Egemen sınıf, bütün Avrupa’da işçilerin toplumsal haklarına yönelik acımasız saldırılarını arttırırken, yaygın muhalefeti bastırmak için şiddete ve otoriter yöntemlere başvuruyor. Mali aristokrasinin Avrupa’da toplumsal karşı devrime bir örnek olarak hizmet etmek üzere hedefe yerleştirdiği Yunanistan’da, siyasi terör ve sindirme, faşist Chrysi Avgi’nin (Altın Şafak) çetelerine açık devlet desteği biçiminde yeni ve kaygı verici bir düzeye ulaştı.
Atina’da göçmenler, eşcinseller ve solcu gruplar bu örgütün sürekli tehditleriyle ve saldırılarıyla karşılaşıyor. İki hafta önce, bu tür saldırılardan biri, Amerikalı bir yazar olan Terrence McNally tarafından filme alındı.
Video klibi, izleyicileri ve aktörleri ırkçı ve homofobik sataşmalarla aşağılayan Altın Şafak’ın milletvekili Ilias Panagiotaros’u gösteriyor. Onun haydutları, kemikleri kıran ve ciddi yaralanmalara yol açan taşlar ve başka nesneler fırlatıyor. Orada bulunan polisler kıllarını kıpırdatmıyor.
İç Güvenlik Bakanlığı, saldırı konusunda bilgilendirildikten sonra hiçbir şey yapmadı.
Altın Şafak, üyelerini asıl olarak suçlu unsurlardan toplayan ve Nazi sembollerini kullanan açıkça faşist bir örgüt. O, göçmen bir geçmişe sahip olan herkesin sınır dışı edilmesini ve parlamentonun lağvedilmesini talep ediyor. Mayıs ayındaki seçimlerde oyların yüzde 6,9’unu aldıktan bu yana, onun kamuoyu yoklamalarındaki oyları yüzde 14’e yükselmiş durumda.
Bu örgüt, aşırı sağcı LAOS partisinin AB’nin kemer sıkma önlemlerini uygulayan hükümette yer aldığı için geçtiğimiz yılın sonunda çökmesinden yararlandı. Altın Şafak’ın saldırıları, üyelerinin yüzde 50 – 60’ı ona oy veren polisten gelen destekle, büyük ölçüde karşılık görmeksizin sürmektedir. Polis memurlarının Altın Şafak’ın karşıtlarını tutukladığına ve cezaevinde onlara işkence yaptığına ilişkin çok sayıda vaka olduğu bildirildi.
Faşistlere yönelik bu devlet koruması ve teşviki, aynı zamanda on binlerce göçmenin Yunan kolluk kuvvetlerince toplanmasına hoşgörü gösteren diğer Avrupa Birliği (AB) hükümetleri ve kurumları tarafından zımnen desteklenmektedir.
Yunanistan’daki bu olaylar, bütün Avrupa’da otoriter egemenlik biçimlerine doğru bir kaymanın en çarpıcı ifadesidir.
Bugün Yunanistan’da yaşananlar, geçtiğimiz yüzyılın faşist hareketlerinin ortaya çıkışını anımsatmaktadır ve uluslararası işçi sınıfı tarafından önemli bir uyarı olarak değerlendirilmelidir. Faşistler, işçi sınıfı onun devrimci mücadelesini önlemek için elinden geleni yapan sendikalar ve küçük burjuva sol partileri tarafından dayatılan siyasi felç halinden kurtulana kadar, saldırılarını arttıracak ve AB kemer sıkma önlemlerinin yol açtığı artan toplumsal umutsuzluğu kullanacaklardır04
İtalyan sosyal demokrat yazar Ignazio Silone, I. Dünya Savaşı sonrası İtalya’sındaki devlet bürokrasisinin, bugün Yunanistan’da olduğu gibi, “yüzünü faşizme dönmüş ve ona işçi sınıfına karşı eylemleri için gerekli silahları ve diğer araçları sağlarken, bu saldırıların bütünüyle cezasız kalmasını güvence altına almış” olduğunu yazdı.
İtalya, bugünkü Yunanistan gibi, derin toplumsal çelişkiler eliyle bölünmüştü ve kitlesel grevlerle gösterilerle sarsılıyordu. Bu ortamda, Mussolini, işçi sınıfını yıldırmak ve ezmek için faşist haydutlarını egemen sınıfın hizmetine sunmayı teklif etmişti. Onun hareketi, yalnızca işçi sınıfı hareketinin siyasi felç durumunda olmasından dolayı destek elde etmiş ve sonunda devleti ele geçirmişti.
İtalyan Sosyalist Partisi önderliği kapitalizm karşıtı söylemini iktidar için mücadeleye dönüştürme becerisine sahip olmadığını göstermiş; reformist sendika önderliği faşist haydutlara karşı savaşmaya hazır ve istekli olan işçi sınıfını harekete geçirmeyi reddetmişti.
Mussolini’ye karşı Temmuz-Ağustos 1922’de düzenlenen genel grevi betimleyen Lev Troçki, on yıl sonra, “ellerindeki barutun patlayabileceğinden korkan reformistler, onu öylesine uzun süre nemlendirmişlerdi ki, tir tir titreyen elleriyle fitili ateşlemeye kalkıştıklarında, barut ateş almadı” diye yazmıştı.
Avrupa’daki mevcut durum, 90 yıl öncesinde olduğundan daha dramatik. İşçi sınıfının ardı ardına grevlere, protestolara ve gösterilere katılan geniş kesimleri, mücadeleye istekli olduklarını defalarca göstermiş durumda. Eksik olan, işçi sınıfına temel toplumsal haklarını savunmak için iktidar mücadelesinde yol gösterebilecek bir siyasi önderlik ve örgütlenmedir.
Yunanistan’da büyük ölçüde devlet aygıtına uyarlanmış olan sendikalar, işçi sınıfına yönelik tarihsel önemde saldırılara rağmen, etkili tek bir grev bile örgütlemediler. Her bir kemer sıkma önlemi ve ücret kesintisi, tepkiyi işçilerin moralini bozmayı ve onları güçsüzleştirmeyi amaçlayan protesto eylemleriyle sınırlayan sendika önderlerine danışarak tartışılmakta ve planlanmaktadır.
En büyük muhalefet partisi –Radikal Sol Koalisyon (SYRİZA)- sosyal kesintilere sözlü olarak karşı çıkmaktadır. Bununla birlikte, o, işçi sınıfını kemer sıkma politikalarına karşı harekete geçirmemekte ve işçi sınıfı muhalefetini AB’yi iyileştirme biçimindeki iflas etmiş bir perspektife bağlamaktadır. SYRİZA’nın önderi Aleksis Tsipras, defalarca, en önemli siyasi hedefinin Yunanistan’ın AB içinde kalmasını güvence altına almak ve mali oligarşinin bu aletinin kurumlarının güçlenmesi olduğunu vurgulamıştır.
AB her zamankinden daha açık bir şekilde otoriter egemenlik biçimlerine yönelince, SYRİZA ve diğer küçük burjuva partileri daha da sağa kayıyor. Bu, Libya ve Suriye’deki emperyalist savaşların Fransa’daki Yeni Kapitalizm Karşıtı Parti ve Almanya’nın Sol Partisi tarafından desteklenmesinde görülebilir.
İşçilerin mücadelelerini SYRİZA ve Yunan Komünist Partisi (KKE) gibi iflas etmiş örgütler dolayımıyla vermeleri gerektiğinde ısrar eden bu ve diğer sahte sol örgütler, aynı zamanda, onları bu tür sendikalara ve partilere bağlama arayışı içindeler.
Oysa durum tam tersidir. İşçiler bu örgütlerin etkisi altında kaldıkça ve nüfusun ekonomik olarak yıkıma uğrayan geniş kesimlerini krize ilerici bir çözüm olabileceği umudundan yoksun bırakan bu örgütler tarafından siyasi olarak felç edildikçe, faşistlere kendi zehirlerini yayma kapısı açıktır.
Faşizm tehlikesine karşı mücadele, her şeyden önce, işçileri burjuvaziye tabi kılmaya çalışan bu örgütlerin siyasi etkisine karşı mücadeleyi gerektirir. En önemli konu, işçi sınıfının, egemen sınıfların -liberal, tutucu, sağcı ve sözde “sol”- bütün kesimlerinden siyasi olarak bağımsızlığını sağlamaktır.
Bu, Yunan ve Avrupa işçi sınıfının AB’ye ve bütün kapitalist hüükümetlere karşı kitlesel sosyalist hareketinin inşası demektir. İşçi sınıfının iktidarı eline alması ve toplumu akılcı, demokratik ve eşitlikçi temelde yeniden düzenlemesi gerekmektedir. Bu, öncelikle, devrimci işçi sınıfı partisi biçiminde yeni önderliklerin inşasını gerektirir.
23 Ekim 2012