Alman hükümeti “birlik günü”nü yeni neo-faşist hareketin gölgesinde kutladı

Çarşamba günü, Alman devleti, Doğu ile Batı Almanya’nın 3 Ekim 1990’da birleşmesinin 28. yıldönümünü kutladı. Etkinlik, politikacıların, “birleşik, demokratik Almanya” hakkındaki tatlı sözleriyle karşılandı. Ama bu sözcükler, faşizm tehlikesinin, Hitler’in iktidarı almasından 85 yıl sonra Almanya’ya geri dönüyor olduğu gerçeğini gizleyemedi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Federal Almanya Cumhuriyeti’nin kurulmasından beri ilk kez, militan neo-Nazilerle sıkı ilişkiler sürdüren aşırı sağcı bir parti Bundestag’da (federal meclis) temsil ediliyor. Pazartesi günü, federal savcılık bürosu, “Chemnitz Devrimi” adlı radikal sağcı bir terör grubunun yedi üyesinin tutuklanması talimatı verdi. Onlar, yabancılara ve solculara yönelik saldırılara ek olarak, Alman Birlik Günü’nde silahlı bir “eylem” planlamakla ve radikal bir sağcı ayaklanma kışkırtmaya çalışmakla suçlanıyorlar.

Federal Cumhuriyet Savcılığı’na göre, sanıklar, ateşli silahlar edinmek için yoğun çaba göstermişler. Onlar, bir ay önce, neo-Nazi haydutların sokaklarda yabancıları kovaladığı, Hitler selamı verdiği ve bir Musevi restoranına saldırdığı Chemnitz’deki olaylara ve protestolara katılmışlar. Başsavcı, 14 Eylül’de Chemnitz Parkı’ndaki göçmenlere yönelik kanlı saldırının, Alman Birlik Günü’ndeki bir “eylem”in denemesi olduğunu söyledi.

Chemnitz’in dışında, son haftalarda, Köthen’de ve Dortmund’da da Almanya tarihinin en karanlık günlerini hatırlatan neo-Nazi yürüyüşleri gerçekleşti. Naziler, bugün, 1930’ların tersine, bir kitle hareketi değil ama nefret edilen bir azınlıktır. Fakat bu onları daha az tehlikeli yapmıyor.

Her şeyden önce, onlar, güçlerini, yukarıdan; öncelikle devlet aygıtından, istihbarat servisinden ve polisten ama aynı zamanda hükümetten ve düzen partilerinin politikalarından elde ettikleri destekten alıyorlar. Şiddet eğilimli neo-Nazilerin bu saldırgan ve provokatif eylemleri, siyasi ve ideolojik olarak yıllardır hazırlanmış olan tehlikeli bir gelişmenin sonucudur.

Beş yıl önce, Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Alman Birlik Günü’nde yaptığı konuşmada, tüm egemen sınıf adına, saldırgan bir Alman dış ve büyük güç politikasına dönüşü ilan etmişti.

Gauck, Almanya’nın, “Avrupa’da ve dünyada”, büyüklüğüne ve etkisine gerçekten uygun düşen bir rol oynamasını istemişti. Almanya, “kalabalık nüfuslu, kıtanın ortasında ve dünyadaki dördüncü büyük ekonomi” idi ve artık, “çözümlerine katılmamamız durumunda, siyasi, ekonomik ve askeri çatışmalardan kaçınabileceğimiz yanılsamasına izin vermemesi” gerekiyordu.

Aynı zamanda, Alman siyaset kurumu, Alman emperyalizminin suçlarını önemsizleştirme yönünde kapsamlı bir kampanya başlattı. Der Spiegel dergisi, Şubat 2014’te, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından 100; İkinci Dünya Savaşı’nın patlamasından 75 ve Berlin Duvarı’nın çökmesinden 25 yıl sonra, “Alman suçluluğu” sorununun yeniden değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdü.

“I. Dünya Savaşı Suçluluğu: Suçluluk Sorunu Günümüzün Tarihçilerini Bölüyor” başlıklı makale, Berlin Humboldt Üniversitesi’ndeki iki profesörle yapılan görüşmelere dayanıyordu. Herfried Münkler, Almanya’nın I. Dünya Savaşı’ndan suçlu olduğu iddiasını bir “efsane” olarak tanımlamış; Jörg Baberowski ise, Nazi savunucusu Ernst Nolte’ye arka çıkmış ve Hitler “kötü biri değildi” çünkü “Masasında, Musevilerin ortadan kaldırılması hakkında konuşulmasını istemiyordu.” iddiasında bulunmuştu.

Sosyalist Eşitlik Partisi (SGP), o dönemde, şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Savaş sonrası dönemin, Almanya’nın Nazilerin berbat suçlarından dersler çıkarmış, ‘Batı’ya katılmış’, barışçı bir dış politika benimsemiş ve istikrarlı bir demokrasi geliştirmiş olduğu biçimindeki propagandasının yalan olduğu ortaya çıkmış durumda. Alman emperyalizmi, tarihsel olarak biçimlenmiş gerçek yüzünü, hem içeride hem de dışarıda, tüm saldırganlığıyla bir kez daha gösteriyor.”

Bu, o zamandan bu yana doğrulanmıştır. Gauck’un konuşması ve Alman tarihini revize etme girişimleri, aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) ve neo-Naziler için ideolojik zemin hazırlayacak şekilde, militarizme ve büyük güç politikasına dönüş yönünde sistematik bir kampanyayı haber veriyordu. 1930’larda, egemen çevreler, kapitalizmin derin krizine, işçi hareketini ezmek ve Almanya’nın askeri gücünü genişletmek için Hitler’i iktidara getirerek tepki vermişlerdi. Onlar, bugün de aynı yönde ilerliyorlar.

Chemnitz’deki neo-Nazi yürüyüşü, o sırada gizli servisin başında olan Hans-Georg Maassen ve federal İçişleri Bakanı Horst Seehofer tarafından açıkça savunuldu. Maassen yabancıların sokaklarda kovalandığını inkar ederken, Seehofer, bakan olmasaydı Chemnitz’de yürüyeceğini söyledi ve AfD’nin demagojisini hatırlatan sözcüklerle, “göç konusu, bu ülkedeki tüm siyasi sorunların anasıdır” diye ekledi.

Bundestag’da AfD’ye kur yapılıyor. Sosyal Demokratlar (SPD), Hristiyan Demokratlar (CDU/CSU) ile gözden düşmüş büyük koalisyona devam etme kararlarıyla, AfD’ye, genel seçimlerde oyların sadece yüzde 12,6’sını almış olmasına karşın, resmi muhalefetin önderi rolünü verdiler. Parlamentoda, tüm partiler, önemli komisyonların başkanlığını teslim ettikleri AfD ile yakın bir şekilde çalışıyor.

Bunun nedenini anlamak zor değil. SPD, daha saldırgan bir dış politika yönünde ajitasyon yapan partilerden biridir. Eski Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel ve onun ardılı Heiko Maas (her ikisi de SPD’li), Almanya’nın, ABD ile anlaşmazlığı, bir kez daha büyük güç politikası izlemek için bir “fırsat” olarak kavraması gerektiğini vurgulamaktan hiç yorulmamıştır.

Yeşiller ve Sol Parti de, SPD’den aşağı kalmıyor. Yeşiller, Bundeswehr’in (silahlı kuvvetler) 1999’da sert halk direnişe karşın Yugoslavya’ya girdiği ilk savaş çabasını garantiye almalarından beri bir Alman militarizmi partisine haline geldiler. Sol Parti ise, Almanya’nın çıkarlarını ekonomik rakiplerine ve özellikle ABD’ye karşı ileri sürme söz konusu olunca, barışçıl söylemlerini bırakıyor.

Militarizmden nefret edildiği ve militarizm halk içinde çok az destek gördüğü için, resmi politika, gitgide, sürekli bir komplo biçimini alıyor. Egemen sınıf, işçi sınıfının büyüyen muhalefetine karşı servetini korumak, otoriter bir devlet inşa etmek ve Almanya’yı, Avrupa’daki, Ortadoğu’daki, Afrika’daki ve Asya’daki emperyalist çıkarlarını savunabilen önde gelen bir askeri güç olarak yeniden inşa etmek için, aşırı sağa gereksinim duyuyor.

Almanya’da militarizmin ve faşizmin canlanmasını durdurmanın yalnızca bir yolu var: uluslararası işçi sınıfının devrimci bir program temelinde seferberliği ve kitlesel bir sosyalist parti olarak Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP) ve Dördüncü Enternasyonal’in inşası. Bizim taleplerimiz şunlar:

* Büyük koalisyonun, devlet aygıtının ve aşırı sağcıların komplosunu durdurun!

* Yeni seçimler ve işçi sınıfının uluslararası sosyalist bir program temelinde seferberliği!

* Savaşa hayır! Almanya’nın militarist büyük güç politikasına dönüşünü durdurun!

* Gizli servisi dağıtın ve SGP’nin ve diğer sol örgütlerin izlenmesine derhal son verin!

* Sığınma hakkını savunun! Arttırılmış devlet yetkilerine ve gözetlemeye hayır!

* Yoksulluğa ve sömürüye son! Toplumsal eşitlik! Mali oligarşinin, bankaların ve büyük şirketlerin serveti kamulaştırılmalı ve demokratik denetim altına alınmalıdır!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir