Türkiye-ABD ilişkileri, son haftalarda, Washington’ın, Ankara’yı Rus yapımı S-400 hava savunma sistemi satın alma konusunda ısrar etmesi durumunda misillemelerle tehdit etmesi nedeniyle kötüleşmiş durumda.
Bir süredir, özellikle de Washington’ın, Ankara’nın bir “terör örgütü” ve Türk devletine yönelik bir tehdit olarak gördüğü Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) Suriye’deki rejim değişikliği savaşındaki başlıca vekil ordusu yapmasından ve ardından, 15 Temmuz 2016’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı düzenlenen başarısız darbeyi desteklemesinden bu yana, iki ülke arasındaki ilişkiler sürekli düşüş halinde.
O zamandan beri, farklılıklar, Ortadoğu’daki ve hatta küresel bir dizi meseleyi kapsayacak şekilde genişledi. Washington, Ankara’nın geleneksel Batılı müttefiklerinden gelen basıncı Rusya ve İran ile daha sıkı bağlar kurma yoluyla dengeleme girişimlerinden özellikle telaşa kapılıyor.
Washington, Türkiye’nin, 2,5 milyar dolar değerinde uzun menzilli hava ve füze savunma sistemi S-400’ü satın alma sürecini tamamlamaması konusunda son derece kararlı ve S-400’ün konuşlandırılmasının, ABD-Türkiye ve Türkiye-NATO askeri-güvenlik işbirliğini bozacağını iddia ediyor.
ABD Savunma Bakanı Patrick Shanahan, Salı günkü bir Kongre oturumunda, Ankara’nın S-400 alımını sürdürmesi durumunda, Washington’ın Ankara’ya F-35 savaş uçakları sevkiyatını durduracağının ve Türk şirketlerini F-35 projesinden çıkaracağının işaretini verdi.
Shanahan, Pentagon’un Türkiye’yi bir F-35 ortağı olarak isteyip istemediğine ilişkin soruya, “Kesinlikle istiyoruz,” yanıtını verdi ve ekledi: “Türkiye’nin Patriot satın almasına ihtiyacımız var.” Bu, Washington’ın, Ankara’ya, S-400 yerine, 3,5 milyar dolara, ABD yapımı Patriot füze bataryaları satmayı teklif etmesine yapılan bir göndermeydi.
Eğer Türkiye S-400’leri sahaya yerleştirirse, ABD’nin Rusya’ya karşı yaptırımlarına uymamış olacak. 2017 tarihli Amerika’nın Düşmanlarına Yönelik Yaptırım Yasası, başkana, Rusya Federasyonu’nun savunma ya da istihbarat bölümleri ile “önemli bir ticari işlem”e giren herhangi bir kişiye, örgüte ya da devlete kapsamlı yaptırımlar uygulama yetkisi veriyor. Washington, ayrıca, Türkiye’yi İran’ın enerji ihracatına yönelik tek taraflı ve açıkça yasadışı ABD ambargosundan hariç tutan “muafiyet”i uzatmayarak da, Ankara’ya yönelik baskıyı yoğunlaştırmaya çalışabilir. Türkiye, İran’ın doğalgazına ciddi ölçüde bağımlı.
Trump yönetiminin üst düzey yetkilileri, Rus yapımı füze sistemi ile karşılıklı çalışabilirlik kaygılarına atıfta bulunarak, Türkiye’nin NATO faaliyetlerinden dışlanması olasılığını gündeme getirdiler.
Erdoğan, yine de, tekrar tekrar, Türkiye’nin S-400 satın alıp konuşlandıracağını vurguladı. Geçtiğimiz Pazar günü TGRT Haber kanalına katılan Erdoğan, konu hakkında yaptığı açıklamada, ABD ne derse desin, Türkiye’nin anlaşmadan geri adım atmayacağını ilan etti.
Erdoğan’ın Washington’a çıkışması, Trump yönetiminin İsrail’in Golan Tepeleri’ni yasadışı ilhakını tanıma kararını protesto eden önemli bir açıklama yapmasından iki gün sonraydı. Daha sonra, Türkiye Dışişleri Bakanlığı, “… bu talihsiz karar, ABD Yönetimi’nin Ortadoğu’da çözümün değil, sorunun parçası olmaya yönelik tutumunu sürdürmekte olduğunu göstermektedir,” diye belirten bir açıklama yayınladı.
S-400 konusundaki anlaşmazlık, Türkiye’nin jeopolitik ve askeri-stratejik yönelimi ile bağlantılı daha derin çatışmaların bir parlama noktasıdır. NATO’nun ilk üyelerinden ve Soğuk Savaşı sırasında önemli bir Batı müttefiki olan Türkiye, Amerikan emperyalizminin otuz yıla yaklaşan kesintisiz savaşı eliyle ciddi bir şekilde istikrarsızlaştırıldı. Güneyinde Suriye ve Irak ile sınırı olan ve komşu Balkanlar ve Kuzey Afrika bölgelerinde önemli ekonomik ve siyasi çıkarları bulunan Ankara, birinci Körfez Savaşı’ndan, Yugoslavya’da yaşanan Batı destekli parçalanmadan ve NATO’nun Sırbistan’ı bombalamasından, 2003’teki Irak işgalinden, 2011’de Libya’da Kaddafi’yi devirmeye yönelik hava savaşından ve Suriye’de süregiden kıyımdan doğrudan doğruya etkilenmiştir.
Türkiye egemen seçkinleri, Erdoğan’ın ve AKP’nin iktidardaki ilk on yılı dahil olmak üzere, art arda gelen ABD savaşlarını destekledi ve bu savaşlar üzerinden kendi çıkarlarını ileri sürmeye çalıştılar. Ancak ABD politikasında yaşanan birçok kayma, çoğu kez onların çıkarlarına ve emellerine karşı gelişti.
Suriye ile birlikte, meseleler dönüm noktasına vardı. Erdoğan, başlangıçta, ABD’nin Suriye’de kışkırttığı rejim değişikliği savaşını coşkuyla destekliyordu ve Ankara, Beşar Esad’ı ve onun Baas rejimini devirme yönelimine öncülük eden İslamcı milislerin başlıca destekleyicilerinden biriydi. Ne var ki, Türkiye, bu milislerin geri püskürtülmesinden sonra ABD’nin Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye kolu YPG ile bir ittifak kurmasıyla küplere bindi. Türkiye’nin Rusya ile uzlaşmaya yönelmesi ve İran ile işbirliğini yoğunlaştırması, bu bağlamda gerçekleşti.
Türkiye için, YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde kurduğu ön devletin etkisiz hale getirilmesi, Suriye politikasının ağır basan hedefi olmayı sürdürüyor. Ankara, bu amaçla, Moskova ve Tahran ile sağlam olmayan bir çıkar ittifakını sürdürür ve Astana’daki Suriye “barış süreci”nde onlarla işbirliği yaparken, silahlı kuvvetlerini tekrar tekrar Suriye’ye gönderdi.
Bu arada, Pentagon, Esad yönetimini ülkedeki en önemli petrol sahalarına erişimden yoksun bırakmak dahil, Suriye’deki yağmacı operasyonlarına bir temel sağlamak için YPG’ye bel bağlamayı sürdürüyor.
Amerikan ulusal güvenlik kurumları, Türkiye’yi, artan bir şekilde, enerji zengini ve stratejik açıdan kritik önem taşıyan Ortadoğu üzerindeki dizginsiz egemenliklerinin önünde bir engel olarak görmeye başladılar. Washington merkezli bir düşünce kuruluşu olan Arap Körfez Devletleri Enstitüsü tarafından kısa süre önce yayınlanan bir çözümlemede, yazarlar, Ortadoğu’nun gitgide üç bloka bölünüyor olduğunu ileri sürdüler: Suudi Arabistan’ın önderlik ettiği Sünni Körfez devletleri, İran’ın önderlik ettiği ve Hizbullah’ı da içeren bir ittifak ve Türkiye önderliğindeki bir blok. Yazarlar, “Türkiye’nin yeni bir Ortadoğu ittifakının merkez üssündeki rolü, 2017’de Suudi Arabistan’ın, BAE’nin, Bahreyn’in ve Mısır’ın Katar’ı boykot etmesi eliyle pekiştirildi. Katar, boykota karşı destek için, ülkede bir askeri üssü bulunan Türkiye’ye bel bağladı,” diye ekliyordu.
Türkiye’nin S-400 füze savunma sistemi kararı, bu bağlamda, geniş kapsamlı sonuçları bulunan bir karar olarak görülmektedir. ABD’li ve Avrupalı mali seçkinlerin başlıca sözcülerinden biri olan Financial Times, bu ayın başında yayınlanan bir başyazıda, “Türkiye, Batı ile ilişkilerini hala yeniden başlatabilir,” diyordu. Erdoğan’ın, “2003’te, istikrarlı sivil önderlik, yeni bir AB üyeliği gayreti ve iş dünyası dostu bir yaklaşım sunarak iktidara geldiğini” belirten gazete, devamında şöyle yakınıyordu: “Son yıllarda, Bay Erdoğan, Batılı müttefiklerinden uzaklaşıp, kuşku yaratan bir ekonomi yönetimi benimseyerek, otoriter rejime doğru ilerledi. Rus askeri donanımını satın alma tercihi, başka kaygıları gündeme getirdi.”
Erdoğan, 31 Mart’taki yerel seçimler öncesinde, Washington ile S-400 konusunda yaşanan anlaşmazlığı, ABD’ye yönelik halk muhalefetinden yararlanmak için kullanıyor. Bununla birlikte, seçimlerden sonra Washington’a yönelik duruşunu değiştirmeyi planladığına ilişkin pek işaret vermiyor. Türkiye cumhurbaşkanı, 8 Nisan’da, Vladimir Putin ile baş başa görüşmek için Moskova’ya gidecek.
Erdoğan, aynı zamanda ve açıkça Avrupa ile Amerika arasında büyüyen çatlağı kendi çıkarına kullanma amacıyla, Türkiye’nin önümüzdeki ay Avrupa Birliği’ne girme başvurusunu yineleyeceğini duyurdu.
Türkiye’deki hükümet yanlısı medyada yer alan yorumlar, egemen seçkinlerin, Washington’ın onların yaşamsal çıkarları olarak algıladıkları şeylere uyum sağlamamasına duyduğu öfkeye ve Ankara’nın onlarca yıldır başlıca askeri ve güvenlik ortağı olan bu ülkeye artık güvenilemeyeceğine ilişkin korkularına işaret ediyor. Ortak çekince, eğer Türkiye S-400 satın almaktan vazgeçer ve Washington’ın Patriot füzeleri teklifini kabul ederse, kısa süre sonra, ABD’nin, İsrail ya da Suriye konularında tavizler vermeyi kapsayan başka koşulları ile karşı karşıya kalabileceği biçiminde.
Türkiye’deki egemen çevreler, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun, 20 Mart’ta, Kudüs’te, İsrail’i, Yunanistan’ı ve Kıbrıs’ı içeren bir enerji zirvesine katılmasına da öfkeyle tepki gösterdiler. Doğu Akdeniz’de eskiye dayanan ve Kıbrıs çatışması ile bağlantılı toprak anlaşmazlıkları, deniz tabanının altında büyük doğalgaz kaynaklarının bulunması ile şiddetlenmiş durumda. Kıbrıs çatışması, adanın kuzeyinde bulunan ve Türkiye’nin tanıdığı bir yönetim ile uluslararası ölçekte tanınan, Lefkoşa merkezli Kıbrıs Rum yönetimini karşı karşıya getiriyor.
Bunların ışığında, Washington, Ankara’ya, kuşkusuz, ekonomi cephesi dahil birçok alanda büyük bir baskı uygulayacak. Erdoğan Moskova’yı ziyaret etmeden hemen önce, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, NATO’nun dışişleri bakanları toplantısına katılacak ve orada Pompeo ile görüşmesi bekleniyor.
Türkiye’yi, son yıllarda ülkeye büyük yatırım yapan ve Ankara’nın Kuşak ve Yol Girişimi’ne desteğini sağlama peşinde koşan Çin’e ya da Rusya’ya daha fazla yakınlaştırma yönündeki her girişim, çatışmalarla dolu olacaktır. Ankara’nın Batılı güçler ile anlaşmazlıklarına rağmen, Türk burjuvazisi, hala, ezici çoğunlukla, ülke içindeki projelere yatırım yapması için Avrupa sermayesine bel bağlıyor ve Avrupa Birliği, Türkiye’nin açık ara farkla en önemli ihracat istikameti.
Erdoğan’ın Trump’ın Golan kararını kınamasından sonra geçtiğimiz Cuma günü liranın yüzde 5 değer kaybetmesiyle ve Trump yönetiminin geçtiğimiz Ağustos’ta Türkiye’nin çelik ve alüminyum ihracatına gümrük vergisini ikiye katlama kararından sonra liranın çökmesiyle görüldüğü üzere, Türkiye egemen seçkinleri, büyük emperyalist güçlerin basıncı karşısında son derece zayıflar.