ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Türkiye dışişleri bakanının bu hafta NATO dışişleri bakanları toplantısına ve Atlantik ötesi emperyalist ittifakın kuruluşunun 70. yıldönümünü kutlayan etkinliklere katılmak için Washington’da olmasını, ABD’nin Türkiye’ye karşı tehditlerini yoğunlaştırmak için kullandı.
Pence, Çarşamba günü yaptığı bir konuşmada Ankara’ya ültimatom verdi. O, 1952’den beri NATO üyesi olan Türkiye Rus S-400 hava savunma sistemi satın alarak “bu ittifakın bütünlüğünü tehdit ederken,” Washington’ın “kayıtsız kalmayacağını” belirtti.
Ankara’nın Washington’ın emirlerine boyun eğmemesi durumunda, Washington’ın, nihayetinde Türkiye’yi NATO’dan attırmaya kalkışmasa bile, ABD-Türkiye askeri-stratejik ortaklığının seviyesini çarpıcı biçimde düşüreceğini açıklayan Pence, şunu ilan etti: “Türkiye seçimini yapmalı. Tarihteki en başarılı askeri ittifak içindeki kritik bir ortak olarak mı kalmak, yoksa ittifakımızın altını oyan böyle pervasız kararlar alarak ortaklığın güvenliğini riske mi atmak istiyor?”
Pompeo ise, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın toplantıya ilişkin metnine göre, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na, Türkiye’nin, Washington’ın onayı olmadan, Suriye’deki YPG’ye karşı müdahalesini genişletmesi durumunda, “potansiyel olarak yıkıcı sonuçlar” ile karşı karşıya kalacağını söyledi.
Söz konusu metin, bu “sonuçların” ne olacağını söylemiyordu. Ancak Washington’daki ordu-güvenlik kurumu, en azından kısmen, Ankara’ya, onlara saldırması halinde kendisini ABD ile bir askeri çatışma içinde bulabileceğine ilişkin bir uyarı olarak, Suriye’nin kuzeyindeki YPG’li müttefiklerinin yanına askeri personel konuşlandırmayı sürdürmekte ısrar ediyor. Hatırlatmak gerekir ki, Başkan Donald Trump, Ocak ayında, Pentagon’un Kürt müttefiklerine saldırması durumunda “Türkiye’yi ekonomik olarak mahvedeceğiz,” tehdidinde bulunmuştu.
Aynı metinde, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Robert Palladino, ayrıca, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nden (AKP), geçtiğimiz Pazar günü yapılan yerel seçimlerde, Ankara’daki ve İstanbul’daki ilk oy sayımlarına, ülkedeki seçim kanununa göre itiraz etmeyi bırakmalarını talep etti. Palladino, “Meşru seçim sonuçlarının kabul edilmesi, her demokrasi için olmazsa olmazdır,” diye yazdı.
Washington, ilk S-400 bataryalarının Türkiye’ye teslimatının Haziran için kararlaştırılması ve Ankara’nın, ABD’nin bunun yerine kendisinin Patriot füze sistemini satın alması teklifini geri çevirmesi ile birlikte, şimdiden misilleme eylemine başlamış durumda. Pazartesi günü, Reuters, ABD’nin Türk ordusuna F-35 hayalet uçak konuşlandırılması ile ilişkili parçaların ve donanımın sevkiyatını durdurduğunu bildirdi.
Dışişleri Bakanlığı yetkililerine göre, ABD’nin diğer adımları, Türk şirketlerin F-35 üretimi zincirinden çıkarılmasını, ABD’nin Türkiye’ye gönderdiği başka silahların aktarımının durdurulmasını ve Ankara’nın da, 2017’de Rusya’ya karşı çıkarılan, sert “Amerika’nın Düşmanlarına Yönelik Yaptırım Yasası”nın hedefi haline getirilmesini kapsayabilir.
Söz konusu yasa, seyahat yasaklarından, hedef alınan kişilerin hesaplarının dondurulmasına ve cezalandırıcı ticaret yaptırımlarına kadar tırmanan bir dizi önlemi içeriyor. ABD’li yetkililer, bu yasanın dile getirilmesini bir kenara bırakırsak, Trump’ın Türkiye’ye ekonomik olarak zarar verme tehdidini en azından açıkça gündeme getirmediler. Ancak son on yıldır ilk kez durgunluğa girmiş olan Türk ekonomisinin son derece kırılgan olduğuna kuşku yok. Geçtiğimiz Ağustos ayında, Trump, 15 Temmuz 2016’daki başarısız askeri darbeye katılmakla suçlanan Amerikalı bir papazın serbest bırakılmasını dayatmak için Türkiye’den gelen alüminyuma ve çeliğe gümrük vergilerini ikiye katlayınca, Türk lirasının değeri hızla düşmüştü.
ABD’nin tehditlerine rağmen, Türkiye, S-400 alımının kesin olduğu konusunda son derece kararlı görünüyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, Pence’in ültimatomuna yanıt olarak, Twitter’da, bir seçim ile karşı karşıya olanın Türkiye değil, ABD olduğunu belirtti: “ABD seçimini yapmalı. Türkiye’nin müttefiki olarak mı kalmak, yoksa teröristlerle el ele vererek NATO müttefikinin düşmanlarına karşı savunmasını zayıflatıp dostluğumuzu riske mi atmak istiyor?”
Ankara, “teröristler” ifadesini, ülkenin güneydoğusunda son 35 yıldır şiddetli bir bastırma savaşı yürüttüğü Kürt milliyetçisi PKK’nin Suriye kolu olan YPG’yi kastetmek için kullanıyor.
NATO, askeri alımlar üye devletlerin kendi kapsamında olduğu için, Türkiye’nin S-400 satın alma planı konusunda resmi bir tavra sahip değil. Ancak ABD, Türkiye’nin bu alımla hem ABD-Türkiye ilişkilerini hem de NATO’yu tehlikeye attığı konusunda ısrarcı ve Ankara’nın, bu Rus yapımı savunma sisteminin NATO’nun Türkiye’deki operasyonlarına ve silah sistemlerine tehdit oluşturmadığından emin olmak üzere “teknik bir çalışma grubu” oluşturma çağrılarını şiddetle reddediyor.
Kuşkusuz, Ankara’nın S-400 alma planları konusunda ABD ile Türkiye arasında yaşanan çatışmayla bağlantılı önemli askeri ve ekonomik meseleler söz konusu. Ama bu, Washington’ın Ortadoğu’daki otuz yıllık yıkıcı savaşlarından (tüm toplumları mahveden ve bölgenin emperyalist eliyle dayatılmış devlet sistemini ateşe veren savaşlarından) ve bunların ardından gelen, Rusya ve Çin ile “stratejik çatışma” yöneliminden kaynaklanan daha geniş jeopolitik çatışmalar için bir parlama noktasıdır.
Türk burjuvazisi, AKP dönemi de dahil olmak üzere, ABD’nin önderlik ettiği veya kışkırttığı bu savaşlardan çıkar sağlama peşinde koştu. Ancak tekrar tekrar, temel stratejik çıkarları olarak gördüğü şeylerin ABD’nin ve Avrupalı emperyalist güçlerin eylemleriyle görmezden gelindiği ve bunların zarar gördüğü sonucuna vardı. Bu, özellikle, toprak bütünlüğünün ve Türk egemen seçkinlerin Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki tartışmasız egemenliğinin korunması ve komşu devletler içindeki Kürt burjuva rakiplerinin jeopolitik konumunun güçlendirilmesinin engellenmesi bakımından geçerlidir.
Erdoğan, ABD’nin Suriye’deki rejim değişikliği savaşını hevesle destekliyordu. Gelgelelim, ABD, İslamcılardan oluşan ilk vekil ordusunun başarısızlığına, Türkiye’nin korktuğu gibi, PKK’ye bağlı YPG ile ortaklık kurarak karşılık verdi.
Ankara’nın ağır basan hedefi, YPG’nin denetimindeki topraklar ile Türkiye arasında bir tampon bölge oluşturmak ve nihayetinde Kürtlerin ön devletini ortadan kaldırmaktır.
Diğer taraftansa, Washington, söz konusu toprakları Esad rejimini devirme yönündeki kanlı çabasını sürdürmek için bir kara üssü olarak korumaya, Erdoğan’ın ABD’nin Suriye’deki etkisini zayıflatmak için Rusya ve İran ile kurduğu zayıf çıkar ittifakını bozmaya ve Ankara’nın son yıllarda Türkiye’nin önemli bir ekonomik ortağı olarak ortaya çıkan Çin’in yörüngesine daha fazla yaklaşmasını engellemeye kararlıdır.
ABD’nin, Erdoğan’ı indirmek, indiremiyorsa da haddini bildirmek için yinelenen girişimleri de, AKP yönetimindeki Ankara ile olan gerilimleri daha da alevlendiriyor. Washington’ın 15 Temmuz’daki başarısız darbeye desteği, alüminyum ve çelik için gümrük vergisini ikiye katlaması ve şimdi de, Pence’in ve Pompeo’nun tehditleri ile birlikte, seçim meselesini tehdit edercesine kullanması, bunlar arasındadır. Seçimin doğrudan sonucu ne olursa olsun, bu, Washington’ın, Erdoğan’ın burjuva rakiplerini, ABD’nin organize ettiği bir rejim değişikliği kampanyası için paravan haline getirmeyi planladığına işaret etmektedir.
Bununla beraber, Türkiye, ABD ile sıkı bağlarını korumak istediği konusunda ısrar etmeyi sürdürüyor ve bu amaç doğrultusunda, ABD’nin Rusya’ya karşı bir dizi yeni saldırgan adımına destek verdi. Ankara, NATO’nun geri kalanı gibi, Washington’ın Orta Menzilli Nükleer Güçler Antlaşması’nı (INF) tanımamasına ve NATO’nun, Kırım ile Rus anakarası arasında bulunan, Karadeniz ile Azak Denizi’ni ayıran geçiş noktası olan Kerç Boğazı’nda yapacağını açıkladığı kışkırtıcı deniz tatbikatına arka çıktı.
NATO’nun kuruluşunu kutlayan aynı toplantıda Pence’ten sonra konuşan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Türkiye’nin ABD önderliğindeki bu savaş ittifakına bağlı kaldığını ısrarla vurguladı. Çavuşoğlu, Rusya’nın Kırım’ı ilhakını ve Karadeniz’deki “saldırganlığını” kınadı. Bu, geçtiğimiz yıl Ukrayna deniz kuvvetleri ile yaşanan çatışmaya yapılan bir göndermeydi.
Çavuşoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz Rusya ile çalışıyoruz ama bu bizim ittifakın altını oyduğumuz ve Rusya ile her şeyde hemfikir olduğumuz anlamına gelmiyor. Bizim dış politikamızda bir kayma yok.”
Ankara, Avrupa’yla, özellikle de Almanya’yla bağları kuvvetlendirme yoluyla, ABD’nin saldırganlığına karşı koyabileceğini ya da en azından etkisini azaltabileceğini umuyor. Pence’in Çarşamba günkü konuşmasında, Almanya’nın da, Kuzey Akım II doğalgaz boru hattı projesinde Rusya ile ortaklık kurduğu için alenen kınanması tesadüf değildi.
Türkiye ve Almanya, kısa süre önce, ekonomik bağları güçlendirme planlarını duyurdu. Üst düzey bir Alman yetkili, “Türkiye ekonomisinin iyi gittiğini görmek Almanya’nın çıkarınadır,” diye belirtti.
Anlamlı bir şekilde, tam da Washington’ın Erdoğan’dan Ankara’da ve İstanbul’da muhalefetin belediye başkanlarının seçilmesine herhangi bir yasal başvuru yapmaktan vazgeçmesini talep ettiği gün, New York Times, Pazar günkü yerel seçimlerin, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile Kürt milliyetçisi Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önderlik ettiği “Türkiye’deki siyasi muhalefetin, canlı ve direnme becerisine sahip olduğunu gösterdiğinin” kanıtı olarak kutlayan bir başyazı yayınladı.
New York Times, Türkiye’deki sahte sol gibi, CHP’nin önderlik ettiği ve HDP’nin destek verdiği Millet İttifakı’nı, otoriter İslamcı Erdoğan’a “demokratik” muhalefet olarak destekliyor.
Erdoğan’ın işçi sınıfının şiddetli bir düşmanı olduğu tartışmasızdır. Bununla birlikte, AKP ile burjuva muhalifleri arasındaki temel ayrım, muhalefetin ABD’ye ve Avrupalı emperyalist devletlere daha belirgin yönelimidir.
Bu yüzyılın ilk on yılına kadar seksen yıl boyunca Türkiye’ye egemen olan Kemalist seçkinlerin geleneksel partisi olan CHP, bu seçkinlerin bütün suçlarıyla ilişkilidir. Dört kanlı darbe, 1970’lerde işçi sınıfına ve sola karşı faşist şiddetin himaye edilmesi ve Kürt halkının acımasızca bastırılması bunlar arasındadır.
CHP, tarihine uygun olarak, 2016’daki başarısız darbeye karşı çıkmamıştı. 4 Nisan’da, Ankara’nın ve İstanbul’un müstakbel CHP’li belediye başkanları, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu, faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) kurucusu, eski albay Alparslan Türkeş’in ölüm yıldönümünü anarak gerçek demokratik yüzlerini gösterdiler.