Prinkipo Yayıncılık’ın ikinci kitabı Uluslararası İşçiler Birliği (Birinci Enternasyonal) ağustos ayının sonunda çıktı. Kitap üç bölümden oluşuyor. Halil Çelik’in genel bir değerlendirmesinin bulunduğu birinci bölümün ardından, Uluslararası İşçiler Birliği (UİB) döneminde yayınlanan dört belge ve en sonu Marx ve Engels’in bu dönemdeki yazışmaları.
Kitabın yazarı, kendi değerlendirmesinin bulunduğu ilk bölüme, 19. yüzyılın ilk yarısı ve sonraki 15 yılın genel (sosyal, ekonomik ve örgütsel) bir özetini sunarak başlıyor. Bunun önemi, Uluslararası İşçiler Birliği’nin ortaya çıkış koşullarının kavranmasını oldukça kolaylaştırmasında yatıyor. Bu Marksist yöntemden bağımsız yapılan her çalışma, Marksizm adına yapılıyor da olsa, belirli örgütsel modelleri zaman ve mekândan; yani belirli sosyo-ekonomik koşullardan bağımsız ele almak zorunda olduğu için, birincisi yöntemsel olarak yanlış olacak, ikincisi ise kanıtlanmaya çalışılan şey için çarpıtılmış olacaktır. Bunu vurgulamamızın nedeni 1864 yılında asıl olarak İngiliz sendikacıları tarafından kurulmuş olan UİB hakkında bugün yaratılmış olunan efsanelerdir. Elbette bu efsaneler belirli politik çıkarlar için yaratılmakta. Bunun başında da Pablocu sol geliyor. Bunlara kısaca değinmekte yarar var:
İlki, kitabın önsözünde yazarın da vurgusunu yaptığı, “Birinci enternasyonal” ismi. UİB –kısmen- o dönem ve sonrasında “Birinci Enternasyonal” olarak anılmış olsa da, Marksistler için “enternasyonal” kavramı düşünüldüğünde –ki bu işçi sınıfının kapitalizmi ortadan kaldırmak için uluslararası bir parti ekseninde örgütlenmesidir- bu anlamda kurulan ilk enternasyonalin Komünistler Birliği olduğu görülür. Tarihte en çok satılan/okunan kitaplardan biri olduğu kabul edilen Komünist Parti Manifestosu da bu uluslararası örgütün programıdır.
Bu kısaca açıklamanın ardından UİB hakkındaki diğer bir efsaneye geçelim. Birçok sol çevreye göre UİB bizzat Marx tarafından kurulmuş ve dolayısıyla ilk Marksist enternasyonaldir. Oysaki Marx UİB’nin kuruluş toplantısını yalnızca bir davetli olarak katılmıştır. Ve yine Engels’e yazdığı mektuba göre, ilk toplantıda yalnızca bir figüran olarak yer almıştı. Marx’ın UİB’ye katılma kararı almasında belirleyici olan, 1848 devrimlerinin yenilgisinin ardından geriye çekilen işçi sınıfının 1860’larla beraber yeniden bir canlanma içine girdiğini düşünmesiydi. Tam da bu yüzden, sendikacılar ve Proudhoncular’ın çabasıyla birçok ülkeden işçiyi ortak platformda –UİB’de- toplayan bu girişim içinde yer almak bilimsel sosyalist dünya görüşünü yaymak için oldukça iyi bir fırsattı. Marx, örgütlenmenin bileşiminin de oldukça iyi farkında olduğundan, egemen olan Proudhoncu ve sendikal görüşe cepheden saldırıya geçmedi. Adım adım görüşlerini benimsetmeye çalıştı. Engels’e yazdığı mektupta “ilkelerde sağlam, tarzda yumuşak olmak zorundayız” [1] diyerek bu yönelişi ifade ediyordu.
Marx’ ve sonradan Engels, UİB’ye örgütsel bir biçim ve sosyalist bir program kazandırmayı başardıklarında ise UİB’nin artık sonu gelmişti. Proudhoncular’la, -kısmen- sendikacılarla ve asıl olarak anarşistlerle yaşan yoğun ideolojik ve örgütsel mücadelenin ardından Marx ve Engels’in görüşleri zafer kazansa da, Paris Komünü deneyimi UİB’nin ölüm çanlarını çaldı. Bu konuda Engels’i dinleyelim:
“… 1864’te, hareketin teorik niteliği, Avrupa’nın her yerinde, yani kitleler arasında hala son derece bulanıktı. Alman komünizmi henüz bir işçi partisi olarak yoktu, Proudhonculuk kendi özel heveslerinde ısrar edebilmek için çok güçsüzdü. Bakunin’in yeni saçmalığı, bir dereceye kadar, kendi kafasında bile yoktu; hatta İngiliz sendikalarının başkanları bile, tüzük gerekçelerinde konmuş olan programın kendilerini bu harekete girmeleri için bir zemin sağladığını düşündüler. İlk büyük başarının, bütün fraksiyonların bu naif birliğini boşa çıkarması zorunluydu. Bu başarı, … Komün oldu.” [2]
UİB’nin sonunu getiren Paris Komünü deneyimi, 1840’ların sonlarından itibaren Marksizmin programında yer alan Proletarya Diktatörlüğü’nün ilk siyasi biçimini göstermiş oldu. Bu deneyimin ardındandır ki Marx –ve ardından diğer Marksistler- işçi devleti konseptini gerçeklik üzerinden çizebildiler. Sonraki yıllarda ortaya çıkacak işçi Sovyetleri/konseylerinin ilk örneğiydi Komün.
UİB’yi biz Marksistlerin gözünde önemli kılan, Marksizmin bu platform çerçevesinde yürüttüğü polemikler, tartışmalar ve mücadeleler çerçevesinde bir netliğe kavuşmuş olmasıdır. Proudhon ile yıllar önce “kişisel” olarak hesaplaşmış olan Marx, UİB sürecinde bir küçük burjuva öğretisi olarak, o dönem işçiler arasında belirli bir yaygınlığa kavuşmuş olan Proudhonculuk’la hesaplaştı ve bunun ardındandır ki Proudhonculuk akımı yavaş yavaş silinmeye başladı. Aynı şekilde, anarşizmle girilen mücadele, anarşist öğretinin bilim dışı yönlerini tüm çıplaklığı ile açığa sermesi ve bilimsel komünizmin dünya işçi sınıfının tek bilimsel öğretisi olduğunu göstermesi bakımından –oldukça- önemliydi.
Marx’ın kongrelere katılmasını önleyen, yaklaşık yirmi yıllık çalışmasının bir ürünü olan ve Engels’in “dünyada kapitalistler ile işçiler var olduğu sürece, işçiler için böylesine önemli bir başka kitap çıkmayacak” [3] diye tanımladığı Kapital’in ilk cildinin bu dönem (1867) yayınlanmış olması, UİB’den bağımsız olsa da, onun içindeki siyasi mücadele de hesaba katıldığında ve ayrıca Paris Komünü deneyiminin de bu döneme denk düşmüş olması, bu dönemi Marksizm ve Marksistler için tarihi bir dönem kıldı. Engels’in 1874’te Sorge’ye yazdığı mektupta belirttiği gibi, bundan sonraki enternasyonal bütünüyle Marx’ın görüşleri üzerinden şekillenmiş olsa ve programında sosyalizm yazıyor olsa da komünist değildi. Sosyal demokrat/sosyalist partilerin enternasyonali olan Sosyalist (II.) Enternasyonal’in çöküşünün ardından kurulan Komünist Enternasyonal, Komünistler Birliği’nin ardından Marksistler tarafından kurulan ve dünya komünist partisi olarak ifade edilebilecek ikinci partiydi.
Yeniden “Birinci Enternasyonal” mi, Sosyalist Devrimin Dünya Partisi mi?
Bugün yeniden “Birinci Enternasyonal” çağrısı yapan Pablocu sol içindeki Mandelci ve Lambertist çizginin, Marksizmin dışındaki karakterlerinin görülmesi ve UİB’nin tarihteki yerinin bilimsel olarak ifade edilmesi açısından Halil Çelik’in bu çalışması oldukça önemli.
Sendikal önderliklerin, sermayenin işçi sınıfına uluslararası ekonomik saldırısına karşı duydukları bir ihtiyacın sonucu ortaya çıkan ve işlevini yitirmesiyle birlikte ortadan kalkan UİB’nin, bugün yeniden dillendiriliyor olması elbette tesadüfî değil. Bilimsel ya da gerçekçi olmaktan uzak olduğu kesin olan bu yaklaşımın temelinde, son otuz yıllık süreçte yaşanan ve üretimin küreselleşmesiyle birlikte ortaya çıkan gerçekliğin, yani; sendikaların üstlerine kurulduğu ulusal korumacı devlet zemininin hızla ortadan kalkıyor olması ve sendika bürokrasilerinin buna karşı uluslararası bir mücadele ihtiyacı duyuyor olmaları yatıyor. Elbette onlar, üzerinde yükseldikleri özel mülkiyet ve ücretli emek sömürüsü sistemini ortadan kaldırmak için bu girişimde bulunmuyorlar, onların amacı “eski güzel günler”e dönmek, yani eski ayrıcalıkları için mücadele etmektir. Sendika bürokrasilerinin siyasi sözcülüğüne soyunan Pablocu “sol”un bu yönelişini ayrıntılarıyla ele almak bu yazının sınırlarını fazlasıyla zorluyor. Bu konuda ayrıntılı bir değerlendirme için Sosyalizm dergisinin birinci sayısındaki Tasfiyeciliğin Yeni Adı: “Kitlesel İşçi Partisi” yazısına bakılabilir.
Marksist devrimcilerin önünde duran en yakıcı sorunların başında gelen dünya partisi ya da enternasyonal konusuna yaklaşım, siyasi çevreler için turnusol kâğıdı işlevi görmeye devam ediyor ve edecek de. Komünist Enternasyonal’in karşı devrimci Stalinist bürokrasi tarafından ele geçirilmesi ve dünya devriminin partisi olmaktan çıkmasının ardından Troçki önderliğindeki Marksist devrimciler tarafından kurulan Sosyalist Devrimin Dünya Partisi (IV. Enternasyonal) bugün hala Marksist devrimcilerin komünizm mücadelesinin dünya partisi olma işlevini sürdürüyor. Karşı devrimci Stalinist “sol”un Komintern’in kapısına 1943 yılında emperyalistlerle yapılan anlaşma çerçevesinde kilit vurulmasından bugüne enternasyonal gibi bir kaygısının olmaması bizler için anlaşılır. Bunun yanında, kendisini halen daha utangaçça da olsa “Troçkist” olarak niteleyen ancak gerçekte IV. Enternasyonal içindeki revizyonist Pablocu akımın birer temsilcisi olan “Birinci Enternasyonal”ci çizginin Marksizm ile bir alakasının olmadığının görülmesi için bu çalışma oldukça aydınlatıcı bilgiler sunuyor.
Bu çalışma, bugün Marksistlerin neyi yapmamaları gerektiği sorusunu yanıtlıyor. Ne yapmalı sorusunun yanıtını ise yazarın önümüzdeki dönemde yayınlanacak olan “Sosyalist Devrimin Dünya Partisi (IV. Enternasyonal)” adlı çalışması yanıtlamaya çalışacak.