Ankara’nın Kıbrıs açıklarına Mayıs ayında Fatih ve 8 Temmuz’da da Yavuz adlı gemilerini göndererek sondaj faaliyetlerine başlamasının ardından, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üyesi olduğu Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’ye yaptırım uygulama kararı alması ile birlikte Doğu Akdeniz’deki gerilimler patlayıcı bir noktaya doğru ilerliyor.
Büyük güçler arasında ticaret savaşının tırmandığı, ABD’nin İran’a karşı savaş hazırlıklarını yoğunlaştırdığı ve ABD ile AB arasındaki gerilimlerin her alanda yükseldiği koşullarda, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımı üzerine giderek artan emperyalist çekişme, konumu ve Kıbrıs’la ilişkisi dolayısıyla Türkiye’nin de doğrudan dahil olduğu tehlikeli bir parlama noktası oluşturuyor.
Türkiye, şu anda adanın doğusundaki Magusa açıklarında Yavuz, batısındaki Baf açıklarında ise Fatih gemileri ile doğalgaz bulmak amacıyla sondaj yapıyor. Bunun dışında Barbaros Hayreddin Paşa adlı gemi ise sismik araştırma yapıyor. Sondaj gemilerine Türk savaş gemileri ve uçakları eşlik ediyor.
Türkiye’nin bölgedeki sondaj arama faaliyetleri ve askeri hareketliliği, halihazırda bölgedeki çıkarlarının peşinden giden büyük güçlerin ve onların bölgesel ortaklarının tamamı tarafından tepkiyle karşılanıyor. Yavuz adlı geminin de Kıbrıs açıklarına gönderilmesinin ardından, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Morgan Ortagus tarafından yapılan açıklamada, Türkiye’nin sondaj gemisi göndermesini kışkırtıcı olarak tanımlıyor ve ABD’nin durumdan “derin endişe” duyduğu belirtiliyordu.
Bir diğer NATO müttefiki Fransa da, Türkiye’ye “Doğu Akdeniz’deki istikrarı tehlikeye atmama” çağrısı yaptı. Türkiye’nin Suriye’de kırılgan bir ittifak kurduğu ve S-400 füze savunma sistemleri satın aldığı Rusya ise Türkiye’yi “Kıbrıs’ın egemenliğine saygı duymaya” davet etti.
Doğu Akdeniz’deki kaynakların paylaşımında, petrol zengini Ortadoğu üzerinde tartışmasız egemenliğini kurmak üzere otuz yıla yaklaşan aralıksız savaşlarıyla bölgeyi kan gölüne çeviren ABD ile AB emperyalizmi arasındaki rekabet belirleyici konumda. ABD, Britanya, Fransa, İtalya gibi emperyalist güçlerin yanı sıra, Rusya, Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Lübnan, İsrail, Mısır, Katar ve diğer birçok ülke arasında, enerji kaynaklarının paylaşımı konusunda şimdilik Türkiye’yi dışarıda bırakan anlaşmalar yapıyorlar.
Ankara, bu yalıtılmışlıktan kurtulmak için diplomatik faaliyetlerini sürdürüyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 12 Temmuz’da Slovakya, Kırgızistan, Slovenya, Romanya ve Malta dışişleri bakanlarıyla telefonda görüştü. 14 Temmuz’da ise Finlandiya ve İsveç dışişleri bakanlarıyla, 15 Temmuz’da ise AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Temsilcisi Federica Mogherini ile telefon görüşmesi yaptı. Fakat bu telefon diplomasisi Türkiye açısından olumlu sonuç vermedi. 2016’da düzenlenen askeri darbenin üçüncü yıldönümü olan 15 Temmuz Pazartesi günü, Avrupa Birliği, Türkiye ile yürütülen Kapsamlı Hava Taşımacılık Anlaşması müzakerelerini durdurma ve mali yardımlarda kesintiye gitme kararı aldı.
Akdeniz’deki kaynaklardan alınacak payın, doğalgaz ve petrol açısından neredeyse tümüyle dışa bağımlı olan Türkiye kapitalizmi için olmazsa olmaz olarak görüldüğünün kanıtı olarak, Perşembe günü TBMM’de AKP, MHP, CHP ve İYİ Parti konuyla ilgili ortak bir bildiri yayınladı. Açıklama, bölgede izlenen politikanın yalnızca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin değil ama egemen sınıfın politikası olduğunu açıkça ortaya koyuyor: “Bizler … Doğu Akdeniz bölgesi hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı konusunda, bir oldu-bittiye getirerek Kıbrıs Türk’ünün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuk temelindeki meşru hak ve çıkarlarını görmezlikten gelme, yok sayma, hesaba katmama yönündeki tüm girişimleri, hesapları şiddetle telin ediyor, bu yönde siyaset yürüten çevrelerin politikalarına her hal ve şartta karşı olduğumuzu en açık ifade ile ortaya koyuyoruz.”
ABD ve Avrupalı emperyalist güçler ile onların NATO “müttefiki” Türkiye’yi karşı karşıya getiren Doğu Akdeniz’de son 10 yılda devasa doğalgaz rezervleri keşfedildi. Telepolis.de yazarı Bernd Schröder, 2010’da Doğu Akdeniz’de tahminen 3,5 trilyon metreküp doğalgaz keşfedildiğini yazıyordu ki bu Rusya’dan sonraki en büyük rezerv. Bölgede çok sayıda doğalgaz yatağı keşfedilmiş durumda. İsrail açıklarında 2009’da keşfedilen Tamar gaz sahası 280 milyar metreküp; 2010’da aynı bölgede keşfedilen Leviathan gaz sahası ise 620 milyar metreküp hacme sahip. ABD şirketi Noble Energy, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan ettiği münhasır ekonomik bölgede (MEB) 129 milyar metreküp doğalgaz sahası keşfetti. İtalyan ENI firması 2018’de aynı bölgede 169-226 milyar arası metreküp doğalgaz bulduğunu duyurdu. Kıbrıs çevresindeki itilaflı olmayan tek parsel olan 10 numaralı sahada ise Exxon Mobil ve Petroleum 142-227 milyar rezerv tespit ettiklerini açıkladılar. Kıbrıs’taki Phileleftheros gazetesi, Türkiye’nin Fatih gemisinin Baf açıklarında 170 milyar metreküp doğalgaz bulduğunu yazdı. Türk yetkililer ise bu konuda bir açıklama yapmadılar.
Doğu Akdeniz’deki bu keşifler, emperyalist ve büyük güçler arasında söz konusu kaynakları paylaşımı üzere şiddetli bir mücadele başlatırken, bölge ülkeleri de kırıntılardan pay almak için rekabete başladılar. Kıbrıs Cumhuriyeti adanın güneyini MEB ilan etti ve ulusötesi şirketlere doğalgaz arama ve çıkarma lisansı verdi. Türkiye ise bu lisansların kendi haklarının ihlali olduğunu duyurdu ve Kıbrıs’ın MEB’ini tanımadığını ilan etti. Ankara, adanın kuzeyinde bulunan, yalnızca kendisinin tanıdığı ve kökleri 1974’teki işgale dayanan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile anlaşma imzalayıp sondaj çalışmalarına başladı. Türkiye’nin bu adımı, Birleşmiş Milletler’e (BM) ve uluslararası hukuka göre adadaki tek egemen devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin karasularının ihlali olarak görüldü ve kınandı. Türkiye ise bunun uluslararası hukuka uygun olduğunu söylüyor.
Türkiye, Ortadoğu’da yaşanan diğer jeopolitik anlaşmazlıkların yanı sıra, gerek Rusya’dan S-400 alımı üzerinden gerekse ABD’nin Suriye’deki rejim değişikliği savaşında YPG’nin önderlik ettiği Suriye Demokratik Güçleri’ni başlıca vekil gücü yapmasına şiddetle karşı çıkması nedeniyle, NATO’daki emperyalist müttefikleri tarafından güvenilmez bir ortak olarak görülüyor. Bunun en çarpıcı ifadesi, üç yıl önceki başarısız askeri darbe girişimiydi. Doğu Akdeniz’de eli zaten zayıf olan Türkiye, bu nedenlerle de tamamen yalnızlaşmış durumda.
Bu arada, Libya’da son dönemde şiddetlenen iç savaşın ve Ankara hükümetinin bundaki rolünün, Doğu Akdeniz’deki paylaşım mücadelesi ile doğrudan bağlantılı olduğuna ilişkin haberler söz konusu. Ankara’nın da desteklediği BM onaylı Libya hükümeti ile Türkiye arasında bir MEB anlaşması yapılarak, Ankara’nın Doğu Akdeniz’deki hak iddialarına hukuki gerekçe sağlanmaya çalışıldığı iddia ediliyor.