Türkiye yükselen siyasi kriz ortasında Suriye politikasını değiştiriyor

Hükümetin derinleşen yolsuzluk skandalı ve Türkiye-Suriye sınırında artan istikrarsızlıkla karşı karşıya kalan Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ankara’nın diplomatik ve güvenlik politikalarında önemli bir değişim istiyor.

İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti bakanlarının çocuklarının, Halk Bankası’nın ve muhtemelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlunun da karıştığı, büyüyen bir yolsuzluk skandalı nedeniyle kriz içinde.

Aynı zamanda, El-Kaide’ye bağlantılı bir milis olan Irak ve Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Suriye’nin Türkiye sınırının hemen yanındaki Rakka vilayetindeki toprakları geçtiğimiz birkaç hafta içinde yeniden ele geçirirken, Suriye’deki istikrarsızlık Türkiye’yi tehlikeye sokmuş durumda.

İnsan Hakları Suriye Gözlemevi, Perşembe günü, IŞİD ile Batı destekli İslamcı muhalefetin diğer kesimleri arasında 3 Ocak’ta patlak veren çatışmalardan bu yana, aralarında yüzlerce sivilin de dahil olduğu 1.000 ‘den fazla kişinin öldürüldüğünü bildirdi.

Batı destekli Suriye Ulusal Koalisyonu üyesi Abdallah Farac, Reuters’e verdiği demeçte, “İsyancılar kazanmak için gerekli örgütlülükten ve ateş gücünden yoksun. Türkiye gibi bir ülkeden askeri saldırılar olmaksızın IŞİD’i yenilgiye uğratmak zor olacak.” dedi.

Bu gelişmeler ışığında, Cumhurbaşkanı Gül Türk büyükelçilerinin yıllık konferansında “Ülkemizin güneyindeki bu gerçekler karşısında diplomasimizi ve güvenlik politikalarımızı, çevremizdeki merkezlerin tehdit algılamalarını da dikkate alarak yeniden bir kalibre etmemiz [ayarlamamız]gerektiği kanaatindeyim” dedi.

Gül, 14 Ocak günü elçilere yaptığı konuşmada, “Suriye’deki gelişmeler dikkate alındığında, ortaya çıkan tehditler ve potansiyel tehditler çok daha büyümektedir.” dedi ve ekledi: “Bir taraftan çok radikal akımlar, bir tarafıyla birbiriyle mücadele eden gruplar ve diğer taraftan da terör örgütü bağlantılı olarak da güneyimizde ve Suriye’deki otorite boşluğundan ortaya çıkan yeni gerçekler ve realiteler bizi tabii ki çok yakından ilgilendirmektedir. … Irak-Suriye-Lübnan aksı adeta yeknesak bir cephe haline gelmiştir. Bu cephenin, jeopolitik rekabet ve bölgesel nüfuz mücadelesinin uzantısı olan vekâlet savaşlarına sahne oldu.”

Gül “soğukkanlılık, ısrar ve yeri geldiğinde hedefe ulaşabilmek için tabii ki, bazen sessiz gizli diplomasi” tavsiyesinde bulundu.

Konuşma, Suriye ile ilgili ve daha genel olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Erdoğan’ın izlediği politikanın ince bir örtülü eleştirisini oluşturuyordu. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki farklılıklar, özellikle, Gül rejime yönelik siyasi kutuplaşma tehlikesi karşısında uyarıda bulunurken Erdoğan’ın göstericileri “terörist” olarak tanımladığı geçtiğimiz yılki kitle gösterileri sırasında defalarca su yüzeyine çıkmıştı.

İslamcı AKP hükümeti Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın ve onun temsilcilerinin dahil olduğu her türlü görüşmeyi reddetmiş ve Türk halkının savaşa karşı yaygın muhalefetine rağmen, “rejim değişikliği”nin doğrudan bir ABD-NATO askeri müdahalesi aracılığıyla sağlanmasına bel bağlamıştı.

Bununla birlikte, içeride kitlesel halk muhalefetiyle ve en yakın müttefiki Britanya’nın herhangi bir saldırıya katılmayı reddetmesiyle karşı karşıya kalan Obama yönetimi, hem Suriye’de hem de İran ile anlaşma yolunu seçerek, müdahaleyi son dakikada iptal etmişti. Washington, bu süreçte, İslamcı “isyancılar”ın, zaferi ABD’nin çıkarlarına aykırı olarak görülen bir kesimiyle arasına mesafe koydu.

Obama yönetiminin saldırmama kararının bir sonucu olarak, Türkiye’nin ABD ile ilişkileri gerginleşmeye başladı. Gül, geçtiğimiz Kasım ayında Guardian’da yayımlanan röportajında, ABD’nin veya BM’nin müdahalesi olmaması durumunda, Suriye’nin “Akdeniz kıyılarındaki Afganistan” haline gelebileceği uyarısında bulunmuştu.

Türk hükümeti, ayrıca, NATO silahlarıyla uyumsuz olan Çin füze sistemini alarak, Washington ve diğer Batılı güçlere karşı geldi. Daha yakın zamanlarda, Erdoğan, hükümetini saran yolsuzluk skandalını, arkasında ABD Türkiye büyükelçisinin ve diğer Batılı güçlerin olduğunu ima ettiği bir komplo olarak damgaladı.

Erdoğan, Büyükelçiler konferansındaki konuşmasında, büyükelçilere, hizmet verdikleri ülkelerde, “[Türkiye’de] olup bitenlerin yolsuzluk operasyonu değil yolsuzluk kılıfına gizlenmiş bir darbe girişimi” olduğunu vurgulamalarını anlattı. Erdoğan, ayrıca, “Yok El Kaide imiş yok El Nusra imiş, yok şuymuş, yok buymuş… Hepsi bizim karşımızdadır, biz onların karşısındayız. Uluslararası terörle mücadele noktasında Türkiye kendisini ispat etmiş bir ülkedir.” vurgusu yaparak, Türkiye’nin Suriye içindeki terör örgütlerine destek verdiği suçlamalarını kınadı.

Fakat radikal güçlerin Türkiye sınırındaki büyümesi AKP hükümetinin politikalarının doğrudan bir sonucudur. Yaklaşık üç yıldır, çoğu El Kaide ile bağlantılı olan sağcı İslamcı gruplara, güney Türkiye’yi operasyonlarının üssü olarak kullanma izni verilmektedir. Türk hükümeti Suudi Arabistan, Katar ve CIA ile birlikte Suriye’deki “isyancılar”ı silahlandırmada da aktif şekilde yer aldı.

Silah taşıdığından şüphelenilen bir kamyon 1 Ocak’ta Suriye sınırındaki Hatay’da Türk polisi tarafından durduruldu; fakat hükümet, onun görevinin “devlet sırrı” olduğunu ve taşıdığı yükün Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) ait olduğunu ileri sürerek aracın aranmasına izin vermedi. Kamyonun aranması için bastıran savcı silah zoruyla tehdit edildi ve sonrasında istifaya zorlandı. İçişleri Bakanı Efkan Ala, kamyonun Türkmenler’e malzeme götürdüğünü resmi olarak iddia etti; ancak aracın gitmekte olduğu bölge böyle nüfusu içermiyor.

Bu politikalar Türkiye’yi bölge geneline yayılan bir felaketin içine çekti. Birleşik Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, 1 milyondan kadar mültecinin Türkiye’ye kaçtığı tahmininde bulunuyor.

Cumhurbaşkanı Gül’ün, Ankara’nın dış politikasında değişikliği savundu gün, Türk polisi El Kaide üyelerine ve destekçilerine karşı baskınlar düzenledi. Baskınlar, altı şehirde eşzamanlı olarak yürütüldü ve Halis B. ve İbrahim Ş. oldukları tespit edilen iki eski El Kaide üyesinin de aralarında bulunduğu 28 kişinin gözaltına alınmasıyla sonuçlandı.

Türkiye merkezli yardım kuruluşu İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) Kilis şubesi, bu baskının bir parçası olarak polis tarafından arandı ve örgütün bilgisayarlara geçici olarak elkondu. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç İHH’nin El Kaide ile bağlantılı olduğu iddialarını, sözünü geri alarak yanıtladı.

Baskınların yapıldığı saatler içinde Kilis ve Van Terörle Mücadele Şube Müdürleri -sırasıyla- Devlet Çıngı ve Serdar Bayraktutan, Valilik tarafından başka görevlere atandılar. Onların atanmalarının El Kaide ile ilişkili unsurlara yapılan son baskınlar ve yasaklamalarla mı yoksa son yolsuzluk skandalına hükümetin cevabı olarak emniyette ülke çapında sürdürülen yeniden organizasyon ile mi ilgili olduğu net değil.

Gül ile Erdoğan arasında taktiksel farklılıklar ne olursa olsun, AKP’nin, rejimi mevcut krizden kurtarmak için ABD ve Batılı emperyalist güçlerin dış politikalarıyla uzlaşmaya giriştiğinin kesin belirtileri söz konusu.

Türk hükümeti, Esad’ın temsilcilerinin dahil olacağı sözde Cenevre II görüşmelerini destekleme noktasına geldi ve İran katılmasına izin verilmesi çağrısında bulundu.

Gül, ayrıca Çin-Rusya merkezli Şangay İşbirliği Örgütü’ne üyelik peşinde koşarak AB’ye baskı yapma politikasında bariz bir değişiklikle, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) katılma kararlığını yineleyeceğine işaret etti.

AKP’nin politikasındaki değişiklikte içkin olan şey, onun Batılı güçlere boyun eğerek rejimi ve yolsuzluk skandalı ilanından itibaren serbest düşüşe geçen Türk ekonomisini yeniden istikrara kavuşturmada avantaj elde edebileceği inancıdır.

17 Ocak 2014

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir