İçişleri Bakanlığı Ağustos 2014 verilerinde, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların sayısını 1 milyon 385 bin olarak açıklamıştı. Söz konusu verilere göre İstanbul, 330 bin kişiyle en çok Suriyelinin yaşadığı kent olmuş, Gaziantep ise 220 bin kişiyle ikinci sırada yer almıştı. Ekim 2014’de ise göçün devam ettiği ve son olarak Kobani’den gelenler de dikkate alındığında resmi sayının yaklaşık 200 bin kişi artarak 1 milyon 565 kişiye çıktığı anlaşılıyor. Gerçekteyse 2 milyona yakın Suriyeli sığınmacının Türkiye’de yaşadığı tahmin ediliyor.
Suriye’de süren iç savaş sonucu önemli sayıda göç alan Türkiye’de halkın göçmenlere bakışı ise bilimsel bir araştırmaya konu oldu. Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’nin yaptığı “Toplumsal Kabul ve Uyum Araştırması” oldukça önemli veriler ortaya koyuyor.
Araştırma kapsamında, Suriye sınırındaki Gaziantep, Kilis ve Hatay ile birlikte oldukça yoğun göç alan İstanbul, İzmir ve Mersin’de 72’si Suriyeli, 72’si yerel halktan 144 kişiye ayrıntılı sorular sorulmuş, 20 ilde toplam 1.501 kişiyle görüşme yapılmış ve “anadil” sorusu ile etnik ipuçları yakalanmaya çalışılmış. Araştırmaya katılanların % 57,5’i evli, % 38’i bekar; % 49,7’si kadın, % 50,3’ü erkek olurken, yaş grupları, Suriye sınırına yakın bölge illeri ile bölge dışı iller arasındaki farklılıklar, siyasal parti eğilimleri de gözlenmeye çalışılmış.
Araştırma sonuçlarına göre, katılanların % 64,6’sı “Suriyeli sığınmacıların dinine, diline, etnik durumuna bakılmaksızın kabul edilmesinin insanlık görevi olduğunu” görüşünü savunurken, %30’u “Suriyeliler geri gitsin” diyor.
Katılımcılardan AKP’nin politikalarına muhalefet
“Devletin Suriyeli sığınmacılarla ilgili iyi bir yönetim ortaya koyamadığını” düşünenlerin oranı % 49,7 ile öne çıkıyor. Bir başka deyişle, neredeyse araştırmaya katılan her iki kişiden biri AKP’nin bu konudaki politikası için olumsuz görüş bildirmiş durumda.
Araştırma, genel olarak CHP ve MHP tabanının Suriyeli göçmenler ile ilgili olarak daha yakın görüşlere sahip olduklarını; AKP ve HDP/BDP tabanının ise göçmenlere daha fazla sahip çıkan bir eğilim gösterdiklerini ortaya koyuyor. Örneğin, “sığınmacılar savaş devam ediyor olsa bile ülkelerine geri gönderilmeli” diyen % 30,6’lık oran içerisinde çoğunluğu, CHP ve MHP’ye oy verenler oluşturuyor. Ancak bu durumu reddeden katılımcıların oranı ise %57,8.
Tampon bölge tartışmaları ile ilgili olarak “Sığınmacılar için Suriye toprakları içinde tampon bölge kurulmalıdır” diyen % 68,8’lik kitle içerisinde bu fikre en sıcak bakanlar MHP’liler olurken, en soğuk bakanlar ise HDP/BDP’liler.
Araştırmaya katılanlar içerisinde Suriyeli göçmenleri “zulümden kaçan”, “Türkiye’deki misafirlerimiz” ve “din kardeşlerimiz” olarak niteleyenler % 72,2 olurken, diğer yandan %26’lık bir kitle ise göçmenleri “bize yük olan insanlar” ve “asalaklar-dilenciler” olarak görüyor.
Toplumsal kutuplaşma ve göçmen karşıtlığı
Dini referansla %52,9’luk bir oran “Suriyeli sığınmacıları kabul etmemiz din kardeşliğimizin gereğidir” derken, konuya etnik yönden bakan ve “Suriyeli sığınmacılar etnik yönden kardeşimizdir, kabul edilmeleri gerekir” diyenlerin oranı %42,1 olarak tespit edilmiş. En uç görüş olarak “Suriyeli sığınmacılar bizi ilgilendirmez, uzak durulmalıdır” diyenler ise hiç de azımsanmayacak bir biçimde %41,6 oranını buluyor. Bu veriler bize toplumun dini, etnik ve milliyetçi kutuplaşmasının ciddi boyutlarda olduğunu gösteriyor.
Araştırma sonuçlarında kişilerin genel olarak “insani” kaygılarla göçmenlere “evet” derken, “ekonomik kaygılarının” ise “hayır” görüşünü arttırdığını görüyoruz. Bu konu ile ilgili olarak sorulan sorularda “1,5 milyon sığınmacının Türkiye ekonomisine zarar verdiğini” düşünenler %70,7 ile ön plana çıkarken; “Türkiye’de yardıma muhtaç yüksek sayıda vatandaş varken vergilerimin Suriyeli sığınmacılara harcanmasına karşıyım” diyenlerin oranı da %60,2 gibi yüksek bir orana varıyor.
Araştırmada ortaya çıkan veriler, geçtiğimiz günlerde Suriyeli göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde gerçekleşen göçmen karşıtı olayların arka planını da bize yansıtıyor. Sınır bölgelerindeki katılımcıların %68,9’u, diğer bölgelerde ise %56,1’i, “Suriyelilerin Türklerin işlerini elinden aldığını” düşünürken, %47,4’lük bir oran “sığınmacılara çalışma izni verilmesine” kesinlikle karşı çıkıyor.
Ayrıca sığınmacıların bulundukları yerde fuhuş, hırsızlık, kaçakçılık ve şiddet suçlarına bulaşarak “toplumsal ahlak ve huzuru bozduğunu” düşünenlerin oranı %62,3 olurken, suç işledikleri gerekçesiyle sığınmacılara verilen tepkinin yanlış olduğunu düşünenlerin oranıysa %13,9’da kalıyor.
Irak ve Suriye’de iç savaşın sürdüğü, yeni savaşlara ve emperyalist paylaşım hesaplarına gebe olan Ortadoğu’da sınırlar tartışılırken, düşüncesini savunduğu egemen sınıfın politikaları nedeniyle belki kendisinin de gelişmeler sonucunda “sığınmacı olabileceğini hiç düşünmeyen” toplumun %57,4’ü, Türkiye’ye “yeni sığınmacıların kesinlikle kabul edilmemesi gerektiğini” düşünüyor.
Araştırmaya katılanların, sığınmacıların yaşamları hakkındaki düşünceleri ise kapitalist toplum yapısının getirdiği yabancılaşmayı, bölücü, çıkarcı, bencil ve insanlıktan uzak ikiyüzlü toplum yapısını yansıtıyor. Bu yöndeki sorulardan, sığınmacıların “sadece onlara ayrılan kamplarda yaşaması gerektiğini” söyleyenlerin oranı %73,3 olurken, “bir Suriyeliyle komşu olmaktan rahatsız olacağını” ifade edenlerin oranı %49,8 oldu. Bu oran içerisinde %52,3’lük bir kesim ise “Suriyelilerin kendisine ve ailesine zarar vereceğini” düşünüyor.
Sığınmacıların kalmasının toplumsal sorunlara yol açacağını düşünenlerin oranı %76,5 gibi yüksek bir orana çıkarken, Türkiye toplumuna uyum sağlayacaklarını düşünenlerin oranı sadece %20,6. %54,9’luk bir oran ise savaştan sonra Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri gerektiğini düşünüyor. Son olarak, Suriye’deki emperyalist destekli savaşı, BAAS yönetimi ve IŞİD terörünü bildikleri halde hala “Yaşananlar Suriye’nin iç işidir, sığınmacılar kabul edilmemeliydi” diyenlerin oranı %41,6 olurken; katılımcıların sadece %16,6’sı “Suriyeli sığınmacıların kabulü ülkemizin yararına” diyor.
Göçmenlerin savunusu
Bu araştırmadan çıkan sonuçlar göçmen karşıtlığına karşı mücadelenin yakıcılığını göstermektedir. Öncelikle gerek Suriye’den gerekse dünyanın diğer ülkelerindeki savaş ve yoksulluktan kaçarak, yaşamsal kaygılarla Türkiye metropollerine akan milyonlarca göçmen işçinin Türkiye işçi sınıfının ayrılmaz bir parçası olduğunu anlatmak ve göçmenlerin koşulsuz bir biçimde eşit yaşam, barınma, eğitim, sağlık ve çalışma haklarını savunmak gerekmektedir.
Resmi rakamlara göre, Ekim 2014 itibari ile sayıları 1 milyon 565 bin olarak açıklanan, gerçekte 2 milyon sınırına dayanan Suriyeli göçmenlerin %86’sından fazlası, kamplar dışında Türkiye’nin bütün bölgelerine yayılmış olarak yaşıyor. Bulabildiği işlerde en azgın sömürü koşullarına tabi olarak çalıştırılan bu büyük kesim, hem tekelci sermayenin ve devletin kışkırttığı göçmen karşıtlığı hem de buna sessiz kalan sendikaların yoğun saldırısı altında yaşam mücadelesi veriyor. Göçmenler, başta tekstil ve inşaat sektörleri olmak üzere birçok işyerinde vasıfsız işçi konumlarında sigortasız olarak çok düşük ücretlerle çalıştırılıyorlar.
Önceki yıllarda Bulgaristan, Romanya gibi ülkelerden gelen işçilere yapılan saldırılar, bugün Suriyeli işçiler için gündemde. Göçmen işçilere yönelik saldırılara, sermayenin toplumsal karşıdevrim politikaları sonucunda işini kaybeden ya da ekonomik-sosyal hak kayıplarına uğrayan “yerleşik işçiler” de katılmakta; kapitalizm ve burjuvazinin saldırısı sonucu uğradıkları zararlardan dolayı göçmen işçileri sorumlu tutmaktalar.
İşçi sınıfının bilinçli kesimleri bu gerici-milliyetçi çizgiye teslim olmayarak sınıf dayanışması bayrağını yükseltmeli ve hedefe sermayeye karşı birlikte mücadeleyi yerleştirmelidir. Tüm çarpıtmalara ve şoven milliyetçi söylemlere karşı kararlılıkla mücadele verilmeli; Ortadoğu’daki savaşların ve milyonlarca insanın evini terk etmesinin nedeninin batılı emperyalist güçler ve Türkiye’nin de dahil olduğu bölge devletleri olduğu ısrarla anlatılmalıdır. Savaş ve burjuvazinin, işçi sınıfını işsizliğe sürükleyen, toplumsal eşitsizliği büyüten saldırı politikaları bir bütünün iki parçasıdır.
Burjuvazi ve devlet, en düşük ücretlerle ve hiçbir sosyal hakkı olmaksızın sömürdüğü göçmen işçileri, işçi sınıfını bölmede başarıyla kullanıyor. Bu, göçmenlerin bulunduğu tüm ülkelerde izlenen, kapitalizmle yaşıt gerici bir politikadır.
Ancak göçmen işçiler, işçi sınıfının yalnızca en fazla ezilen ve sömürülen kesimi değil; aynı zamanda, potansiyel olarak onun en militan ve mücadeleci kesimini de oluşturuyor. Bu nedenle Marksistler, bütün göçmenlere, yerli emekçilerle eşit hakları içeren (yurttaşlığa geçme de dahil) yasal statü tanınması için mücadele verir; göçmen işçilerin yerleşik işçilerle sağlıklı biçimde kaynaşabilmesi için, kültürel varlıklarının korunup geliştirilmesini ve ortak düşmanları olan burjuvaziye karşı sosyalizm mücadelesi için birlikte örgütlenmeyi savunurlar.
Türkiye işçi sınıfı ve Marksistler önümüzdeki yıllarda bu ilkeleri parti programına koyacak enternasyonalist devrimci partiyi yaratacaktır.