değil. Ancak bu, Stalinizme yönelik Lev Troçki önderliğindeki Marksist ve enternasyonalist muhalefeti hedef alan; Moskova Yargılamaları sırasındaki iftira kampanyasının ardından, Troçki’nin öldürülmesiyle ve PCF’nin II. Dünya Savaşı sonrasındaki milliyetçi, kapitalizm yanlısı politikası ile sonuçlan daha kapsamlı siyasi soykırım harekatının bir parçasıydı.
Kuzey Fransa’daki eski bir FTP komutanı olan Roger Pannequin, PCF’nin, savaşın ardından, göçmenlerin direnişteki rolünü önemsiz gibi gösterme kararını şöyle eleştirmişti: “Doğrusu, göçmen grupların deneyiminin önemsiz gibi gösterilmesi, dar milliyetçi nedenlerden kaynaklanıyordu. Bu, direnenin ‘FTPF’ olduğu iddiasına olanak sağladı. Oysa FTPF’nin hiçbir zaman var olmadığında ısrar etmeliyiz. O, FTP idi. Son ‘F’ harfi, bizim sadık milliyetçiler olduğumuzu göstermek amacıyla, ancak Kurtuluş’tan sonra eklendi.”
Pannequin, PCF’nin, Stalin-Hitler antlaşmasını örtbas etmeye yönelik, FTP’nin MOI göçmen şubelerinin kullanılmasını kapsayan sinik manevralarını da eleştiriyordu: “Bir bildiri gerektiğinde, bu işi yapmaya gönderilenler MOI’dekiler oluyordu. … Onlara 1942’de eyleme balıklama dalma emrinin verilmesi, en çılgın görevlerin öncelikle göçmenler tarafından yerine getirilmesi, insanlara ihaneti, Hitlerciler ile üstü kapalı ama gerçek işbirliği politikasını unutturmak içindi.”
Stalinist önderlik, Troçkistlere karşı ölüm saçan kan davasını, savaş ve Nazi işgali sırasında durdurmamıştı. Eski PCF yetkilisi Auguste Lecoeur’a göre, Manukyan Grubu’nun Troçkizme sempati duyan unsurları hakkında 1943 Ağustos’unda uyarılan PCF önderleri, işçi sınıfı içinde Stalin’in suçlarına düşman kitlesel bir direniş hareketinin ortaya çıkması tehlikesini bastırmak için her şeyi yapmaya hazırdı.
Gerçekten de, Stalinist direnişin başındaki Jacques Duclos, Troçki’nin ve sekreterleri Lev Sedov’un, Rudolf Klement’in ve Erwin Wolf’un öldürülmesine yol açan Dördüncü Enternasyonal’e yönelik suikast saldırılarına katılarak, gizli operasyonlarda yetiştirilmişti.
Fransız Direnişi içindeki bu suikastlar, II. Dünya Savaşı sırasında, İtalyan Troçkist Pietro Tresso’nun Stalinistler tarafından öldürülmesi gibi suçlarla devam etti. Blasco olarak bilinen Tresso, Antonio Gramsci ile birlikte, İtalya Komünist Partisi’nin kurucu üyesiydi. O, Sol Muhalefet’e katılmıştı ve 1942’de Fransız polisi onu tutukladığı sırada Troçkist hareketin bir üyesiydi.
Blasco, Direniş hareketinin Puy-en-Velay hapishanesinden onlarca savaşçının topluca kurtarılmasını örgütlemesinin ardından, PCF’nin ve muhtemelen bizzat Stalin’in emriyle, Ekim 1943’te öldürüldü. Başka üç Troçkist (Pierre Salini-Ségal, Abram Sadek ve Jean Reboul), Auvergne bölgesindeki dağlarda Wodli’nin FTP maquisinde (kırsal direniş milisi) savaşırken, onunla birlikte öldürüldüler.
Bir ay sonra, PCF tarafından, askeri disipline itaatsizlikten idam edilme pahasına Paris’te kalma emri alan Manukyan Grubu, Fransız istihbaratı tarafından ele geçirildi.
Çakaryan’ın yaşamının sonundaki siyasi yazgısı, Stalinizmin ve Pabloculuğun, bugün, neo-faşizmin yükselişi karşısında halk kitlelerini silahsızlandırmaya nasıl devam ettiğini sergilemektedir.
Çakaryan, 2005’te, Şeref Nişanı ödülünü kabul etti ve 2012’de, Vichy’nin mirasçısı neo-faşist Ulusal Cephe’nin politikalarının ve göçmen karşıtı söyleminin benimsenmesinde başı çeken sağcı devlet başkanı Nicolas Sarkozy tarafından bir Şeref Lejyonu subayı yapıldı. Çakaryan, Nisan 2017’de, “vatandaşlıktan çıkarma”yı (Vichy yönetiminin Musevilere ve Direniş savaşçılarına karşı kullandığı yasal bir önlem) anayasaya geri getirmek istemiş olan Devlet Başkanı François Hollande tarafından bir Şeref Lejyonu’nun komutanı yapıldı.
Bununla birlikte, Stalinizmin yol açtığı ihanetlere ve kafa karışıklığına rağmen, Manukyan Grubu’nun ünü tamamen hak edilmiş olmaya devam etmektedir.
Önümüzdeki dönemde, onun enternasyonalizmi ve Sol Muhalefet ile bağları, mücadeleye giren işçilerin ve gençlerin dikkatini giderek daha fazla çekecektir. Fransız siyasi rejiminin, Stalinist ve Pablocu güçlerin iflası, dünya kapitalizminin 1930’lardan beri en derin ekonomik ve jeopolitik krizinin ortasında, her zamankinden daha açık hale geliyor. Manukyan Grubu’nun önceki komünist bağlılığı, siyasi mücadelesi ve özverileri, hala, devrimci cesaretin ve kararlılığın güçlü bir örneğini oluşturuyor.