AKP hükümeti tasarruf önlemlerini artırıyor

Küresel kriz ve Ortadoğu’daki gelişmeler, piyasalarda risk algısını genişletirken tasarruf önlemleri, borçlanma araçlarındaki çeşitlilik, uzun süredir AKP hükümetinin gündemindeydi. Hükümet, tasarruf ve borçlanma vadelerinin uzatılması konusunda düzenlemeleri yaygınlaştırıyor. Bu uygulamalarının en önemli ayaklarından biri olarak görülen Bireysel Emeklilik Sistemi’nde (BES) değişikliği öngören yasa, geçtiğimiz hafta meclisten geçtikten sonra resmi gazetede yayınlandı. Yeni sistemin 3 ay sonra yürürlüğe girmesi planlanıyor.[1] Kıdem tazminatının kaldırılması sonrası yerine konulması düşünülen düzenlemenin BES biçiminde çalışacak olması, BES hakkındaki gelişmelerin takibini önemli hale getirdiğini ekleyelim. Kıdem tazminatının kaldırılma meselesini başka bir yazıda değerlendireceğimizi belirttikten sonra bu yazıda AKP hükümetinin piyasaları düzenleyen önümüzdeki döneme ilişkin adımlarını ele alacağız.

BES’in en önemli amaçlarından birisi; hiç şüphesiz soysal güvenlik sistemi içinde emekliliğin kamu üzerindeki “yükünü” hafifletmek, mümkünse bundan tamamıyla kurtulmak, diğer yandan da sermayeye yeni bir faaliyet alanı açmak. Hali hazırda uygulanan sistemin ilk defa 1999 yılında gündeme gelmesi bu açıdan bakıldığında tesadüf değil. 2001 krizi ile birlikte özelleştirmeleri birbiri ardına hayata geçiren koalisyon hükümeti, sosyal güvenliğin emeklilik ayağı için BES’i hayata geçirirken sağlık ayağında da önemli adımlar atmıştı. Hatırlarsınız, özel hastaneler birbiri ardına açılırken, SSK’nın ilaç fabrikaları kapatılmış hastalardan değişik isimler altında katkı ve harçlar kesilmeye başlamıştı. Bu adımlarla koalisyon hükümeti devletin sağlık ve emeklilik harcamalarından kurtulmayı hedeflemişti.

10 yıl ve 56 yaş sınırlaması olan BES’te, 8 Haziran itibariyle toplam fon miktarı, 16 milyar 652 milyon TL iken toplam katılımcı sayısı 2.802.585 kişidir. Mecliste kabul edilen bu düzenlemeyle hükümet, vergi indiriminden vazgeçerek her katılımcının yatırdığı prim üzerinden yüzde 25’lik ek katkı yaparak katılımcı sayısında önemli artışlar sağlayacağa benziyor. Hali hazırda hiçbir yatırım aracının bugün yüzde 25 oranında bir getiri sağlamadığı düşünülürse bu öngörünün yerinde olduğunu belirtmek zorundayız. BES’e katılımdaki önemli artışlar, hükümetin cari açığı azaltma ve enflasyonla mücadele politikasına önemli katkılar sağlayacak. Dahası BES’in 10 yıl vadeli bir yatırım aracı olduğundan, piyasaya bir o kadar ucuz ve uzun vadeli borçlanma aracı “müdahil” olmuş olacak.

2001 yılında yüzde 20 olan tasarruf oranlarının bugünlerde yüzde 14’lere düşmüş olması [2], Avrupa’da derinleşen kriz ve fon maliyetlerinin artışının, hükümeti tasarruf önlemlerine ittiğini belirttik. Tasarrufta önemli kalemlerden biri olarak görülen BES’te katılımcıların yatırdıkları primlerin, birkaç adet fonda değerlendirildiğini belirtelim. Bu yatırım fonları arasında likit kamu fonu, en çok tercih edilen olurken hisse senedi ağırlıklı fonların da mevcut olduğunu ekleyelim. Buradan yola çıkarak hükümet, bir yandan, BES aracılığıyla piyasadan toplanan ve yüzde %25 oranında kendi yapacağı katkıyla belli bir büyüklüğe ulaşan fonu, tüketimden “koparttığı” için enflasyonu düşüren bir adım olarak değerlendirmekte. Diğer yandan, kamuya, kamu fonları aracılığıyla çok daha ucuz nakit akışı sağlamış olacak. Dahası bu gelişmeyi cari açığı azaltan bir kalem olarak bütçeye yansıtacak.

Geçtiğimiz yıl vergi affıyla piyasadan milyarlarca TL çeken hükümet bu yıl bu eksikliği 2B yasası sonrası gelecek olan parayla gidermeye çalışsa da eksik olan kısmını, BES ile gidermenin hesabını yapıyor.

Bütün bunların dışında, hükümet, BES’te yer alan diğer hisse senedi fonları sayesinde şirketleri, krizin derinleştiği bir dönemde yeniden finanse etmiş olacak. Uzun vadeli borçlanma araçlarının bugün Avrupa’daki krizde önemi ne kadar kuşku götürmez ise Türkiye için de bir o kadar önemli.

Uzun vadeli borçlanma araçlarında çeşitlilik

Mali sektörün ihtiyacını duyduğu uzun vadeli fonların artması ve piyasalardaki dalgalanmaların ve spekülasyonların azalması için BES dışında başka adımların uzun süredir atıldığını biliyoruz. 2010-2011 yılında hükümet MB ve BDDK aracılığıyla kısa vadeli yabacı sermaye girişlerini engellemek ve kısa vadeli borçlanma araçlarında daralmaya gitmek için politika faiz oranları ve munzam karşılıklarda önemli değişikler yapmıştı. Özellikle bireysel kredilerde yaşanan büyüme, cari açık ve enflasyonist baskıya karşı atıldığı ifade edilen bu adımlar, bugün ivme kazanarak devam ediyor. Her ne kadar MB, munzam karşılıklarda bir gevşemeye gitmiş olsa da bugün bankalardaki mevduatların ortalama 2 ay olan vadesini uzatmak için önemli adımları atmayı sürdürüyor.

BES ile devam eden bu süreçte, AKP hükümeti, mevduatların vadelerine göre stopaj uygulamasını değiştirmeyi hedefliyor. Hükümet üzerinde çalıştığı düzenlemeyle, vade uzadıkça mevduat faiz gelirlerinden aldığı yüzde 15’lik vergiyi kademeli olarak azaltmayı hedeflediğini ekleyelim. Mevduat sahipleri faiz gelirlerinden kesilen stopajı ödememek için pekâlâ mevduatını uzun vadeli olarak değerlendirmek durumunda kalacak. Böylelikle bankaların pasifinde yer alan ve kredi olarak piyasaya satılan mevduatların vadesi uzamış risk algısı daralmış olacak.

Bu konuda bir diğer çalışma yine bankalardan geldi. MB’nin munzam karşılık politikası nedeniyle bankalar borçlanma araçlarını çeşitlendirmeye başladı. MB’nin bono ve tahvil piyasasındaki elini “geri çekmesiyle” birlikte munzam karşılıkların maliyetine katlanmak istemeyen bankalar, 2010 yılından 2012 yılının ilk çeyreğine dek bono ve tahvil ihraç etmeyi sürdürdüler. 2011 yılında özel sektör dahil  bankaların toplam 48 milyar 642 milyon TL tutarında tahvil ve bono ihracı yaptığını ekleyelim. Bu rakam bütünüyle bankalarla şirketleri finanse etmiş oldu. Bankalar, hem MB’ye karşılık ayırmayacak hem de ellerindeki kısa vadeli mevduatları en az altı aylık bonoya veya en az bir yıllık tahvile dönüştürerek değerlendirmiş oldular. Mevduat sahipleri de bono ve tahvil alımıyla piyasadaki faiz dalgalanmalarından korunmuş aynı zamanda faiz gelirinden kesilen stopajda %5’lik indirimden yararlanmış oldular. Bu stopaj sermaye şirketleri için %0 olarak düzenlemektedir.

Sonlandırırken

Amerikan Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke’nin parasal genişleme ile ilgili net bir sinyal vermediği ve 2005-2008 yılları arasındaki sermaye hareketlerinin bugün yavaşladığı dahası dolaşan paranın risk ve maliyetinin arttığı bir dönemden geçiyoruz.  Avrupa Birliği’nde, İspanya, Yunanistan, İtalya, Portekiz gibi ülkeler acilen ucuz ve uzun vadeli fonlara ihtiyaç duyuyor.  AB’deki bankalar, ”Basel III” kurallarına uygun şekilde sermaye yeterlilik[3] oranlarını 30 Haziran 2012 tarihine kadar yüzde 9’a çıkarması gerekiyor. Bugün Türkiye’de yüzde 16.5’larda seyreden bu oranın AB’de yüzde 9’lara yükselebilmesi için bankaların toplamda 106 milyar avroya ihtiyaçları olduğunu belirtelim. Bu durum hükümetleri yeni kaynak arayışlarına iteceği gibi hali hazırda kaynak sıkıntısı nedeniyle zor durumda olan bankalarda önemli krizlere yol açacak. Avrupa Birliği’ndeki kriz ise, Fransa ve Almanya arasında süren ortak tahvil tartışmasıyla derinleşmeye devam ediyor. Hükümetler ise kamu borçlarını ödeyebilmek ya da mevcut borçların vadelerini uzatabilmek için borçlanma araçlarını çeşitlendirme telaşlarını sürdürüyorlar.

Bugün Türkiye’de AKP hükümeti, Avrupa’daki bu gelişmeleri izleyerek olası kriz öncesinde, tasarruf önlemlerini arttırırken borçlanma araçlarını çeşitlendirip bu araçların vadesini uzatarak kriz riskini daraltmaya çalışıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir