Başbakan Davutoğlu, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, 1 Kasım seçim vaatleri çerçevesinde yüz binlerce taşeron işçinin kadroya alınacağını, “Asıl işlerde çalışanları seçim vaatlerimizde kamuya alacağımızı vurgulamıştık. Çalışmaları tamamladık. Asıl işlerde çalışan personelimizi kadroya alıyoruz. Ayrıca vaatlerimizde olmamasına rağmen, adalet gereği, eşitlik gereği, yardımcı işlerde çalışan kardeşlerimizi de kamuya almayı kararlaştırdık.” Sözleriyle “müjde” olarak duyurmuştu. Hükümetin “medya işlerinden sorumlu” havuz medyası, her zamanki gibi, Davutoğlu’nun bu konuşmasını canlı yayında ekranlara taşıyarak hükümetin yalan propagandasına destek verdi.
AKP hükümeti 2002 yılında iktidara geldiği dönemde taşeron işçilerin sayısı 350 bin dolayında iken, diğer kapitalist ülkelerdekilere paralel ekonomi-politikaları sonucunda, bugün bu sayı kamu ve özel sektörde toplamda 2 milyonu aşmış durumda. 14 yıllık siyasi iktidarı boyunca kapitalizmin bir ürünü olan taşeronluk sistemini büyüten ve yaygınlaştıran AKP hükümetinin “taşeron işçilerini kadroya alıyoruz”, “tek bir taşeron işçisi kalmayacak” yalanlarına inanmak için fazlasıyla saf olmak gerekiyor. Ayrıca, yalanda sınır tanımayan ve hatta bir yalan makinesi gibi siyaset üreten AKP hükümetinin taşeron işçilere kadro “müjdesi”, ortalama zekaya sahip bir insanın aklıyla adeta alay etmektedir.
Yüz binlerce taşeron işçisine kadro yalanıyla yutturulmaya çalışılan şey, kadrolu çalışmakla yakından uzaktan bir ilgisi olmayan, mevcut mali ve sosyal özlük haklarından da geri bir durumu ifade eden, taşeronluğun alt-işverenlerden alınarak devletin taşeronluk yaptığı bir sistemde özel sözleşmeli personel olarak 4/D statüsünde çalışmaktır.
Bu statüye geçmek için de burjuva medya ve basına yansıyan 10 şartı taşımak gerekiyor. Belirtilen şartların büyük bir kurnazlıkla hazırlandığı dikkat çekerken, şartlar arasında hükümetin ve ona destek veren medya ve sendikaların gizlemeye çalıştığı öyle bir madde var ki, hükümet onunla bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor. 4/D statüsüne geçmek isteyen işçiler, aynı ücretlerde ve 3 yıllık dönemi kapsayan performansa dayalı sözleşmeyi imzalayarak, “dava açma dahil her türlü haklarından feragat etme” şartını kabul etmiş oluyor ki bu, taşeron şirkette çalıştığı süre boyunca alamadığı ancak kamu kurumuna dava açmaları neticesinde büyük olasılıkla kazanarak elde ettikleri kıdem tazminatı, fazla mesai ücreti gibi haklarını yasal olarak talep etmekten vazgeçmek anlamına geliyor.
Kamudaki taşeron işçiler için böyle bir şartın gündeme gelmesi ilk değil. Geçtiğimiz yıl, Karayolları Genel Müdürlüğü’nde asıl işlerde çalışmalarına rağmen yıllarca taşeron olarak çalıştırılan yol işçilerinin 4 yıla yakın süren davaları sonucunda, devletin milyonlarca lira tutarında tazminat ödemesi hukuki kararının ardından, hükümet-sendika işbirliğiyle 6.417 yol işçisi kadro karşılığında zorunlu olarak tazminat hakkından vazgeçirilmişti. Kamuda buna benzer durum yüz binlerce taşeron işçisine emsal bir karar oluşturuyordu ki hükümet, bunun önüne geçmek için 1 Kasım seçim vaatlerinde kamuda asıl işlerde çalışan taşeron işçileri kadroya geçireceği sözünü vermiş, sonrasında da çalışmanın en geç 3 ay içerisinde tamamlanacağını açıklamıştı.
Bu çalışmanın, kadrolu çalışmaya hak kazanan yol işçilerinin özlük hakları gibi 120.000-150.000 arasında işçiyi kapsaması bekleniyordu. Başbakan Davutoğlu, kamuda asıl işler ve yardımcı işler ayrımı yapılmaksızın 700.000’in üzerinde ifade edilen tüm taşeron işçilerinin kadroya alınacağını söylerken, aslında şark kurnazlığı yaparak kamu sektöründe kadro adı altında sözleşmeli çalışmanın önünü açmakta ve özel sektörde taşeronluk sistemini kalıcı hale getirmektedir. Ayrıca, kamu işçileri ve emekçilerini 4/A, 4/B, 4/C ve son olarak da 4/D gibi alfabetik harflerle bölmeye devam etmektedir. Bununla beraber, kamudaki geçici ve mevsimlik işçilerin sorunu hala devam etmektedir. Özetle, yeni düzenleme ile birlikte kamudaki taşeron işçilerin çalışma koşullarının iyileşmesi bir yana, daha da kötüye gideceği bir gerçektir.
Açık ve net bir şekilde gerçekleri gizleyen hükümetin bu yalanına en büyük desteği, siyasi iktidarın kuyruğundan ayrılmayan ve işçi sınıfının kazanılmış haklarının gasp edilmesinde suç ortaklığı yapan sendikalar vermiştir. Başbakan Davutoğlu’nun “müjde” olarak duyurduğu kadro yalanını, Türk-İş ve Hak-İş sendikaları, internet sitelerinden, “büyük bir memnuniyetle” karşıladıkları açıklamasını yaptılar. DİSK ise, bugüne kadarki tüm adımlara suç ortaklığını ve sessiz kalmasını gizlemeye çalışır bir şekilde yazılı eleştiri yapmakla yetindi. Özetle, sendikalar, bir kez daha, devletin ve sermayenin çıkarları için işçi sınıfından gerçekleri saklamak ve onlara boyun eğdirmek konusunda üzerlerine düşen görevi yapmak için hükümetle birlikte hareket ettiler.
Aynı ücretle ve performansa dayalı 3 yıllık sözleşmeli çalışmayı olumlu bir şeymiş gibi pazarlamaya çalışan hükümet, bu sayede, yakın bir zamanda yasalaşması planlanan kiralık işçilik ve kıdem tazminatı fonu yasalarına karşı şimdiden işçi sınıfı muhalefetini zayıflatmaya çalışıyor. Aynı zamanda, başkanlık sistemi için tasarlanan Anayasa değişikliği referandumunda işçi sınıfının desteğini alabilme çabası da bunun bir parçasıdır.
Öte yandan, kapitalist krizin derinleştirdiği savaş ve diktatörlük yönelimi koşullarında, taşeron işçilerin haklarının gasp edilerek kamu tasarrufu yoluyla savaş bütçesine daha fazla parasal kaynak ayrılıyor. Yani söz konusu olan işçi sınıfının sosyal ve ekonomik hakları olunca, bunlar mümkün olduğu kadar budanırken, egemen sınıfın çıkarları söz konusu olduğunda ise uluslararası çapta savaşı ve militarizmi besleyen silahlanma yarışına ve askeri teknolojinin gelişimine devasa paralar akıtılıyor. Böylece savaşın faturası işçi sınıfına ödetilirken, yine en büyük zararı işçi sınıfı görmektedir.
Dünya çapında kapitalizmin artan ve derinleşen krizi karşısında egemen sınıfın siyasi temsilcisi olarak AKP iktidarı, diğer ülkelerdeki mevkidaşları gibi, kamuda ve özel sektörde çalışan işçi ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarını geriletecek yeni yasal düzenlemelerle krizin bedelini işçi sınıfına ödetmek için elinden gelen her şeyi yapmaktadır.
İşçi sınıfı, önümüzdeki dönem, kapitalist kriz, savaş ve diktatörlük yönelimiyle birlikte daha da şiddetlenecek olan sermayenin toplumsal saldırısına, bu saldırının suç ortakları olan burjuva muhalefetten, sendikalardan ve sahte soldan bağımsız bir şekilde, sosyalist bir sınıf perspektifine ve uluslararası işçi sınıfının birliğine dayanan bir strateji ve örgütlenme ile karşı koyabilir.